en büyük bir ticaret veya mes’ud bir zenginin, müferrah
        
        
          ve serbestliğinden daha fazla ferah ve sürur ve serbest ve
        
        
          yaşayış tarzında sıhhat ve afiyetle,
        
        
          elhamdülillâh
        
        
          ,
        
        
          mes’udâne imrar-ı hayat eylemekte olduğumuzu ve
        
        
          Risa-
        
        
          le-i Nur
        
        
          ’un kudsî lütuf ve kerâmetlerine medyun bulun-
        
        
          duğumuzu itiraf ve tasdik ederiz.
        
        
          üstad Hazretlerinin me’zuniyet-i hususiyesiyle,
        
        
          Risale-i
        
        
          Nur
        
        
          namına neşriyat ve hakaik-ı imaniye noktasında, bil-
        
        
          hassa ibadet ve namaz hakkında şahsımın cahil ve âciz,
        
        
          nakıs, iktidarsız vaziyetimle vaki olan ve olacak bulunan
        
        
          telkinat-ı diniyedeki kuvvetli ikna ve müessir hitabelerin
        
        
          âsâr-ı fiiliyesini aynen müşahede ettiğimi, üstadım
        
        
          Risale-i
        
        
          Nur
        
        
          namına kemal-i fahirle, birçok namazsız Müslü-
        
        
          manları, elhamdülillâh, namaza ve câmilere devama mu-
        
        
          vaffak bulunmak gibi kudsî hizmetlerin âsâr-ı fiiliyesinden,
        
        
          risale-i nur’un büyük harika kerametinden tulû ettiğini ve
        
        
          etmekte olduğunu tasdik ederiz.
        
        
          Bu içinde bulunduğumuz Alman ve İngiliz harbinin bi-
        
        
          dayetinden devamı müddetince hadsiz zındıka ve müna-
        
        
          fıkların hiç yoktan sebepsiz olarak, şahsıma bir isnadat
        
        
          olsun için, gerek münevver fikirli âlim ve gerekse cahil
        
        
          mülhid hemen hemen birkaç dostlarım müstesna, mem-
        
        
          leket halkı ve kudsî hizmetimden küstürmek için şeytan-ı
        
        
          aleyh-i mâyestehık bütün memleket halkını iğfal ederek
        
        
          aleyhime tahrik etmiş olacaktır ki, “nazif, muhalif bir si-
        
        
          yasetle ittihad-ı İslâma taraftar eder, siyaset propaganda-
        
        
          sı yapıyor” zihniyetini şiddetle aleyhimde, memleket hal-
        
        
          kına ve erkân-ı hükûmete kadar sirayet ettiriyorlar.
        
        
          
            âciz:
          
        
        
          zayıf, güçsüz.
        
        
          
            afiyet:
          
        
        
          sağlık, esenlik.
        
        
          
            aleyh:
          
        
        
          karşı, karşıt.
        
        
          
            âlim:
          
        
        
          ilim ile uğraşan, ilim adamı.
        
        
          
            asar-ı fiiliye:
          
        
        
          fiilen yapılan işler.
        
        
          
            bidayet:
          
        
        
          başlangıç.
        
        
          
            bilhassa:
          
        
        
          özellikle.
        
        
          
            elhamdülillâh:
          
        
        
          Allah’a hamd ol-
        
        
          sun, Allah’a şükür.
        
        
          
            erkân-ı hükümet:
          
        
        
          hükümet üye-
        
        
          leri, bakanlar.
        
        
          
            ferah:
          
        
        
          gönül açıklığı, sevinç, se-
        
        
          vinme.
        
        
          
            hadsiz:
          
        
        
          sınırsız, sonsuz.
        
        
          
            hakaik-ı imaniye:
          
        
        
          imana ait ha-
        
        
          kikatler, imanî gerçekler.
        
        
          
            harika:
          
        
        
          olağanüstü.
        
        
          
            harp:
          
        
        
          savaş.
        
        
          
            hitabe:
          
        
        
          bir topluluğa karşı coştu-
        
        
          rucu sözler söyleme, nutuk.
        
        
          
            iğfal:
          
        
        
          yanıltma, gaflete düşürerek
        
        
          kandırma, aldatma.
        
        
          
            ikna:
          
        
        
          bir fikri, düşünceyi aklî delil-
        
        
          lerle kabul ettirme, inandırma.
        
