Mühim bir hakikati, bu hakikat münasebetiyle, bu za-
        
        
          manda ehl-i medreseye ve hocalara taallûk eden bir me-
        
        
          seleyi beyan ediyorum. Şöyle ki:
        
        
          eski zamandan beri ekser yerlerde medrese taifesi
        
        
          tekyeler taifesine serfüru etmiş, yani inkıyad gösterip on-
        
        
          lara velâyet semereleri için müracaat etmişler, onların
        
        
          dükkânlarında ezvak-ı imaniyeyi ve envar-ı hakikati ara-
        
        
          mışlar. Hatta medresenin büyük bir âlimi, tekyenin kü-
        
        
          çük bir velî şeyhinin elini öper, tâbî olurdu. o âb-ı hayat
        
        
          çeşmesini tekyede aramışlar. Halbuki,
        
        
          medrese içinde
        
        
          daha kısa bir yol hakikatin envarına gittiğini ve ulûm-i
        
        
          imaniyede daha safî ve daha halis bir âb-ı hayat çeşme-
        
        
          si bulunduğunu ve amel ve ubudiyet ve tarikatten daha
        
        
          yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir tarik-ı velâyet,
        
        
          ilimde, hakaik-ı imaniyede ve Ehl-i Sünnetin ilm-i kelâ-
        
        
          mında bulunmasını Risale-i Nur Kur’ân-ı Mu’cizülbe-
        
        
          yan’ın mu’cize-i maneviyesiyle açmış, göstermiş;
        
        
          mey-
        
        
          dandadır.
        
        
          İşte,
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          ’a herkesten ziyade kemâl-i şevk ile
        
        
          taraftarâne ve müftehirâne medrese tâifesinden olan
        
        
          ulemaların koşmaları lâzım ve elzem iken, maatteessüf,
        
        
          daha medrese ehlinin ekseri kendi medresesinden çıkan
        
        
          bu âb-ı hayat çeşmesini ve bu kıymettar bâkî hazinesini
        
        
          tanımıyor, aramıyor, muhafaza edemiyor. lillâhilhamd,
        
        
          şimdi tam tamına başladılar.
        
        
          Sözler
        
        
          mecmuası hem ho-
        
        
          caları, hem muallimleri nurlara çekti.
        
        
          
            K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası
          
        
        
          
            | 327 |
          
        
        
          
            inkıyat:
          
        
        
          boyun eğme, bağlanma,
        
        
          teslim olma.
        
        
          
            kemal-i şevk:
          
        
        
          tam ve kusursuz
        
        
          bir istek.
        
        
          
            kıymettar:
          
        
        
          kıymetli, değerli.
        
        
          
            Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
          
        
        
          açıkla-
        
        
          malarıyla akılları benzerlerini
        
        
          yapmaktan aciz bırakan Kur’an.
        
        
          
            lillâhilhamd:
          
        
        
          Allah’a hamdolsun
        
        
          ki!.
        
        
          
            maatteessüf:
          
        
        
          ne yazık ki, üzüle-
        
        
          rek belirteyim ki.
        
        
          
            mecmua:
          
        
        
          toplanıp, biriktirilmiş,
        
        
          düzenlenmiş yazıların hepsi.
        
        
          
            medrese:
          
        
        
          eski dönemde ders
        
        
          okutulan düzenli öğretim kurulu-
        
        
          şu.
        
        
          
            mesele:
          
        
        
          önemli konu.
        
        
          
            muallim:
          
        
        
          ders veren, öğretmen.
        
        
          
            mu’cize-i manevîye:
          
        
        
          manevî
        
        
          mucize.
        
        
          
            muhafaza:
          
        
        
          koruma.
        
        
          
            müftehirane:
          
        
        
          iftiharla, övünerek,
        
        
          gururlu bir şekilde.
        
        
          
            mühim:
          
        
        
          önemli, ehemmiyetli.
        
        
          
            münasebet:
          
        
        
          vesile, -dan dolayı.
        
        
          
            müracaat:
          
        
        
          başvurma, danışma.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Bediüz-
        
        
          zaman Said Nursî’nin eserlerinin
        
        
          adı.
        
        
          
            sâfî:
          
        
        
          samimî, hâlis, saf.
        
        
          
            semere:
          
        
        
          meyve, güzel netice.
        
