Mektubat - page 596

evet, zahirden hakikate geçmek iki suretledir:
Biri
: tarikat berzahına girip, seyrüsülûk ile kat-ı mera-
tip ederek hakikate geçmektir.
‹kincisuret
: doğrudan doğruya, tarikat berzahına uğ-
ramadan, lütf-u ‹lâhî ile hakikate geçmektir ki, sahabe-
ye ve tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarik şudur. demek,
hakaik-ı kur’âniyeden tereşşuh eden nurlar ve o nurlara
tercümanlık eden sözler, o hassaya malik olabilirler ve
maliktirler.
beŞİNCİ NOkta
Beş cüz’î misal ile göstereceğiz ki, sözler, talim-i ha-
kaik ettikleri gibi, irşat vazifesini de görüyorlar.
Birinci Misal:
Ben kendim, on değil, yüz değil, binler
defa müteaddit tecrübatımla kanaatim gelmiş ki, sözler
ve kur’ân’dan gelen nurlar, aklıma ders verdiği gibi, kal-
bime de iman hâli telkin ediyor, ruhuma iman zevki ve-
riyor, ve hakeza… Hatta, dünyevî işlerimde, keramet sa-
hibi bir şeyhin bir müridi nasıl şeyhinden hacatına dair
medet ve himmet bekliyor, ben de kur’ân-ı Hakîm’in ke-
rametli esrarından o hacatımı beklerken, ümit etmedi-
ğim ve ummadığım bir tarzda bana çok defa hâsıl olu-
yor. Yalnız cüz’iyattan iki küçük misal:
Biri
: on Altıncı Mektupta izahı ve tafsili geçen, süley-
man isminde bir misafirime, katran ağacı başında koca
bir ekmek harika bir tarzda gösterilmiş. ‹ki gün, ikimiz o
hediye-i gaybîden yedik.
‹kinciMisal
: gayet küçük ve lâtif, bugünlerde vaki
olan meseleyi söyleyeceğim. Şöyle ki:
berzah:
iki şey arasındaki aralık,
geçit.
cüz’iyat:
ufak tefek şeyler; kü-
çük.
cüz’î:
küçük.
dair:
ait, ilgili.
dünyevî:
dünya ile ilgili.
esrar:
sırlar, aklın eremeyeceği
şeyler.
gayet:
çok, son derece.
hacat:
ihtiyaçlar, istekler.
hakaik-ı kur’âniye:
Kur’ân haki-
katleri.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı ve
esası.
has:
hususî, özel.
hassa:
nitelik, tesir, özellik.
hâsıl olma:
meydana gelme,
ulaşma.
hediye-i gaybî:
gayptan gelen,
gayba ait hediye.
himmet:
yardım, ihsan, lütuf.
iman:
inanmak, itikat; inanç.
irşat:
doğru yolu gösterme; gaf-
letten uyandırıp hidayet yolunu
gösterme.
izah:
açıklama.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat-ı meratip:
mertebelerde
yükselmek, ilerlemek.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya
tabiatüstü olaylar.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
lâtif:
hoş, güzel, şirin.
lütf-u ‹lâhî:
Allah’ın lütfu, yardı-
mı.
malik:
sahip.
medet:
inayet, yardım.
misal:
örnek, numune.
mürit:
tarikat öğrencisi, bir
şeyhe bağlı kişi.
müteaddit:
birçok, çeşitli.
nur:
aydınlık, ışık, ilim.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle şereflenen ve
onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
seyrüsülûk:
tarikata devam
etme; izlenecek usûl; bir ter-
biye yoluna girip devam
etme.
suret:
biçim, tarz, şekil.
şeyh:
tarikat kurucusu, bir ta-
rikatte en üst mertebeye
ulaşmış kimse.
tâbiîn:
Sahabeyi gören kim-
se.
tafsil:
ayrıntı, detay.
talim-i hakaik:
hakikatlerin
öğretilmesi.
tarik:
yol.
tarikat:
yol, Allah’a ulaşmak
için, şeyhin gözetiminde mü-
ridin takip edeceği terbiye
usul ve yolu, seyir ü sülûk sı-
rasında tutulan yol.
tarz:
şekil, biçim.
tecrübat:
tecrübeler, dene-
yimler.
telkin:
fikir aşılama, zihinde
yer ettirme.
tercüman:
tercüme eden,
başka bir dilde yazılmış veya
söylenmiş bir şeyi yine başka
dile çeviren, çevirici,
tereşşuh:
sızma, sızıntı yap-
ma.
vaki:
olmuş, meydana gelen.
vazife:
iş, görev.
zahir:
görünen, görünür.
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
| 596 | Mektubat
1...,586,587,588,589,590,591,592,593,594,595 597,598,599,600,601,602,603,604,605,606,...1086
Powered by FlippingBook