İkinci cihet:
        
        
          nasıl ki çok mübarek ve kudsî büyük bir
        
        
          zat, gayet fakir ve muhtaç bir adama, ümit edilmediği bir
        
        
          tarzda, iltifatkârâne, bir kapta, bazı kâğıtlara sarılı bir he-
        
        
          diye ihsan etse; elbette o bîçare adam, o pek büyük za-
        
        
          ta karşı hediyenin binler mislinden fazla teşekkür etmek
        
        
          ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan, o hediye
        
        
          ile gösterilen iltifatına karşı ne kadar teşekkürde israf ve
        
        
          ifrat etse de makbuldür. Ve o çok mübarek zatın o hedi-
        
        
          yesine sardığı kâğıtları da teberrük deyip şeker gibi yese,
        
        
          hatta o hediye içindeki cevizlerin sert kabuklarını da te-
        
        
          berrük diye ekmek gibi yutsa ve o hediyenin kabını mü-
        
        
          barek bir kitap gibi öpse ve başına koysa, israf olmadığı
        
        
          gibi; aynen öyle de,
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          yüzünde irade-i amme,
        
        
          inayet-i hassa iltifatını tevafuk zarfıyla ihsan edilmiş. el-
        
        
          bette tevafuka dair tafsilât, tasvirat, fiilî teşekküratın bir
        
        
          nev’idir ve sevincin ve minnettarlığın heyecanlı tereşşu-
        
        
          hatıdır; kusura bakılmaz. evet, böyle bir zatın iltifatını
        
        
          gösteren maddî kırk para ihsanına karşı kırk bin teşek-
        
        
          kür edilse israf değil.
        
        
          İkinci mesele:
        
        
          Ben hem kendimde, hem bu yakındaki
        
        
          risale-i nur talebelerinde, şuhur-i muharremeden son-
        
        
          ra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. sebebi-
        
        
          ni vazıhan bilmiyordum. Şimdi, eskide söylediğim tahmi-
        
        
          nî sebep, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:
        
        
          nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor; manevî
        
        
          hava da bozulsa, herkesin, istidadına göre bir sarsıntı
        
        
          verir. Şuhur-i selâse ve muharremede âlem-i İslâm’ın
        
        
          manevî havası umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve
        
        
          
            K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası
          
        
        
          
            | 77 |
          
        
        
          olmayan.
        
        
          
            mesele:
          
        
        
          önemli konu.
        
        
          
            minnettar:
          
        
        
          bir iyiliğe karşı teşek-
        
        
          kür duygusu içinde olan.
        
        
          
            misl:
          
        
        
          kat; eş.
        
        
          
            mübarek:
          
        
        
          feyizli, bereketli, kutlu.
        
        
          
            nev:
          
        
        
          çeşit, tür.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Bediüz-
        
        
          zaman Said Nursî’nin eserlerinin
        
        
          adı.
        
        
          
            şevk:
          
        
        
          keyif, neşe, sevinç.
        
        
          
            şuhur-i muharrame:
          
        
        
          savaşmanın
        
        
          haram olduğu mübarek aylar; Zil-
        
        
          kade, Zilhicce, Muharrem ve Re-
        
        
          cep.
        
        
          
            Şuhur-i selâse:
          
        
        
          Üç Aylar; Recep,
        
        
          Şaban ve Ramazan.
        
        
          
            tafsilât:
          
        
        
          tafsiller, açıklamalar,
        
        
          izahlar.
        
        
          
            tahminî:
          
        
        
          tahmin yoluyla, tahmi-
        
        
          ne ait, tahmine göre, aşağı yuka-
        
        
          rı hesaplanan.
        
        
          
            talebe:
          
        
        
          öğrenci.
        
        
          
            tarz:
          
        
        
          biçim, şekil.
        
        
          
            tasvirat:
          
        
        
          tasvirler, resmini yap-
        
        
          malar, bir şeyi çeşitli ifade şekille-
        
        
          ri ile anlatmalar.
        
        
          
            teberrük:
          
        
        
          bir şeyi bereket ve
        
        
          saadet vesilesi sayarak almak ve-
        
        
          ya vermek.
        
        
          
            tereşşuhat:
          
        
        
          damlamalar, sızıntı-
        
        
          lar.
        
        
          
            tesir:
          
        
        
          etki.
        
        
          
            teşekkürat:
          
        
        
          teşekkürler, minnet,
        
        
          memnuniyt ve şükür ifade etme-
        
        
          ler.
        
        
          
            tevafuk:
          
        
        
          uygunluk; belli sıra, ölçü
        
        
          ve münasebetler içerisinde birbi-
        
        
          rine denk gelme.
        
        
          
            umum:
          
        
        
          bütün.
        
        
          
            vazıhan:
          
        
        
          açık olarak, açıkça, açık
        
        
          açık, aşikâr, açık şekilde.
        
        
          
            zat:
          
        
        
          kişi, şahıs.
        
        
          
            ahiret:
          
        
        
          dünya hayatından
        
        
          sonra başlayıp ebediyen de-
        
        
          vam edecek olan ikinci hayat.
        
        
          
            âlem-i islâm:
          
        
        
          İslâm âlemi, İs-
        
        
          lâm dünyası.
        
        
          
            bîçare:
          
        
        
          çaresiz, zavallı.
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön.
        
        
          
            dair:
          
        
        
          alakalı, ilgili.
        
        
          
            ehl-i iman:
          
        
        
          inananlar, iman
        
        
          sahipleri.
        
        
          
            fiilî:
          
        
        
          fiille ilgili, gerçekten yapı-
        
        
          lan iş.
        
        
          
            fütur:
          
        
        
          zayıflık, gevşeklik,
        
        
          usanç.
        
        
          
            gayet:
          
        
        
          son derece.
        
        
          
            hakikat:
          
        
        
          gerçek, doğru.
        
        
          
            ifrat:
          
        
        
          aşırılık, pek ileri gitme,
        
        
          haddini aşma.
        
        
          
            ihsan:
          
        
        
          bağışlama, ikram et-
        
        
          me, lütuf.
        
        
          
            iltifat:
          
        
        
          güzel sözler söyleye-
        
        
          rek birini samimî olarak okşa-
        
        
          ma.
        
        
          
            iltifatkârane:
          
        
        
          iltifat edene
        
        
          yakışır şekilde, iltifat ederce-
        
        
          sine, iltifat ederek.
        
        
          
            inayet-i hassa:
          
        
        
          özel yardım,
        
        
          Cenab-ı Hakk’ın sevdiği kulla-
        
        
          rına yapmış olduğu hususî hi-
        
        
          mayesi ve yardımı.
        
        
          
            irade-i âmme:
          
        
        
          genel irade,
        
        
          güç.
        
        
          
            israf:
          
        
        
          gereksiz yere harcama,
        
        
          ihtiyaçtan fazlasını harcama,
        
        
          savurganlık.
        
        
          
            istidat:
          
        
        
          kabiliyet, yetenek.
        
        
          
            kudsî:
          
        
        
          mukaddes, yüce.
        
        
          
            maddî:
          
        
        
          madde ile alakalı, cis-
        
        
          manî.
        
        
          
            makbul:
          
        
        
          kabul edilmiş, ge-
        
        
          çerli.
        
        
          
            manevî:
          
        
        
          manaya ait, maddî