Mektubat - page 387

dahi, acz ve fakrıyla beraber, mazhar olduğu daimî mu’ci-
zat-ı sanatın ve havarik-ı iktidar, hazain-i servetin şaha-
detiyle, aynı mertebe-i tevhide işaret eder. demek, Şa-
hid-i ezelî, bütün kütüp ve suhufuyla; ve ehl-i şuhut, bü-
tün tahkikat ve küşufuyla; ve âlem-i şahadet, bütün mun-
tazam ahval ve hakîmâne şuunatıyla o mertebe-i tevhidde
bilicma ittifak ediyorlar.
İşte, o Vahid-i ehad’i kabul etmeyen, ya nihayetsiz ilâh-
ları kabul edecek veyahut ahmak sofestaî gibi hem ken-
dini, hem kâinatın vücudunu inkâr edecek.
İKİNCİ KELİME
o
?n
ór
Mn
h
İşte şu kelime sarih bir mertebe-i tevhidi göste-
rir. Şu mertebeyi dahi azamî bir surette ispat eden gayet
kuvvetli bir bürhanına şöyle işaret ederiz ki:
Biz gözümüzü açtıkça, kâinat yüzüne nazarımızı saldır-
dıkça, en evvel gözümüze ilişen, âmm ve mükemmel bir
nizamdır ve şamil, hassas bir mizandır. görüyoruz, her
şey dakik bir nizam ile, hassas bir mizan ve ölçü içinde-
dir.
daha bir parça dikkat-i nazar ettikçe, yeniden yeniye
bir tanzim ve tevziniyet gözümüze çarpıyor. Yani, birisi
intizam ile o nizamı değiştiriyor ve tartı ile o mizanı taze-
lendiriyor. Her şey bir model olup, pek kesretli munta-
zam ve mevzun suretler giydiriliyor.
Mektubat | 387 |
Y
irminci
m
ekTup
mazhar olma:
nail olma, erişme,
kavuşma; görünme yeri olma.
mertebe:
derece.
mertebe-i tevhid:
tevhid merte-
besi.
mevzun:
ölçülü.
mizan:
ölçü, denge.
model:
örnek, numune.
mu’cizat-ı sanat:
sanat mu’cize-
leri.
muntazam:
düzgün, düzenli, ter-
tipli.
mükemmel:
noksansız, tam, ek-
siksiz.
nazar:
bakış, bakma.
nihayetsiz:
sonsuz.
nizam:
düzen.
sarih:
açık.
Sofestaî:
Allah’ı kabul etmemek
için kâinatı ve kendi varlığını da
inkâr eden.
suhuf:
Allah’ın sahifeler şeklinde
bazı peygamberlerine gönderdiği
İlâhî emirler; bu emirleri ihtiva
eden sahifeler. (Hz. Âdem’e 10 sa-
hife; Hz. Şit’e 50 sahife; Hz. İdris’e
30 sahife; Hz. İbrahim’e 10 sahife
olmak üzere toplam 100 sahife-
dir.)
suret:
biçim, tarz; şekil, görüntü,
resim.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
Şahid-i ezelî:
ezelden ebede her
şeyi gören ve her şeye şahit olan
Cenab-ı Hak.
şamil:
genel, kaplayan.
şuunat:
işler, fiiller, faaliyetler.
tahkikat:
araştırmalar, soruştur-
malar.
tanzim:
düzenleme, sıraya koy-
ma.
tevziniyet:
dengelilik, ölçülülük.
Vahid-i ehad:
bir olan ve birliği
her şeyde tek tek tecelli eden,
görünen Allah.
vücut:
varlık.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahmak:
pek akılsız, sersem.
ahval:
hâller, durumlar.
âlem-i şahadet:
gözle gördü-
ğümüz âlem.
âmm:
umumî, genel.
azamî:
en fazla.
bilicma:
toplu hâlde, fikir bir-
liğiyle.
bürhan:
delil.
daimî:
sürekli, devamlı.
dakik:
ince.
dikkat-i nazar:
dikkatli bakış.
ehl-i şuhut:
kâinatta tevhid
delillerini seyreden, İlâhî gizli
sırları, hakikatleri Allah’ın iz-
niyle gören evliyalar.
fakr:
fakirlik, yoksulluk.
gayet:
son derece.
hakîmâne:
hikmetli bir şekil-
de; belirli gayelere yönelik,
yerli yerinde olarak. faydalı bir
şekilde.
hassas:
incelikli.
havarik-ı iktidar:
Allah’ın kud-
retinin harikalıkları.
hazain-i servet:
servet, zen-
ginlik hazineleri.
ilâh:
kendisine ibadet edilen.
inkâr etme:
reddetme, inan-
mama.
intizam:
düzen, tertipli olma.
ispat:
delil ve şahit göstere-
rek doğruyu ortaya koyma.
ittifak etme:
birleşme, fikir
birliği etme.
kâinat:
bütün âlemler, yara-
tılmış olan şeylerin tamamı,
bütün âlemler, varlıklar.
kesretli:
çok.
küşuf:
keşifler, evliyanın, Al-
lah’ın ilham etmesiyle göster-
dikleri gaypla ilgili sırlar, ma-
nevî sırlar.
kütüp:
kitaplar.
1...,377,378,379,380,381,382,383,384,385,386 388,389,390,391,392,393,394,395,396,397,...1086
Powered by FlippingBook