Mektubat - page 99

ehl-i tahkikin bir kısm-ı ekseri demişler ki: “Âlem-i be-
kaya şümulü yok.” diğer kısmı ise, “Anî olarak onlar da
az bir zamanda bir nevi helâkete mazhar olurlar. o ka-
dar az bir zamanda oluyor ki, fenâya gidip gelmiş hisset-
meyecekler.”
Amma bazı müfrit fikirli ehl-i keşfin hükmettikleri fe-
nâ-i mutlak ise, hakikat değildir. Çünkü, zat-ı Akdes-i
İlâhî madem sermedî ve daimîdir; elbette sıfâtı ve esma-
sı dahi sermedî ve daimîdirler. Madem sıfâtı ve esması
daimî ve sermedîdirler; elbette onların âyineleri ve cilve-
leri ve nakışları ve mazharları olan âlem-i bekadaki bâki-
yat ve ehl-i beka, fenâ-i mutlaka, bizzarure, gidemez.
kur’ân-ı Hakîm’in feyzinden şimdilik iki nokta hatıra
gelmiş; icmalen yazacağız:
Birincisi
: Cenab-ı Hak, öyle bir kadîr-i Mutlak’tır
ki, adem ve vücut, kudretine ve iradesine nispeten iki
menzil gibi, gayet kolay bir surette oraya gönderir ve ge-
tirir. İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir.
Hem adem-i mutlak zaten yoktur. Çünkü bir ilm-i mu-
hit var. Hem daire-i ilm-i İlâhînin harici yok ki, bir şey
ona atılsın. daire-i ilim içinde bulunan adem ise, adem-i
haricîdir ve vücud-i ilmîye perde olmuş bir ünvandır.
Hatta bu mevcudat-ı ilmiyeye, bazı ehl-i tahkik “a’yân-ı
sabite” tabir etmişler. öyle ise, fenâya gitmek, muvakka-
ten haricî libasını çıkarıp, vücud-i manevîye ve ilmîye gir-
mektir. Yani, hâlik ve fânî olanlar, vücud-i haricîyi bıra-
kıp, mahiyetleri bir vücud-i manevî giyer, daire-i kudret-
ten çıkıp daire-i ilme girer.
Mektubat | 99 |
o
n
B
eşinci
m
ekTup
hâlik:
helâk olan, yokluğa giden.
hariç:
dış.
haricî:
görünen, dışa ait.
hatır:
zihin.
helâket:
yıkılma, mahvolma, yok
olma.
hükmetmek:
karar vermek.
icmalen:
kısaca, özetle.
ilm-i muhit:
her şeyi ihata edici,
kuşatıcı ilim.
irade:
dileme, istek, tercih.
kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye
gücü yeten sonsuz kudret sahibi,
Allah.
kısm-ı ekser:
çoğunluk kısmı, bü-
yük bir kısmı.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
libas:
elbise.
mahiyet:
nitelik, asıl, esas.
mazhar olma:
nail olma, erişme;
görünme yeri olma.
mazhar:
göründüğü yer, ayna.
menzil:
yer.
mevcudat-ı ilmiye:
Allah’ın ilim
dairesindeki varlıklar.
muvakkaten:
geçici olarak.
müfrit:
ifrat eden, aşırıya giden.
nakış:
süs, işleme.
nev:
çeşit, tür.
nispeten:
oranla, kıyasla.
sermedî:
ebedî, sürekli, devamlı.
sıfât:
vasıflar, sıfatlar, özellikler.
suret:
biçim, tarz, şekil.
şümul:
içine alma, kaplama.
tabir etme:
adlandırma, yorum-
lama, ifade etme.
ünvan:
ad, nam.
vücut:
varlık.
vücud-i haricî:
vücudu ve varlığı
ortaya çıkan, bilinen vücut; mad-
dî varlık; beden.
vücud-i ilmî:
ilim ve mana olarak
var olmak.
vücud-i manevî:
manevî vücut,
manevî varlık.
Zat-ı akdes-i İlâhî:
Allah’ın her
türlü kusur ve noksandan uzak
mukaddes ve yüce zatı.
adem:
yokluk.
adem-i haricî:
Allah’ın ilmin-
de var olduğu hâlde, maddî
varlıklar âlemindeki yokluk.
adem-i mutlak:
mutlak yok-
luk, kesin yokluk.
âlem-i beka:
sonsuzluk âle-
mi, devamlı ve kalıcı olan ahi-
ret âlemi.
a’yân-ı sabite:
Allah’ın ilmin-
de eşyanın ezelde sabit olan
suret ve hakikatleri.
âyine:
ayna.
bâkiyat:
bâkîler, devamlı ve
kalıcı olanlar.
bizzarure:
mecburen, zorun-
lu olarak.
Cenab-ı Hak:
Allah, Hakkın ta
kendisi olan şeref ve azamet
sahibi Yüce Allah.
cilve:
tecelli, görünme, yansı-
ma.
daire-i ilim:
ilim dairesi.
daire-i ilm-i İlâhî:
Allah’ın il-
minin dairesi.
daire-i kudret:
kudret daire-
si, Allah’ın ezelî gücünün hâ-
kim olduğu daire.
ehl-i beka:
bâkî olanlar, son-
suza dek yaşayanlar.
ehl-i keşif:
bazı sırları Allah’ın
lütuf ve ihsanıyla bilen velîler.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştı-
ranlar, gerçekleri delilleriyle
bilenler.
esma:
isimler.
fânî:
ölümlü.
fenâ:
yok olma, yokluk.
fenâ-i mutlak:
sürekli yok
oluş, sonsuza kadar yok ol-
ma.
feyiz:
bereket, ilham, ilim
bolluğu.
gayet:
son derece, çok.
hakikat:
gerçek, doğru.
1...,89,90,91,92,93,94,95,96,97,98 100,101,102,103,104,105,106,107,108,109,...1086
Powered by FlippingBook