Mektubat - page 593

‹kİNCİ NOkta
‹mam-ı rabbanî ve Müceddid-i elf-i sani Ahmed-i Fa-
rukî (
rA
) demiş: “Hakaik-ı imaniyeden bir tek meselenin
inkişafı ve vuzuhu, benim indimde binler ezvak ve kera-
mata müreccahtır. Hem bütün tarikatlerin gayesi ve ne-
ticesi, hakaik-ı imaniyenin inkişafı ve vuzuhudur.”
Madem şöyle bir tarikat kahramanı böyle hükmedi-
yor; elbette, hakaik-ı imaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan
eden ve esrar-ı kur’âniyeden tereşşuh eden sözler, velâ-
yetten matlûp olan neticeleri verebilirler.
ÜÇÜNCÜ NOkta
Bundan otuz sene evvel, eski said’in gafil kafasına
müthiş tokatlar indi,
(1)
w
?n
M o
är
ƒn
ªr
dn
G
kaziyesini düşündü;
kendini bataklık çamurunda gördü. Medet istedi, bir yol
aradı, bir halâskâr taharri etti. gördü ki, yollar muhtelif;
tereddütte kaldı. gavs-ı Azam olan Şeyh-i geylânî radı-
yallahü Anhın Fütuhu’l-gayp namındaki kitabıyla tefeül
etti. tefeülde şu çıktı:
(2)
n
? n
Ñr
?n
b …
p
hGn
óo
j É k
Ñ«
p
Ñn
W r
Öo
?r
WÉn
a p
án
ªr
µ p
?r
G p
QGn
O
p‘
n
âr
fn
G
Aciptir ki, o vakit ben dârülhikmeti’l-‹slâmiye azası
idim. güya ehl-i ‹slâmın yaralarını tedaviye çalışan bir
hekim idim. Hâlbuki en ziyade hasta bendim. Hasta ev-
velâ kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir.
‹şte Hazret-i Şeyh bana der ki: “sen kendin hastasın.
kendine bir tabip ara.”
hak:
doğru, gerçek.
hakaik-ı imaniye:
iman hakikat-
leri.
halâskâr:
kurtarıcı.
hâlbuki:
oysa ki.
hekim:
doktor, tabip.
hüküm:
bir davanın veya bir me-
selenin tetkik edilmesinden son-
ra varılan karar.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma, açı-
ğa çıkma.
kaziye:
hüküm, karar, fikir.
kemal-i vuzuh:
tam bir açıklık.
keramat:
kerametler, velîlerin
olağan üstü sözleri ve hâlleri.
matlûp:
istenilen, hedeflenilen.
medet:
yardım, imdat.
mesele:
sorulup karşılığı istenilen
şey, cevabı istenen soru.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
Müceddid-i elf-i Sani:
ikinci bin
yılın müceddidi, yenileyicisi olan
‹mam-ı Rabbanî.
müreccah:
tercih edilen, üstün.
müthiş:
dehşetli, korkunç.
nam:
isim, ad.
netice:
sonuç.
radıyallahü anh:
Allah ondan ra-
zı olsun.
tabip:
hekim, doktor.
taharri:
arama, araştırma.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için, şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu, se-
yir ü sülûk sırasında tutulan yol.
tefeül:
bir kitabı rastgele açarak
denk gelen yeri okuma ve o kıs-
mı uğurlu sayma.
tereddüt:
kararsızlık.
tereşşuh:
sızma, damlama.
velâyet:
velîlik, Allah dostluğu.
vuzuh:
açıklık, açığa kavuşma.
ziyade:
çok, fazla.
acip:
hayret verici şaşırtıcı.
aza:
bir kuruluşa mensup,
üye.
beyan:
anlatma, açıklama.
Dârülhikmet:
1918-1922 yıl-
ları arasında büyük hizmetler
yapmış olan ‹slâm Akademisi
veya Yüksek ‹slâm Şûrası ma-
nasındaki dinî müessese.
Dârülhikmeti’l-‹slâmiye:
İs-
lâm âleminde ortaya çıkan
dinî meseleleri çözmek gaye-
siyle 1918-1922 yılları arasın-
da büyük hizmetler yapmış
olan İslâm Akademisi veya
Yüksek İslâm Şûrası manasın-
daki dinî kuruluş.
ehl-i İslâm:
İslâm topluluğu,
Müslümanlar.
elbette:
kesinlikle, mutlaka.
esrar-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
sırları, Kur’ân’a ait gizlilikler.
evvel:
önce.
evvelâ:
her şeyden önce.
ezvak:
zevkler, lezzetler, haz-
lar.
Fütuhu’l-Gayb:
Abdülkadir-i
Geylânî Hazretlerinin bir ese-
ri.
gafil:
dikkatsiz, uyanık olma-
yan.
gaye:
maksat, hedef.
güya:
sanki.
1.
Ölüm hak ve gerçektir.
2.
Sen Dârülhikmettesin; önce kendi kalbini tedavi edecek bir doktor ara.
Mektubat | 593 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
1...,583,584,585,586,587,588,589,590,591,592 594,595,596,597,598,599,600,601,602,603,...1086
Powered by FlippingBook