Mektubat - page 445

hissedersin. Hâlbuki, imanın verdiği nur ve şuur ile ve
sana gösterdiği ve bildirdiği esma-i İlâhiye adedince vah-
det alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetle-
ri var.
Meselâ, her ikinizin Hâlık’ınız bir, Malik’iniz bir,
Ma’bud’unuz bir, râzık’ınız bir; bir, bir, bine kadar bir,
bir. Hem, peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir; bir,
bir, yüze kadar bir, bir. sonra, köyünüz bir, devletiniz
bir, memleketiniz bir; ona kadar bir, bir. Bu kadar “bir,
bir”ler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve
uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağ-
layacak manevî zincirler bulundukları hâlde, şikak ve ni-
faka, kin adavete sebebiyet veren örümcek ağı gibi
ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine
karşı hakikî adavet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o
rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete
karşı bir istihfaf ve o münasebat-ı uhuvvete karşı ne de-
rece bir zulüm ve itisaf olduğunu, kalbin ölmemiş ise, ak-
lın sönmemiş ise anlarsın.
Üçüncü Vecih
Adalet-i mahzayı ifade eden
(1)
…'
ô r
No
G n
Q r
Rp
h l
I n
Qp
RG n
h o
Qp
õn
J n
’n
h
sırrına göre, bir mü’minde bulunan cani bir sıfat yüzün-
den, sair masum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde
olan adavet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm
olduğunu; ve bahusus bir mü’minin fena bir sıfatından
kıble:
namaza başlarken yöneli-
nen taraf; Kâbe-i Muazzamanın
bulunduğu yön.
kin:
gizli düşmanlık, garaz.
küre:
dünya, yeryüzü.
Ma’bud:
kendisine ibadet olunan,
kulluk edilen, Allah.
mahkûm etme:
hükmetme, ce-
zalandırma.
Malik:
sahip, her şeyin hakikî sa-
hibi olan Allah.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan; ruha ve içe ait olan, dü-
şünce bakımından.
masum:
kötülüğü olmayan, suç-
suz.
muhabbet:
sevgi.
mü’min:
iman eden, inanan.
münasebet:
bağlantı, ilgi, ilişki.
münasebat-ı uhuvvet:
kardeşlik
ilişkileri.
nifak:
iki yüzlülük, bozgunculuk.
nur:
aydınlık, ışık.
peygamber:
haber getiren, Al-
lah’ın elçisi, nebî, resul.
rabıta:
iki şeyi birbirine bağlayan
şey, ilgi, alâka.
rabıta-i vahdet:
birlik, beraberlik
bağı.
Râzık:
bütün yaratıkların rızıkları-
nı veren, rızıklandıran, Allah.
sair:
diğer, başka, gayri, öteki.
sebatsız:
kararsız,değişken.
sebebiyet:
sebep olma, gerektir-
me.
sıfat:
hâl, nişan, nitelik, vasıf.
şikak:
uyuşmazlık, kırgınlık, ayrı-
lık.
şuur:
kavrama gücü, bilinç.
tevhit:
birleme, birleştirme.
uhuvvet:
kardeşlik.
vahdet:
birlik.
vecih:
yön, şekil.
vifak:
aynı düşüncede olma,
uyum.
zulüm:
haksızlık, adaletsizlik, ezi-
yet.
adalet-i mahza:
gerçek, ku-
sursuz adalet.
adavet:
düşmanlık, husumet,
kin.
adet:
sayı.
alâka:
ilgi, ilişki, bağ.
bahusus:
özellikle.
cani:
acımasız, gaddar, zalim.
ehemmiyet:
pek önemli ol-
ma, değerlilik.
esbab-ı muhabbet:
sevgi ve
dostluğu gerektiren sebepler.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isim-
leri.
fena:
kötü, uygunsuz.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikî:
gerçek.
hâlbuki:
oysa ki.
Hâlık:
yoktan yaratan, her
şeyi yoktan var eden, yaratı-
cı; Allah.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
hürmet:
saygı.
ifade:
anlatma, söyleyiş tarzı.
iktiza etmek:
gerektirme, ge-
rekli olmak.
iman:
inanç, itikat.
istihfaf:
küçümseme, hafife
alma.
itisaf:
doğru yoldan ayrılma,
sapıtma.
ittifak:
ortak bir konuda, an-
laşma, birleşme, söz birliği.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, evren.
1.
Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. (Fâtır Suresi: 18.)
Mektubat | 445 |
Y
irmi
i
kinci
m
ekTup
1...,435,436,437,438,439,440,441,442,443,444 446,447,448,449,450,451,452,453,454,455,...1086
Powered by FlippingBook