hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye öyle bir zarardır ki, ileride
        
        
          vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.
        
        
          “evet, her bir adam vatanıyla, milletle, hükûmetiyle
        
        
          alâkadardır. Fakat bu alâkadarlık, muvakkat cereyanlara
        
        
          kapılıp millet ve vatanı ve hükûmetin menfaatini bazı şa-
        
        
          hısların muvakkat siyasetlerine tâbi etmek, belki aynını
        
        
          telâkki etmek çok yanlış olmakla beraber; o vatanperver-
        
        
          lik, milletperverlik hissinden ve vazifesinden herkese dü-
        
        
          şen vazife bir ise, kendi kalp ve ruhundan, idare-i şahsi-
        
        
          ye ve beytiye ve diniye ve hakeza, çok dairelerden haki-
        
        
          kî vazifedar olduğu hizmet ve alâka ve merak on, yirmi,
        
        
          belki yüzdür. Bu ciddî ve lüzumlu bu kadar alâkaların za-
        
        
          rarına olarak, o birtek lüzumsuz ve ona göre malâyanî
        
        
          olan siyaset cereyanlarına feda etmek divanelik değil de
        
        
          nedir?”
        
        
          üstadımızın bize gayet acele ile verdiği cevabı bu ka-
        
        
          dar. Biz de, o acele ifadeyi acele kaydettik; kusura bak-
        
        
          mayınız.
        
        
          Biz de bütün kuvvetimizle bunu tasdik ediyoruz. Çün-
        
        
          kü bunu kendimizde ve gördüğümüz dostlarımızda tecrü-
        
        
          belerle müşahede ettik. Hatta çokları meraklarından ce-
        
        
          maati, belki de namazı terk eder derecede ifratla, tam
        
        
          namaz vaktinde konuşan radyoyu dinleyip, “mim”siz
        
        
          medeniyetin sefahat ve dalâlet ve İslâma ettiği ihanet ce-
        
        
          zası olarak mütemadiyen başına gelen tokatlarına ve bo-
        
        
          ğuşmalarına ve geniş siyaset dairelerine alâkadarâne dik-
        
        
          kat etmekle ve nefsi zehirli ve başı sarhoş şahıslardan,
        
        
          
            K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası
          
        
        
          
            | 67 |
          
        
        
          
            müşahede:
          
        
        
          bir şeyi gözle görme,
        
        
          seyretme.
        
        
          
            mütemadiyen:
          
        
        
          sürekli olarak,
        
        
          devamlı.
        
        
          
            nefs:
          
        
        
          kötü vasıfları kendisinde
        
        
          toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
        
        
          güç.
        
        
          
            ruh:
          
        
        
          dirilik kaynağı, hayatın te-
        
        
          meli ve sebebi olan manevî var-
        
        
          lık.
        
        
          
            sefahet:
          
        
        
          zevk, eğlence ve yasak
        
        
          şeylere düşkünlük, sefihlik.
        
        
          
            tâbi:
          
        
        
          boyun eğen, uyan, itaat
        
        
          eden.
        
        
          
            tasdik:
          
        
        
          doğrulama, onaylama.
        
        
          
            telâkki:
          
        
        
          kabul etme, bir görüşle
        
        
          bakma.
        
        
          
            üstad:
          
        
        
          öğretici, öğretmen.
        
        
          
            vatanperverlik:
          
        
        
          yurtseverlik, va-
        
        
          tanını sevme ve düşkün olma.
        
        
          
            vazife:
          
        
        
          görev.
        
        
          
            vazifedar:
          
        
        
          vazifeli.
        
        
          
            alâka:
          
        
        
          ilgi, ilişki. bağ.
        
        
          
            alâkadar:
          
        
        
          ilgili, ilişki.
        
        
          
            alâkadarâne:
          
        
        
          ilgilenerek, alâ-
        
        
          ka göstererek.
        
        
          
            cemaat:
          
        
        
          bir imama uyup na-
        
        
          maz kılan Müslümanlar top-
        
        
          luluğu.
        
        
          
            cereyan:
          
        
        
          akım, fikir, sanat ve-
        
        
          ya siyaset hareketi.
        
        
          
            ciddî:
          
        
        
          gerçek olarak, hakika-
        
        
          ten.
        
        
          
            dalâlet:
          
        
        
          Hak ve hakikatten
        
        
          sapma, doğru yoldan ayrılma,
        
        
          azma.
        
        
          
            divane:
          
        
        
          deli, aklı başında ol-
        
        
          mayan.
        
        
          
            fedâ:
          
        
        
          uğruna verme.
        
        
          
            gayet:
          
        
        
          son derece.
        
        
          
            hâkezâ:
          
        
        
          böylece, bunun gibi.
        
        
          
            hakikî:
          
        
        
          gerçek.
        
        
          
            hayat-ı içtimaiye-i islâmiye:
          
        
        
          İslamın getirmiş olduğu kural-
        
        
          lar çerçevesinde oluşturulan
        
        
          toplum hayatı.
        
        
          
            idare-i beytiye:
          
        
        
          evini idare
        
        
          etmek.
        
        
          
            idare-i diniye:
          
        
        
          dini hayatını
        
        
          idare etmek ve korumak.
        
        
          
            idare-i şahsiye:
          
        
        
          kendi şahsını
        
        
          idare etmek.
        
        
          
            ifrat:
          
        
        
          aşırılık, pek ileri gitme,
        
        
          haddini aşma.
        
        
          
            ihanet:
          
        
        
          hainlik, kötülük etme,
        
        
          arkadan vurma.
        
        
          
            malâyani:
          
        
        
          manasız, faydasız,
        
        
          boş (şey).
        
        
          
            menfaat:
          
        
        
          fayda.
        
        
          
            milletperver:
          
        
        
          milletini seven.
        
        
          
            mimsiz medeniyet:
          
        
        
          deniyet
        
        
          manasına gelen kötü mede-
        
        
          niyet.
        
        
          
            muvakkat:
          
        
        
          geçici.