Mektubat - page 583

icmalen o adamın gelmesini hisseder. Fakat aklın şuuru
ihata etmediği için, kasten değil, ihtiyarsız olarak bahset-
meye sevk eder. ehl-i feraset, bazen keramet gibi geldi-
ğini beyan eder. Hatta bir zaman bende şu nevi hassasi-
yet fazla idi. Bu hâli bir düstur içine almak istedim, fakat
yakıştıramadım ve yapamadım. Fakat, ehl-i salâhatte ve
bahusus ehl-i velâyette bu hiss-i kablelvuku fazla inkişaf
eder, kerametkârâne, âsârını gösterir. ‹şte, umum avam
için dahi bir nevi velâyete mazhariyet var ki, rüya-i sadı-
kada, evliya gibi, gaybî ve istikbalî olan şeyleri görüyor-
lar.
evet, uyku nasıl ki avam için rüya-i sadıka cihetinde
bir mertebe-i velâyet hükmündedir; öyle de, umum için,
gayet güzel ve muhteşem bir sinema-i rabbaniyenin sey-
rangâhıdır. Fakat, güzel ahlâklı güzel düşünür; güzel dü-
şünen, güzel levhaları görür. Fena ahlâklı, fena düşündü-
ğünden, fena levhaları görür.
Hem, herkes için, âlem-i şahadet içinde âlem-i gayba
bakan bir penceredir. Hem mukayyet ve fânî insanlar
için, saha-i ıtlak bir meydan ve bir nevi bekaya mazhar
ve mazi ve müstakbel, hâl hükmünde bir temaşagâhtır.
Hem tekâlif-i hayatiye altında ezilen ve meşakkat çeken
zîruhların istirahatgâhıdır. ‹şte bu gibi sırlar içindir ki,
kur’ân-ı Hakîm,
(1)
Ék
JÉ n
Ñ° o
S r
ºo
µ n
er
ƒn
f É n
ær
?n
©n
Ln
h
nev’indeki ayetler-
le, hakikat-i nevmiyeyi ehemmiyetle ders veriyor.
hakikat-i nevmiye:
uyku hakika-
ti, uyku gerçeği, uykunun anlamı
ve özü.
hassasiyet:
hassaslık, duyarlılık.
hissetmek:
algılamak.
hiss-i kablelvuku:
bir şeyi olma-
dan önce hissetme duygusu, ön-
sezi.
hükmünde:
gibi, yerinde.
icmalen:
kısaca, özetle.
ihata:
sarma, kuşatma, tam kav-
rayış, zihnen, aklen ve bilgiyle
kavrayış.
ihtiyarsız:
elinde olmadan.
inkişaf:
açılma, gelişme.
istikbalî:
gelecek zamanla ilgili.
istirahatgâh:
istirahat yeri, din-
lenme yeri.
kasten:
bile bile, isteyerek.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya
tabiatüstü hâdiseler.
kerametkârâne:
kerametli bir
şekilde, keramet gösterircesine.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
levha:
tablo, manzara, görünüş.
mazhar:
nail olma, erişme.
mazhariyet:
görünme, nail olma,
kavuşma.
mazi:
geçmiş zaman.
mertebe-i velâyet:
velîlik merte-
besi, derecesi.
meşakkat:
sıkıntı, güçlük, zorluk.
muhteşem:
ihtişamlı, görkemli.
mukayyet:
kayıtlı, bağlı.
müstakbel:
gelecek zaman.
nevi:
çeşit.
rüya-i sadıka:
doğru olan rüya.
saha-i ıtlak:
serbest saha; sınırsız
meydan, alan.
sevk etmek:
göndermek, yön-
lendirmek.
seyrangâh:
gezinti yeri, muhte-
şem manzaralı yerler.
sinema-i Rabbaniye:
Cenab-ı
Hakkın tedbir ve iradesiyle, faali-
yet ve şuunatının âdeta sinema
perdeleri ve levhaları gibi göste-
rildiği âlem, mekân.
sır:
insanın aklının erişemediği
‹lâhî hikmet, gizli iş veya söz.
şuur:
bir şeyi anlama, tanıma ve
kavrama gücü; anlayış, idrak.
tekâlif-i hayatiye:
hayatın yük-
leri.
temaşagâh:
bakma ve gezinti
yeri.
umum:
herkes, bütün insanlar;
bütün.
velâyet:
velîlik, ermişlik, Allah
dostluğu.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı.
ahlâk:
seciye, tabiat, huy.
âlem-i gayp:
varlığı kesin
olan ve mahiyeti Allah tara-
fından bilinen, görünmeyen
başka dünyalar.
âlem-i şahadet:
şahadet âle-
mi, gözle gördüğümüz âlem.
âsâr:
eserler.
avam:
halk tabakası, sıradan
insanlar.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
bahsetmek:
sözünü yapmak,
konuşmak.
bahusus:
özellikle.
beka:
ebedîlik, kalıcılık, de-
vamlılık.
beyan etmek:
açıklamak,
izah etmek.
cihet:
yön, taraf.
düstur:
kanun, kural, prensip.
ehemmiyet:
kıymet, değer,
önem.
ehl-i feraset:
ferasetli olanlar,
çabuk sezme ve anlama ka-
biliyeti olanlar.
ehl-i salâhat:
dindarlıkta çok
ileri olanlar.
ehl-i velâyet:
velî olanlar; Al-
lah’ın dostluğunu kazananlar.
evliya:
velîler, Allah dostları.
fânî:
ölümlü, geçici.
fena:
kötü.
gaybî:
bilinmeyen, görünme-
yen.
gayet:
çok, son derece.
1.
Uykunuzu bir istirahat kıldık. (Nebe Suresi: 9.)
Mektubat | 583 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
1...,573,574,575,576,577,578,579,580,581,582 584,585,586,587,588,589,590,591,592,593,...1086
Powered by FlippingBook