gördüm ki, İmam-ı rabbanî dahi bu mecazî nefs-i em-
        
        
          mareden haber veriyor.
        
        
          Bu ikinci nefs-i emmarede şuursuz kör hissiyat bulun-
        
        
          duğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemi-
        
        
          yor ki, onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız to-
        
        
          katlar ve elemler ile nefret edip veya tam bir fedailiğe
        
        
          her hissini maksadına feda etsin ve Risale-i Nur’un er-
        
        
          kânları gibi, her şeyini, enaniyetini bıraksın.
        
        
          Bu acip asırda dehşetli bir aşılamak ve şırınga ile, hem
        
        
          hakikî, hem mecazî iki nefs-i emmare, ittifak edip öyle
        
        
          seyyiata, öyle günahlara severek giriyor; kâinatı hiddete
        
        
          getiriyor. Hatta, kendim bir dakika zarfında, yirmi para-
        
        
          lık bir sıkıntıyla, altmış liralık bir haseneye tercih etmeye
        
        
          çalıştım. Hem on dakika zarfında, büyük bir mücahede-i
        
        
          manevîde, benim cephemde, kırk ikilik bir top gibi düş-
        
        
          manlarıma atıp yol açtığı hâlde; o iki nefs-i emmarenin,
        
        
          muvakkat bir gaflet fırsatında, hodgâmlık ve meyl-i tefev-
        
        
          vuk gibi gayet zulümlü ve zulümatlı hissiyle, büyük bir şü-
        
        
          kür ve teşekkür yerine, “ne için ben atmadım” diye, en
        
        
          çirkin bir riya ve rekabet damarını hissettim. Cenab-ı
        
        
          Hakka yüz bin şükür ediyorum ki,
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          ve bilhas-
        
        
          sa
        
        
          İhlâs Risaleleri
        
        
          , o iki nefsin bütün desaisini izale ve on-
        
        
          ların açtığı yaraları tedavi ettiği gibi, o bir dakika ve on
        
        
          dakikadaki hâletleri birden izale etti. Ve manevî bir istiğ-
        
        
          far olan kusurumu bildim. o hatanın muaccel cezası
        
        
          olan içindeki elemden ve azaptan kurtuldum.
        
        
          Umum kardeşlerimize birer birer selâm ederiz.
        
        
          ì@í
        
        
          
            K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası
          
        
        
          
            | 335 |
          
        
        
          olmayan.
        
        
          
            mecazî:
          
        
        
          mecaza ait, gerçek olma-
        
        
          yan.
        
        
          
            meyl-i tefevvuk:
          
        
        
          başkalarından
        
        
          üstün olma meyli, eğilimi.
        
        
          
            muaccel:
          
        
        
          mühletsiz, vadesiz, pe-
        
        
          şin.
        
        
          
            muvakkat:
          
        
        
          geçici.
        
        
          
            mücahede-i manevî:
          
        
        
          manevî
        
        
          olarak yapılan cihat.
        
        
          
            nefs:
          
        
        
          kötü vasıfları kendisinde
        
        
          toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
        
        
          güç.
        
        
          
            nefs-i emmare:
          
        
        
          insana kötü ve
        
        
          günah işlerin yapılmasını emre-
        
        
          den nefis.
        
        
          
            rekabet:
          
        
        
          rakip olma hâli, birbirini
        
        
          çekememe.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Bediüz-
        
        
          zaman Said Nursî’nin eserlerinin
        
        
          adı.
        
        
          
            riya:
          
        
        
          özü sözü bir olmamak, inan-
        
        
          dığı gibi hareket etmeyiş, iki yüz-
        
        
          lülük.
        
        
          
            selâm:
          
        
        
          barış, rahatlık, selamet ve
        
        
          esenlik dileme.
        
        
          
            seyyiat:
          
        
        
          seyyieler, fenalıklar, kö-
        
        
          tülükler.
        
        
          
            şuursuz:
          
        
        
          idraksiz, bilgisiz.
        
        
          
            şükür:
          
        
        
          Allah’ın nimetlerine karşı
        
        
          memnunluk gösterme, gerek dil
        
        
          ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
        
        
          etme.
        
        
          
            umum:
          
        
        
          bütün.
        
        
          
            zarfında:
          
        
        
          süresince.
        
        
          
            zulüm:
          
        
        
          haksızlık, eziyet, işkence.
        
        
          
            zulümat:
          
        
        
          karanlıklar, dinsizlik, zu-
        
        
          lüm ve külür.
        
        
          
            acip:
          
        
        
          tuhaf, hayrette bırakan.
        
        
          
            asır:
          
        
        
          yüzyıl.
        
        
          
            azap:
          
        
        
          eziyet, işkence; büyük
        
        
          sıkıntı, şiddetli acı.
        
        
          
            bilhassa:
          
        
        
          özellikle.
        
        
          
            dehşetli:
          
        
        
          ürkütücü, korkunç.
        
        
          
            desais:
          
        
        
          desiseler, hileler.
        
        
          
            elem:
          
        
        
          dert, üzüntü, maddî-
        
        
          manevî ıztırap.
        
        
          
            enaniyet:
          
        
        
          kendini beğenme,
        
        
          bencillik, egoistlik.
        
        
          
            erkân:
          
        
        
          rükünler, esaslar, ileri
        
        
          gelenler.
        
        
          
            fedâ:
          
        
        
          uğruna verme.
        
        
          
            fedaî:
          
        
        
          canını esirgemeyen,
        
        
          mühim bir maksat uğruna ca-
        
        
          nını vermeye hazır bulunan.
        
        
          
            gaflet:
          
        
        
          dikkatsizlik, endişesiz-
        
        
          lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
        
        
          arzularına dalmak.
        
        
          
            gayet:
          
        
        
          son derece.
        
        
          
            hakikî:
          
        
        
          gerçek.
        
        
          
            hâlet:
          
        
        
          hal, durum.
        
        
          
            hasene:
          
        
        
          hayırlı amel, Allah rı-
        
        
          zasına uygun iş.
        
        
          
            hiddet:
          
        
        
          öfke, kızgınlık.
        
        
          
            hissiyat:
          
        
        
          hisler, duygular.
        
        
          
            hodgâm:
          
        
        
          kendi keyfini düşü-
        
        
          nen, bencil.
        
        
          
            ıslah:
          
        
        
          iyi duruma getirme, iyi-
        
        
          leştirme, düzeltme.
        
        
          
            istiğfar:
          
        
        
          tevbe etme, Al-
        
        
          lah’tan günahlarının bağışlan-
        
        
          masını isteme.
        
        
          
            ittifak:
          
        
        
          birleşme, birlik.
        
        
          
            izale:
          
        
        
          giderme, ortadan kal-
        
        
          dırma.
        
        
          
            kâinat:
          
        
        
          evren; yaratılmış olan
        
        
          şeylerin tamamı, bütün âlem-
        
        
          ler.
        
        
          
            maksat:
          
        
        
          gaye.
        
        
          
            manevî:
          
        
        
          manaya ait, maddî