        
          
            serfüru:
          
        
        
          baş eğme, söz dinleme,
        
        
          itaat.
        
        
          
            şeyh:
          
        
        
          tarikat dersi veren manevî
        
        
          lider, mürşit.
        
        
          
            taallûk:
          
        
        
          alâkalı, münasebetli ol-
        
        
          ma.
        
        
          
            tâbi:
          
        
        
          boyun eğen, uyan, itaat
        
        
          eden.
        
        
          
            taife:
          
        
        
          takım, güruh.
        
        
          
            taraftarane:
          
        
        
          taraflı olarak, taraf
        
        
          tutarak, taraftarlık ederek.
        
        
          
            tarikat:
          
        
        
          Allah’a ulaşmak için şey-
        
        
          hin gözetiminde müridin takip
        
        
          edeceği terbiye usul ve yolu.
        
        
          
            tarik-ı velâyet:
          
        
        
          velâyet yolu.
        
        
          
            tekye:
          
        
        
          zâkirlerin, dervişlerin zikir
        
        
          ve ders için toplandıkları yer, tek-
        
        
          ke.
        
        
          
            ubudiyet:
          
        
        
          kulluk.
        
        
          
            ulema:
          
        
        
          âlimler, bilginler, ilim sa-
        
        
          hipleri.
        
        
          
            ulûm-i imaniye:
          
        
        
          iman ilimleri,
        
        
          imanla ilgili ilimler.
        
        
          
            velâyet:
          
        
        
          velîlik, ermişlik, Allah
        
        
          dostluğu.
        
        
          
            velî:
          
        
        
          Allah’ın sevgisine, himayesi-
        
        
          ne kavuşmuş, ermiş kimseler, Al-
        
        
          lah dostu, evliya.
        
        
          
            ziyade:
          
        
        
          çok, fazla.
        
        
          
            âb-ı hayat:
          
        
        
          hayat suyu.
        
        
          
            âlim:
          
        
        
          ilim ile uğraşan, ilim
        
        
          adamı.
        
        
          
            amel:
          
        
        
          fiil, iş.
        
        
          
            bâkî:
          
        
        
          ebedî, daimî, sürekli ve
        
        
          kalıcı olan.
        
        
          
            beyan:
          
        
        
          açıklama, bildirme,
        
        
          izah.
        
        
          
            ehil:
          
        
        
          sahip, malik, yetki sahibi
        
        
          olan.
        
        
          
            ehl-i medrese:
          
        
        
          medrese ehli,
        
        
          medresede okuyanlar.
        
        
          
            Ehl-i sünnet:
          
        
        
          İslam’ı ilk gün-
        
        
          kü safiyetiyle kabul ederek
        
        
          dinden olmayan şeyleri karış-
        
        
          tırmayıp, Hz. Peygamberin
        
        
          sünnetinden ve yolundan ay-
        
        
          rılmayanlar.
        
        
          
            ekser:
          
        
        
          pek çok.
        
        
          
            ekserî:
          
        
        
          çoğu kısmı.
        
        
          
            elzem:
          
        
        
          daha (en, pek) lâzım,
        
        
          lüzumlu, gerekli.
        
        
          
            envar:
          
        
        
          nurlar, aydınlıklar, ışık-
        
        
          lar.
        
        
          
            envar-ı hakikat:
          
        
        
          hakikat nur-
        
        
          ları, gerçeğe ait ışıklar.
        
        
          
            ezvâk-ı imaniye:
          
        
        
          imanın ver-
        
        
          diği zevk ve manevî lezzetler.
        
        
          
            hakaik-ı imaniye:
          
        
        
          imana ait
        
        
          hakikatler, imanî gerçekler.
        
        
          
            hakikat:
          
        
        
          gerçek, doğruluk;
        
        
          görülen bir şeyin aslı, esası.
        
        
          
            halis:
          
        
        
          samimî, her amelini
        
        
          yalnız Allah rızası için işleyen.
        
        
          
            ilim:
          
        
        
          bilme, bilgi.
        
        
          
            ilm-i kelâm:
          
        
        
          kelâm ilmi, Ce-
        
        
          nab-ı Hakkın zat ve sıfatların-
        
        
          dan, nübüvvet, haşir, kader
        
        
          gibi imana ait meselelerden
        
        
          İslâmî esaslar dairesinde delil
        
        
          ve bürhana dayalı olarak
        
        
          bahseden ilim.