bir zemin ihzar etmek idi ki; bilmediği hâlde, ihtiyârsız
        
        
          olarak ona sevk olunuyordu. Bir hiss-i kablelvuku ile o
        
        
          nuranî hakikati bir maddî surette arıyordu.
        
        
          sonra, o hakikatin maddî ciheti dahi vücuda gelmeye
        
        
          başladı. sultan reşad, on dokuz bin altın lirayı Van’da
        
        
          temeli atılan o Medresetüzzehra’ya verdi, temel atıldı.
        
        
          Fakat sabık Harb-i Umumî çıktı, geri kaldı. Beş altı sene
        
        
          sonra Ankara’ya gittim, yine o hakikate çalıştım. İki yüz
        
        
          mebustan yüz altmış üç mebusun imzalarıyla, o medre-
        
        
          semize yüz elli bin banknot iblâğ ederek, o tahsisat ka-
        
        
          bul edildi. Fakat binler teessüf, medreseler kapandı, on-
        
        
          lar ile uyuşamadım, yine geri kaldı. Fakat Cenab-ı erha-
        
        
          mürrahimîn, o medresenin manevî hüviyetini Isparta vi-
        
        
          lâyetinde tesis etti;
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          ’u tecessüm ettirdi. İnşa-
        
        
          allah, istikbalde risale-i nur Şakirtleri o âlî hakikatin
        
        
          maddî suretini de tesis etmeye muvaffak olacaklar.
        
        
          eski said’in İttihad-terakki komitesine şiddet-i muha-
        
        
          lefetiyle beraber, onların hükûmetine ve bilhassa orduya
        
        
          karşı tarafgirâne yüksek takdiratı ve iltizamları ise, bir
        
        
          hiss-i kablelvuku ile, yağı içinde bulunan o cemaat-i as-
        
        
          keriyede ve o cemiyet-i milliyede bir milyona yakın evli-
        
        
          ya mertebesinde olan şühedayı altı yedi sene sonra teza-
        
        
          hür edeceğini hissetmiş, ihtiyarsız olarak, meşrebine mu-
        
        
          halif onlara dört sene tarafgir bulunmuş. sabık Harb-i
        
        
          Umumî çalkamasıyla, o mübarek yağı alındı, yağı alın-
        
        
          mış bir ayrana döndü. Yeni said dahi eski said’e muha-
        
        
          lefet edip, mücahedesine döndü.
        
        
          ì®í
        
        
          
            K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası
          
        
        
          
            | 95 |
          
        
        
          olmayan.
        
        
          
            mebus:
          
        
        
          milletvekili.
        
        
          
            medrese:
          
        
        
          eski dönemde ders
        
        
          okutulan düzenli öğretim kurulu-
        
        
          şu.
        
        
          
            medresetüzzehra:
          
        
        
          Bediüzza-
        
        
          man’ın doğuda (Van) yapılmasını
        
        
          idarecilere teklif ettiği, fen ilimle-
        
        
          riyle din ilimlerinin birlikte oku-
        
        
          tulmasını düşündüğü üniversite.
        
        
          
            mertebe:
          
        
        
          derece, basamak.
        
        
          
            meşrep:
          
        
        
          gidiş, hareket tarzı, tavır,
        
        
          tutum, meslek.
        
        
          
            muhalefet:
          
        
        
          uygun olmama, ayrı-
        
        
          lık; zıtlık.
        
        
          
            muhalif:
          
        
        
          zıt, karşıt, aykırı.
        
        
          
            muvaffak:
          
        
        
          başarmış, başarılı.
        
        
          
            mübarek:
          
        
        
          feyizli, bereketli, kutlu.
        
        
          
            mücahede:
          
        
        
          savaşma, mücadele.
        
        
          
            nuranî:
          
        
        
          nurlu, ışıklı, parlak, mü-
        
        
          nevver.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Bediüz-
        
        
          zaman Said Nursî’nin eserlerinin
        
        
          adı.
        
        
          
            sabık:
          
        
        
          geçen, geçmiş, olmuş.
        
