Mektubat - page 469

(1)
p
In
ô p
N'
’r
G o
¢ûr
«n
Y s
’p
G n
¢ûr
«n
Y n
düşündüm.
(2)
n
øj
/
ô p
HÉ° s
üdG n
™n
e %G s
¿
p
G
okudum,
(3)
n
¿ƒo
© p
LGn
Q p
¬r
« n
d p
G B É s
f p
Gn
h ! És
f p
G
de-
dim. senin yerine teselli buldum. Cenab-ı Hak bir abdi-
ni severse, dünyayı ona küstürür, çirkin gösterir. İnşaal-
lah sen de o sevgililerin sınıfındansın. sözlerin neşrine
mânilerin çoğalması sizi müteessir etmesin. İnşaallah,
neşrettiğin miktar bir rahmete mazhar olduğu zaman,
pek bereketli bir surette o nurlu çekirdekler, kesretli çi-
çekler açacaklar.
Bazı sualler soruyorsunuz. Aziz kardeşim, yazılan ga-
lip sözler ve Mektuplar, ihtiyarsız, def’î ve anî bir suret-
te kalbe geliyordu, güzel oluyordu. eğer ihtiyar ile, eski
said gibi kuvve-i ilmiye ile düşünüp cevap versem, sönük
düşer, noksan olur. Bir miktardır ki, tulûat-ı kalbiye te-
vakkuf etmiş, hafıza kamçısı kırılmış. Fakat cevapsız kal-
mamak için gayet muhtasar birer cevap yazacağız.
Birinci sualiniz
: Mü’minin mü’mine en iyi duası na-
sıl olmalıdır?
El cevap
: esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü ba-
zı şerait dahilinde dua makbul olur. Şerait-i kabulün içti-
maı nispetinde makbuliyeti ziyadeleşir.
ezcümle, dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temiz-
lenmeli; sonra makbul bir dua olan salâvat-ı şerifeyi şe-
faatçi gibi zikretmeli ve ahirde yine salâvat getirmeli.
Çünkü, iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.
yi isteme.
kalbe gelmek:
manaların kalbe
hatırlatılması.
kamçı:
harekete geçirme aracı.
kesret:
çokluk.
kul:
Allah’ın yarattığı varlık, insan.
kuvve-i ilmiye:
ilim kuvveti, il-
min gücü.
makbul:
reddedilmeyen, kabul
gören.
makbuliyet:
beğenilmişlik, ge-
çerlilik.
mâni:
meneden, engel.
mazhar:
bir şeyin çıktığı yer, zu-
hur ettiği, göründüğü yer.
muhtasar:
ihtisar edilmiş, özet.
mü’min:
iman eden, inanan.
müteessir:
üzülmüş, etkilenmiş.
neşir:
dağıtma, yayma.
nispet:
oranla.
noksan:
eksiklik, kusurlu.
nur:
aydınlık.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
koruma, bağışlama, şefkat gös-
terme.
salâvat:
Hz. Muhammed’e (
ASM
)
rahmet ve esenlik dileme.
salâvat-ı şerife:
Peygamber
Efendimiz (
ASM
) için yapılan rah-
met duası.
sual:
soru.
suret:
biçim, görünüş.
şefaat:
birinden başkasının adına
bir ricada bulunma, günahların
affı için Peygamber Efendimizin
ve Allah katında makbul kişilerin,
Allah’ın izniyle aracılık yapması.
şerait:
şartlar.
şerait-i kabul:
kabul şartları.
teselli:
güzel sözler söyleyerek
rahatlatma.
tevakkuf etme:
duraklama.
tulûat-ı kalbiye:
kalbe doğan il-
ham ve manalar.
zikir:
anma.
ziyade:
çok, fazla.
abd:
kul, insan.
ahir:
en sonra.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
anî:
bir anda.
aziz:
sevgili, değerli.
bereket:
bolluk, mutluluk, Al-
lah vergisi.
def’î:
hemen, bir anda.
esbab-ı kabul:
kabul sebep-
leri, nedenleri.
ezcümle:
özellikle, bu cümle-
den olarak.
galip:
galebe eden, çoklukla.
gayet:
fazla, son derece.
hafıza:
İnsanda hatırlama
hassesi, bellek.
içtimaî:
toplanma.
ihtiyarsız:
elinde olmadan,
irade dışı.
inşaallah:
Allah isterse, Allah
dilerse.
istiğfar:
af dileme, affedilme-
1.
Gerçek hayat, ancak ahiret hayatıdır. (Buharî, Rikak: 1; Müslim, Cihad: 126-127; Tirmizî, Me-
nakıb: 55; İbniMâce, Mesacid: 3; Müsned, 2:381, 3:172, 180, 216, 276.)
2.
Allah sabredenlerle beraberdir. (Bakara Suresi: 153.)
3.
Muhakkak ki biz Allah’ın kullarıyız ve yine Ona döndürüleceğiz. (Bakara Suresi: 156.)
Mektubat | 469 |
Y
irmi
Ü
çÜncÜ
m
ekTup
1...,459,460,461,462,463,464,465,466,467,468 470,471,472,473,474,475,476,477,478,479,...1086
Powered by FlippingBook