Mektubat - page 251

DördüncüMisal
: resul-i ekrem Aleyhissalâtü Ves-
selâmın bedduasına mazhar olmuş birkaç vakıayı beyan
ederiz:
Birincisi
: perviz denilen Fars padişahı, name-i nebevi-
yeyi yırtmış. resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ha-
ber geldi. Şöyle beddua etti:
o
¬r
bp
q
õn
e s
ºo
¡
s
?dn
G
yâRab!Nasıl
mektubumuparaladı;Sendeonuveonunmülkünüpar-
çaparçaet.
(1)
İşte şu bedduanın tesiriyledir ki, o kisra perviz’in oğlu
Şirviye, hançer ile onu paraladı; sa’d bin ebî Vakkas da
saltanatını parça parça etti. sasaniye devletinin hiçbir
yerde şevketi kalmadı. Fakat kayser ve sair melikler, na-
me-i nebeviyeye hürmet ettikleri için mahvolmadılar.
İkincisi
: tevatüre yakın meşhurdur ve ayat-ı kur’âniye
işaret ediyor ki:
Bidayet-i İslâm’da, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesse-
lâm, Mescidü’l-Haramda namaz kılarken, rüesa-i kureyş
toplandılar, ona karşı gayet bed bir muamele ettiler. o
da, o vakit onlara beddua etti.
İbni Mes’ud der ki: “kasem ederim, o bed muameleyi
yapan ve onun bedduasına mazhar olanların, gazve-i Be-
dir’de birer birer lâşelerini gördüm.”
(2)
Üçüncüsü
: Mudariyye denilen Arabın büyük bir kabile-
si peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı tekzip ettikleri için,
onlara kaht ile beddua etti. Yağmur kesildi, kahtugalâ
Mektubat | 251 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
imparatorlarına verilen ad.
kisra:
eskiden İran hükümdarları-
na verilen ad.
lâşe:
leş; ceset.
mahvolma:
perişan olma, orta-
dan kalkma.
mazhar:
bir şeyin göründüğü yer.
melik:
hükümdar, padişah, kral.
Mescidü’l-Haram:
Mekke’de, için-
de Kâbe’nin bulunduğu en büyük,
kutsal ibadet yeri.
meşhur:
tevatür derecesine vara-
mayan ve her nesilde ravisi iki-
den aşağıya düşmeyen hadisler.
muamele:
davranış, davranma.
mülk:
bir devlet ve hükümdarın
emir ve idaresi altında bulunan
memleket, ülke.
name-i nebevî:
Peygamber Efen-
dimizin mektubu.
name-i Nebeviye:
Peygamber
efendimizin mektubu.
Rab:
yaratan, besleyen, büyüten,
verdiği nimetlerle mahlûkatı ıslah
terbiye eden Allah.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
rüesa-i kureyş:
Kureyş’in reisleri,
başkanları, ileri gelenleri.
sair:
diğer, öteki.
saltanat:
sultanlık, hükümdarlık;
devlet.
şevket:
büyüklük, haşmet.
tekzip etmek:
yalanlamak.
tevatür:
bir Hadis-i Şerif’in, yalan
söylemelerini aklın kabulleneme-
yeceği kadar sayı ve sağlamlıkta-
ki bir topluluk tarafından aktarıl-
ması, rivayet edilmesi.
vakıa:
olay.
vakit:
zaman.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
ayat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
ayetleri.
bed:
fena, kötü, çirkin.
beddua:
kötü dua, bir kimse-
nin kötü olması için yapılan
dua.
beyan etmek:
anlatmak, açık-
lamak, bildirmek.
bidayet-i İslâm:
İslâmın baş-
langıcı, İslâmın ilk zamanları.
Fars:
İran.
Gazve-i bedir:
Bedir Savaşı.
hançer:
iki tarafı keskin, bü-
yük bıçak.
hürmet etmek:
saygı göster-
mek.
kabile:
göçebe insanlarda, ay-
nı soydan sayılan ve bir başa
itaat eden insan topluluğu,
boy, aşiret.
kaht:
kuraklık.
kahtugalâ:
kuraklık ve yokluk.
kasem:
yemin, and.
kayser:
eski Roma ve Bizans
1.
Buharî, 2:25, 4:54, 6:10; Kadı İyaz, Şifa, 1:328; Beyhakî, 4:387.
2.
Buharî, 1:37, 2:69, 138, 5:57, 94; Müslim, 3:1418, hadis no: 1794; Kadı İyaz, Şifa, 1:329; Müs-
ned, 1:417.
1...,241,242,243,244,245,246,247,248,249,250 252,253,254,255,256,257,258,259,260,261,...1086
Powered by FlippingBook