Mektubat - page 477

İşte, kur’ân-ı Hakîm’in şu belâgatine bak ki, kıssa-i
Yusuf’un hatimesini ne suretle haber verdi. o haberde
dinleyenlere elem ve teessüf değil, belki bir müjde ve bir
sürur ilâve ediyor.
Hem irşat ediyor ki: kabrin arkası için çalışınız, haki-
kî saadet ve lezzet ondadır.
Hem Hazret-i Yusuf’un âlî sıddıkıyetini gösteriyor ve
diyor: dünyanın en parlak ve en sürurlu hâleti dahi ona
gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor; yine ahireti istiyor.
(1)
?
p
bÉn
Ñr
dG n
ƒo
p
bÉn
Ñr
dn
G
Sa i d Nu r s î
®
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlî:
yüce, yüksek.
bâkî:
ebedî, sürekli, var olan
Allah.
belâgat:
iyi, güzel, pürüzsüz
derin anlamı olan söz söyle-
me.
elem:
dert, üzüntü.
gaflet:
dikkatsizlik, Allah’tan
uzaklaşıp nefsinin arzularına
dalmak.
hakikî:
gerçek, doğru.
hâlet:
hâl, durum.
hatime:
son, nihayet.
irşat:
doğru yolu gösterme.
kabir:
mezar.
kıssa-i Yusuf:
Hz. Yusuf’un
kıssası, hikâyesi.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
meftun:
gönül vermiş, düş-
kün, tutkun.
müjde:
sevindirici haber.
saadet:
mutluluk, kutluluk,
bahtiyarlık.
sıddıkıyet:
sıddıklık, doğru-
luk.
suret:
biçim, görünüş.
sürur:
sevinç, mutluluk.
teessüf:
üzülme.
1.
Bâkî olan ancak Allah’tır.
Mektubat | 477 |
Y
irmi
Ü
çÜncÜ
m
ekTup
1...,467,468,469,470,471,472,473,474,475,476 478,479,480,481,482,483,484,485,486,487,...1086
Powered by FlippingBook