        
          
            iktidarsız:
          
        
        
          güç yetirememe, bir
        
        
          işi gerçekleştirecek derecede gü-
        
        
          cün olmaması.
        
        
          
            imrar-ı hayat:
          
        
        
          hayat geçirme.
        
        
          
            isnadat:
          
        
        
          isnatlar, dayandırmalar,
        
        
          mal etmeler.
        
        
          
            ittihad-ı islâm:
          
        
        
          İslâm birliği, Pa-
        
        
          nislâmizm.
        
        
          
            kemal-i fahir:
          
        
        
          tam bir iftihar,
        
        
          övünme.
        
        
          
            keramet:
          
        
        
          ermişçesine yapılan iş,
        
        
          hareket veya söylenen söz, fikir.
        
        
          
            kudsî:
          
        
        
          mukaddes, yüce.
        
        
          
            lütuf:
          
        
        
          güzellik, hoşluk, iyilik, ih-
        
        
          san.
        
        
          
            medyun:
          
        
        
          borçlu, vereceği bulu-
        
        
          nan.
        
        
          
            mesudane:
          
        
        
          mutlu bir şekilde,
        
        
          saadet içerisinde.
        
        
          
            mesut:
          
        
        
          saadetli, bahtlı, mutlu.
        
        
          
            mezuniyet-i hususîye:
          
        
        
          özel izin,
        
        
          hususî müsaade.
        
        
          
            muhalif:
          
        
        
          zıt, karşıt, aykırı.
        
        
          
            muvaffak:
          
        
        
          başarmış, başarılı.
        
        
          
            müessir:
          
        
        
          tesir eden, tesirini gös-
        
        
          teren, eser ve iz bırakan.
        
        
          
            müferrah:
          
        
        
          feraha kavuşmuş, gö-
        
        
          nül huzuruna ermiş.
        
        
          
            mülhit:
          
        
        
          İslam dininden ayrılan,
        
        
          Allah’ı inkar eden, dinsiz, imansız.
        
        
          
            münafık:
          
        
        
          nifak sokan, arabo-
        
        
          zucu; kalbinde küfrü gizlediği
        
        
          halde Müslüman görünen.
        
        
          
            münevver:
          
        
        
          nurlu, ışıklı, par-
        
        
          lak.
        
        
          
            müstesna:
          
        
        
          istisna olan, hariç.
        
        
          
            müşahede:
          
        
        
          bir şeyi gözle gör-
        
        
          me, seyretme.
        
        
          
            nakıs:
          
        
        
          noksan, eksik.
        
        
          
            nam:
          
        
        
          ad.
        
        
          
            neşriyat:
          
        
        
          yayınlar.
        
        
          
            propaganda:
          
        
        
          bir inanç, dü-
        
        
          şünce, doktrin v.b. ni başkala-
        
        
          rına tanıtmak, benimsetmek
        
        
          amacını güden ve çeşitli vası-
        
        
          talarla yapılan faaliyet.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Be-
        
        
          diüzzaman Said Nursî’nin
        
        
          eserlerinin adı.
        
        
          
            sıhhat:
          
        
        
          sağlık, esenlik.
        
        
          
            sirayet:
          
        
        
          birinden diğerine
        
        
          geçme, bulaşma.
        
        
          
            sürur:
          
        
        
          sevinç, mutluluk.
        
        
          
            şeytan-ı aleyh-i mâyeste-
          
        
        
          
            hık:
          
        
        
          hak ettiğini ona Allah’ın
        
        
          vereceği şeytan.
        
        
          
            tahrik:
          
        
        
          hareket ettirme, hare-
        
        
          kete geçirme.
        
        
          
            taraftar:
          
        
        
          taraflı, bir tarafı des-
        
        
          tekleyen.
        
        
          
            tasdik:
          
        
        
          doğrulama, onayla-
        
        
          ma.
        
        
          
            telkinat-ı diniye:
          
        
        
          dinî ders ve
        
        
          öğüt verme.
        
        
          
            tulû:
          
        
        
          doğma, doğuş.
        
        
          
            üstad:
          
        
        
          öğretici, öğretmen.
        
        
          
            vâki:
          
        
        
          vuku bulan, olan, mey-
        
        
          dana gelen.
        
        
          
            vaziyet:
          
        
        
          durum.
        
        
          
            zındıka:
          
        
        
          dinsizlik, inançsızlık.
        
        
          
            zihniyet:
          
        
        
          kafa yapısı, düşün-
        
        
          ce şekli.
        
        
          
            | 72 | K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası