“İstirahatimizin selbine sebep oldular” diye rivayet-i sahi-
        
        
          ha vardır.
        
        
          o hâlde kâfirin azap çekmesine acıyıp şefkat eden
        
        
          adam, şefkate lâyık hadsiz masumlara acımıyor; ve şef-
        
        
          kat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir.
        
        
          Yalnız bu var ki, müstahaklara afat geldiği zaman ma-
        
        
          sumlar da yanarlar, onlara acımamak olmuyor. Fakat,
        
        
          canilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkın-
        
        
          da gizli bir merhamet var.
        
        
          Bir zaman, eski Harb-i Umumîde, düşmanların, ehl-i
        
        
          İslâma ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katil ve zu-
        
        
          lümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda,
        
        
          şefkat ve rikkat ziyade olduğundan, tahammülüm hari-
        
        
          cinde azap çekerdim.
        
        
          Birden kalbime geldi ki, o maktül masumlar şehid
        
        
          olup velî olurlar; fânî hayatları, bâkî bir hayata tebdil edi-
        
        
          liyor; ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup, bâkî
        
        
          bir mal ile mübadele olur. Hatta o mazlumlar kâfir de ol-
        
        
          sa, ahirette kendilerine göre o dünyevî afattan çektikleri
        
        
          belâlara mukabil rahmet-i İlâhiyenin hazînesinden öyle
        
        
          mükâfatları var ki, eğer perde-i gayp açılsa, o mazlumlar
        
        
          haklarında büyük bir tezahür-i rahmet görünüp, “Yâ
        
        
          rabbî! Şükür, elhamdülillâh” diyeceklerini bildim ve kat’î
        
        
          bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şid-
        
        
          detli teessür ve elemden kurtuldum.
        
        
          ì@í
        
        
          
            afat:
          
        
        
          afetler, büyük belâ ve musi-
        
        
          betler.
        
        
          
            ahiret:
          
        
        
          dünya hayatından sonra
        
        
          başlayıp ebediyen devam edecek
        
        
          olan ikinci hayat.
        
        
          
            azap:
          
        
        
          günahlara karşı çekilecek
        
        
          ceza; eziyet, işkence, büyük sı-
        
        
          kıntı, şiddetli acı.
        
        
          
            bâkî:
          
        
        
          ebedî, daimî, sürekli ve ka-
        
        
          lıcı olan.
        
        
          
            belâ:
          
        
        
          musibet, sıkıntı.
        
        
          
            bilhassa:
          
        
        
          özellikle.
        
        
          
            cani:
          
        
        
          cinayet işlemiş kimse, acı-
        
        
          masız, gaddar.
        
        
          
            dünyevî:
          
        
        
          dünyaya ait.
        
        
          
            ehl-i islâm:
          
        
        
          İslâm topluluğu, Müs-
        
        
          lümanlar.
        
        
          
            elem:
          
        
        
          dert, üzüntü, maddî-mane-
        
        
          vî ıztırap.
        
        
          
            elhamdülillâh:
          
        
        
          Allah’a hamd ol-
        
        
          sun, Allah’a şükür.
        
        
          
            fânî:
          
        
        
          ölümlü, geçici.
        
        
          
            fıtrat:
          
        
        
          yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
        
        
          
            hadsiz:
          
        
        
          sınırsız, sonsuz.
        
        
          
            harb-i umumî:
          
        
        
          genel harp, umu-
        
        
          mî savaş; 1914-1918 yılları arasın-
        
        
          da cereyan eden Birinci Dünya
        
        
          Savaşı.
        
        
          
            hariç:
          
        
        
          bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
        
        
          kalan.
        
        
          
            hazine:
          
        
        
          zengin ve değerli kaynak.
        
        
          
            hükmünde:
          
        
        
          değerinde, yerinde.
        
        
          
            ifrat-ı şefkat:
          
        
        
          aşırı derecede şef-
        
        
          kat gösterme.
        
        
          
            kâfir:
          
        
        
          Allah’ı ve İslamiyeti inkar
        
        
          eden, dinsiz.
        
        
          
            kanaat:
          
        
        
          inanma, görüş, fikir.
        
        
          
            kat’î:
          
        
        
          kesin, şüpheye ve tereddü-
        
        
          de mahal bırakmayan.
        
        
          
            katil:
          
        
        
          öldürme.
        
        
          
            maktul:
          
        
        
          öldürülmüş, katledilmiş,
        
        
          vurulmuş kimse.
        
        
          
            masum:
          
        
        
          suçsuz, günahsız, saf, te-
        
        
          miz.
        
        
          
            mazlum:
          
        
        
          zulüm görmüş, haksızlı-
        
        
          ğa uğramış.
        
        
          
            mukabil:
          
        
        
          karşılık.
        
        
          
            mübadele:
          
        
        
          değiş-tokuş, karşılıklı
        
        
          olarak değiştirme.
        
        
          
            mükâfat:
          
        
        
          iyi bir iş veya hizmet-
        
        
          ten dolayı verilen şey, ödül.
        
        
          
            müstahak:
          
        
        
          hak eden, hak etmiş.
        
        
          
            müteellim:
          
        
        
          elemli, kederli, hü-
        
        
          zünlü, içi sızlayan.
        
        
          
            perde-i gayp:
          
        
        
          gayp perdesi, gizli
        
        
          perde; insanların bilmeyip sadece
        
        
          Allah’ın bildiği gayp âlemdeki
        
        
          manevî perde.
        
        
          
            rahmet-i ilâhiye:
          
        
        
          Allah’ın sonsuz
        
        
          rahmeti, İlâhî rahmet.
        
        
          
            rikkat:
          
        
        
          merhamet, acıma, başka-
        
        
          larının düştüğü durumdan dolayı
        
        
          müteessir olma hasleti.
        
        
          
            rivayet-i sahiha:
          
        
        
          sahih olan
        
        
          rivayet, Peygamberimizden
        
        
          doğru olarak, sahih olarak
        
        
          nakledilmiş hadis.
        
        
          
            sadaka:
          
        
        
          Allah rızası için ihti-
        
        
          yaç sahibi fakirlere yapılan
        
        
          yardım.
        
        
          
            selb:
          
        
        
          ortadan kaldırma, iptal
        
        
          etme; olumsuzlaştırma.
        
        
          
            suret:
          
        
        
          biçim, şekil, tarz.
        
        
          
            şefkat:
          
        
        
          acıyarak ve esirgeye-
        
        
          rek sevme, içten ve karşılıksız
        
        
          merhamet.
        
        
          
            şehit:
          
        
        
          İslâm şeriatine göre
        
        
          haksız yere öldürülmüş veya
        
        
          sel, yangın, deprem gibi mu-
        
        
          sibetlerde hayatını kaybet-
        
        
          miş mü’min kimse.
        
        
          
            şükür:
          
        
        
          görülen bir iyiliğe kar-
        
        
          şı hoşnutluk ve memnunluk
        
        
          ifade etme, teşekkür.
        
        
          
            tahammül:
          
        
        
          zor ve güç du-
        
        
          rumlara karşı koyabilme, kat-
        
        
          lanma.
        
        
          
            tebdil:
          
        
        
          değiştirme, dönüştür-
        
        
          me.
        
        
          
            tesir:
          
        
        
          etki.
        
        
          
            tezahür-i rahmet:
          
        
        
          rahmetin
        
        
          tezahürü; Allah’ın rahmetinin
        
        
          ortaya çıkması, görünmesi.
        
        
          
            velî:
          
        
        
          Allah’ın sevgisine, hima-
        
        
          yesine kavuşmuş, ermiş kim-
        
        
          seler, Allah dostu, evliya.
        
        
          
            ya Rabbî:
          
        
        
          Ey her şeyi en gü-
        
        
          zel şekilde terbiye ve idare
        
        
          eden Rabb’im.
        
        
          
            zayi:
          
        
        
          elden çıkmış, zarar, zi-
        
        
          yan.
        
        
          
            ziyade:
          
        
        
          fazla, fazlasıyla.
        
        
          
            zulüm:
          
        
        
          haksızlık, eziyet, iş-
        
        
          kence.
        
        
          
            | 92 | K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası