Mektubat - page 591

Üçüncü Mesele olan Üçüncü Risale
ŞuMesele,umumihvanımınekserilisan-ıhâlilevebirkıs-
mınınlisan-ıkàlileettikleriumumîbirsualin,hasvehusu-
sîvemahremcebircevabıdır.
Sua l :
senin ziyaretine gelen herkese diyorsun ki:
“Benim şahsımdan bir himmet beklemeyiniz ve şahsımı
mübarek tanımayınız. Ben makam sahibi değilim. Adî
bir neferin, müşir makamının evamirini tebliği gibi, ben
de manevî bir müşiriyet makamının evamirini tebliğ edi-
yorum. Hem, müflis bir adamın, gayet kıymettar ve zen-
gin elmas ve mücevherat dükkânının dellâlı olduğu gibi,
ben dahi mukaddes ve kur’ânî bir dükkânın dellâlıyım”
diyorsun. Hâlbuki, “aklımız ilme muhtaç olduğu gibi, kal-
bimiz dahi bir feyiz ister, ruhumuz bir nur ister ve hake-
za, çok cihetle çok şeyler istiyoruz. seni hacatımıza ya-
rayacak adam zannedip, senin ziyaretine geliyoruz. Bize
âlimden ziyade bir sahib-i velâyet, sahib-i himmet ve sa-
hib-i kemalât lâzım. eğer hakikat-i hâl dediğin gibi ise, zi-
yaretinize yanlış geldik?”, lisan-ı hâlleri diyor.
El cevap:
Beş noktayı dinleyiniz, sonra düşününüz;
ziyaretiniz beyhude mi, yoksa faydalı mıdır, o vakit hük-
mediniz.
bİRİNCİ NOkta
nasıl ki bir padişahın adî bir hizmetkârı ve bîçare bir
neferi, padişah namına feriklere, paşalara hedâyâ-i şa-
hanesini ve nişanlarını veriyor, onları minnettar ediyor.
mukaddes:
kusur ve noksanlar-
dan uzak, kutsal, aziz.
mübarek:
faydalı, feyizli, bere-
ketli, hayırlı.
mücevherat:
mücevherler, de-
ğerli taşlar.
müflis:
iflâs etmiş.
müşir:
mareşal.
müşiriyet:
mareşallik.
namına:
adına, hesabına.
nefer:
rütbesiz asker, er.
nişan:
bir hizmetten ötürü veri-
len madalya.
nur:
aydınlık.
padişah:
hükümdar, sultan, me-
lik.
paşa:
Osmanlılarda yüksek sivil
memurlara ve albaydan üstün
rütbede bulunan askerlere veri-
len ünvan.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap.
sahib-i himmet:
himmet ve gay-
ret sahibi.
sahib-i kemalât:
kemalât sahibi;
olgun ve fazilet sahibi.
sahib-i velâyet:
velâyet sahibi,
velî olan kimse.
sual:
soru.
tebliğ:
ulaştırmak, bildirmek.
umum:
bütün, cümle.
umumî:
herkesle alâkalı, herkese
ait.
zannetmek:
sanmak.
ziyade:
çok, fazla.
ziyaret:
bir yeri veya kimseyi
görmeye gitme.
adî:
normal, sıradan.
âlim:
bilgin, ilim adamı, hoca.
beyhude:
boşuna, faydasız.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yan, yön, taraf.
dellâl:
ilân edici; duyurucu.
ekserî:
çoğu, ekseriyetle.
evamir:
emirler, buyruklar,
işler.
faide:
fayda, yarar.
ferik:
korgeneral.
feyiz:
ilim, irfan, manevî gıda.
gayet:
çok, son derece.
hacat:
ihtiyaçlar, istekler.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hakikat-i hâl:
işin aslı, gerçe-
ği.
hâlbuki:
oysa ki.
has:
hususî, özel.
hedâyâ-i şahane:
şahane he-
diyeler, mükemmel hediye-
ler.
himmet:
yardım.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hususî:
özel, şahsî.
hükmetmek:
karar vermek.
ihvan:
kardeşler, dostlar, ar-
kadaşlar.
kur’ânî:
Kur’ân’a uygun.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
lisan-ı kàl:
konuşma dili.
mahrem:
gizli olan, herkesçe
bilinmemesi gereken.
makam:
manevî mevki.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mesele:
sorulup karşılığı iste-
nilen şey, cevabı istenen so-
ru.
minnettar:
iyilik yapan birisi-
ne karşı teşekkür hissi duyan.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
Mektubat | 591 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
1...,581,582,583,584,585,586,587,588,589,590 592,593,594,595,596,597,598,599,600,601,...1086
Powered by FlippingBook