        
          
            sevk:
          
        
        
          yöneltme.
        
        
          
            suret:
          
        
        
          biçim, şekil, tarz.
        
        
          
            şakirt:
          
        
        
          talebe, öğrenci.
        
        
          
            şiddet-i muhalefet:
          
        
        
          şiddetli şe-
        
        
          kilde karşı çıkma.
        
        
          
            şüheda:
          
        
        
          şehitler.
        
        
          
            tahsisat:
          
        
        
          bir kimse ve daire için
        
        
          ayrılmış para, ödenek.
        
        
          
            takdirât:
          
        
        
          takdirler, övgüler.
        
        
          
            tarafgir:
          
        
        
          bir tarafı tutan, taraflı.
        
        
          
            tarafgirane:
          
        
        
          taraf tutarcasına, bir
        
        
          tarafı destekleyerek.
        
        
          
            tecessüm:
          
        
        
          cisimleşme, cisim hali-
        
        
          ne gelme.
        
        
          
            teessüf:
          
        
        
          üzülme, eseflenme, bir
        
        
          şeyin tesirini hissetme, acı duy-
        
        
          ma.
        
        
          
            tesis:
          
        
        
          kurma, meydana getirme.
        
        
          
            tezahür:
          
        
        
          görünme, belirme, orta-
        
        
          ya çıkma.
        
        
          
            vilayet:
          
        
        
          il.
        
        
          
            zemin:
          
        
        
          yer.
        
        
          
            âlî:
          
        
        
          yüce, yüksek, ulu.
        
        
          
            banknot:
          
        
        
          kâğıt para.
        
        
          
            bilhassa:
          
        
        
          özellikle.
        
        
          
            cemaat-i askeriye:
          
        
        
          askerler
        
        
          topluluğu, askeri birlik.
        
        
          
            cemiyet-i milliye:
          
        
        
          millî cemi-
        
        
          yet.
        
        
          
            Cenab-ı Erhamürrâhimîn:
          
        
        
          inayet ve rahmet, yardım ve
        
        
          lütuf sahiplerinin en merha-
        
        
          metlisi olan, şeref ve azamet
        
        
          sahibi olan yüce Allah (c.c.).
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön.
        
        
          
            evliya:
          
        
        
          veliler, Allah dostları.
        
        
          
            hakikat:
          
        
        
          gerçek, esas.
        
        
          
            harb-i umumî:
          
        
        
          genel harp,
        
        
          umumî savaş; 1914-1918 yıl-
        
        
          ları arasında cereyan eden Bi-
        
        
          rinci Dünya Savaşı.
        
        
          
            hiss-i kablelvuku:
          
        
        
          Bir şeyi
        
        
          vukuundan önce hissetme,
        
        
          bir hadisenin gerçekleşme-
        
        
          sinden önce kalbe doğması.
        
        
          
            hüviyet:
          
        
        
          kimlik.
        
        
          
            iblağ:
          
        
        
          ulaştırma, gönderme.
        
        
          
            ihtiyâr:
          
        
        
          irade, tercih; kendi is-
        
        
          tek ve arzularına göre hare-
        
        
          ket etme.
        
        
          
            ihzar:
          
        
        
          hazır etme, hazırlama.
        
        
          
            iltizam:
          
        
        
          birinin tarafını tutma,
        
        
          tarafgirlik.
        
        
          
            inşaallah:
          
        
        
          ‘Allah izin verirse’
        
        
          manasında kullanılan bir dua.
        
        
          
            istikbal:
          
        
        
          gelecek zaman.
        
        
          
            ittihad-terakki:
          
        
        
          II. meşruti-
        
        
          yet’in ilanından sonra iktidarı
        
        
          ele geçiren parti.
        
        
          
            komite:
          
        
        
          encümen, kurul, ko-
        
        
          misyon.
        
        
          
            maddî:
          
        
        
          madde ile alakalı, cis-
        
        
          manî.
        
        
          
            manevî:
          
        
        
          manaya ait, maddî