Mektubat - page 476

“Şu küçük bir nüktedir, şu izaha ve ehemmiyete değ-
mez” denilmez. elbette, şu çeşit mesailde en birinci tale-
be ve muhatap olan ve nüket-i kur’âniyeyi takdir eden
İbrahim Hulûsî, o nükteyi işitmek ister. öyle ise dinle:
en güzel bir kıssanın güzel bir nüktesidir. Ahsenülka-
sas olan kıssa-i Yusuf Aleyhisselâmın hatimesini haber
veren
(1)
n
Ú
p
ë p
dÉ° s
üdÉp
H »
p
ær
? p
ër
dn
Gn
h É k
ª p
?° r
ù o
e »
p
æs
`an
ƒn
J
ayetinin ulvî ve
lâtif ve müjdeli ve i’cazkârâne bir nüktesi şudur ki:
sair ferahlı ve saadetli kıssaların ahirindeki zeval ve fi-
rak haberlerinin acıları ve elemi, kıssadan alınan hayalî
lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bahusus kemal-i ferah ve sa-
adet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda mevtini
ve firakını haber vermek daha elîmdir; dinleyenlere “ey-
vah!” dedirtir. Hâlbuki şu ayet, kıssa-i Yusuf’un en par-
lak kısmı ki, Aziz-i Mısır olması, peder ve validesiyle gö-
rüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada
en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yu-
suf’un mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki:
Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha
parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf
kendisi Cenab-ı Haktan vefatını istedi ve vefat etti, o sa-
adete mazhar oldu.
demek, o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar
bir saadet ve ferahlı bir vaziyet, kabrin arkasında vardır
ki, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi hakikatbin bir zat, o
gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde, gayet acı olan mev-
ti istedi; tâ öteki saadete mazhar olsun.
ahir:
son, sonraki.
ahsenülkasas:
Kur’ân’daki kıssa-
ların en güzel olanı.
aleyhisselâm:
ona selâm olsun.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
aziz-i Mısır:
Mısır azizi, Hz. Yusuf,
yönetici başkan.
bahusus:
hususiyetle, özellikle.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
dünyevî:
dünya ile ilgili.
ehemmiyet:
önem, değer.
elbette:
kesinlikle, her hâlde.
elem:
dert, üzüntü.
elîm:
çok dert veren, acıklı.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç.
firak:
ayrılık.
gayet:
nihayet, son derece.
hakikatbin:
hakikati gören, haki-
kati anlayan.
hâlbuki:
hakikat ve doğrusu şu-
dur ki.
hatime:
son, nihayet, bitiş.
hayalî:
hayale ait, hayalle ilgili.
hengâm:
zaman, vakit.
i’cazkârâne:
benzerini yapmak-
tan insanları âciz bırakarak,
mu’cizeli bir şekilde.
ihbar:
haber verme, bildirme.
izah:
anlatma, açıklama yapma.
kabir:
mezar.
kemal-i ferah:
mükemmel bir fe-
rahlık.
kıssa:
anlatılan, ibret verici
hikâye.
kıssa-i Yusuf:
Hz. Yusuf’un
kıssası, hikâyesi.
lâtif:
hoş, güzel.
mazhar olmak:
kavuşmak;
erişmek.
mazhar:
nail olmuş, erişmiş,
kavuşmuş.
mesail:
meseleler.
mevt:
ölüm, vefat.
muhatap:
konuşulan kimse.
müjde:
sevindirici haber.
nüket-i kur’âniye:
Kur’ân’da-
ki ince konular.
nükte:
herkesin anlayamadı-
ğı ince mana.
peder:
baba.
saadet:
mutluluk, kutluluk,
bahtiyarlık.
sair:
diğer, başka.
suret:
biçim, görünüş.
takdir:
beğenme, lüzumunu
anlama.
talebe:
öğrenci.
ulvî:
yüksek, yüce.
valide:
ana, anne.
vaziyet:
durum, duruş.
vefat:
ölüm.
zat:
kişi, şahıs.
zeval:
zail olma, sona erme,
yok olma.
1.
Benim canımı Müslüman olarak al ve beni salihlere kat. (Yusuf Suresi: 101.)
Y
irmi
Ü
çÜncÜ
m
ekTup
| 476 | Mektubat
1...,466,467,468,469,470,471,472,473,474,475 477,478,479,480,481,482,483,484,485,486,...1086
Powered by FlippingBook