Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Ortadoğu denilen yer!

Son zamanların en popüler ve en iştah açıcı mekânı olan yerden bahsetmek istiyorum.

Hani kanın durmadığı ve her gün binlerce gencin ve çocuğun öldüğü ve hatta olaya tarih açıdan bakıldığında kardeş Kabil’in Habil’i haince öldürdüğü, yani kardeş kanına bulanan topraklar.

Bu bölgeyi sizlere tanıtmak ve nasıl oluşturulduğunu göstermek istedim.

Genel olarak coğrafî ya da siyasî anlamda bölgeler ortak ve yakın özelliklerine göre sınıflandırılırlar. Örneğin kıtalar, denizlerle çevrili geniş toprak parçalarıdır. Yarımadalar, dağlar, nehirler, vs. bölgelerin sınırlarını belirler. Dinler, mezhepler veya konuşulan dil ve lehçeler vs. de bölgelerin tanımlanmasında kullanılabilir (İslâm Dünyası, Uzak Doğu örneklerinde olduğu gibi). Gelir düzeyi de bölgelendirmede yararlı olabilir (Doğu-Batı gibi). Kısacası bir toprak parçasının diğerlerinden ayrılabilmesi için anlamlı özelliklerinin olması ve en azından bir yönden ortak özelliklere sahip olması gerekir.

Bu kriterler çerçevesinde ele alındığında Ortadoğu diye bir bölge yoktur. 20. yüzyıla kadar da böyle bir isim dahi mevcut olmamıştır. Dikkatli inceleyecek olur isek, özellikle son yıllarda ‘Genişletilmiş Ortadoğu’ olarak sunulan bölge birbirinden oldukça farklı bölgelerden oluşmaktadır ve bölge ülkeleri ve halkları arasındaki ortak yönler sanılanın aksine oldukça azdır ve yapılan tüm çalışmalar sadece proje adı niteliğindedir.

Bu sözde bölge iki ayrı Okyanus (Hint ve Atlas Okyanusu), altı ayrı deniz (Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi, Karadeniz, Ege Denizi, Hazar Denizi) kıyılarında bulunmaktadır. Üç ayrı kıtaya (Afrika, Asya ve Avrupa) yayılmıştır. 10 ayrı alt bölgeden (Güney ve Kuzey Kafkasya, Kuzey Afrika, Arabistan, Büyük Filistin ve Suriye, Mezopotamya, Hazar Havzası, Orta Asya [Türkistan], Hint Yarımadası) oluşmaktadır. Üç tek tanrılı din (Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Yahudilik) ve neredeyse sayısız mezhebi ve yorumuyla bu bölgede yaşamaktadır. Dinsizlik ve pagan dini yorumlar da dahil olmak üzere binlerce dinî ve ahlakî inanış adı geçen geniş coğrafyada halen yaşanmaktadır ve bu anlamda dünyanın en büyük laboratuarlarından biridir. Batı hepsi Arap sansa da bölge başta Türkler, Araplar ve Farsiler olmak üzere onlarca farklı etnik-dilsel gruptan oluşmaktadır.

Başka bir deyişle ‘Genişletilmiş Ortadoğu’ diye adlandırılan ‘bölge’, yeryüzünde homojenlik açısından bölge olabilecek belki de en son coğrafyadır. Nitekim Sudan’ın Afrika-Arap kültürü ile Tunus’un Fransız-Afrika-Arap kültürü karşılaştırıldığında ne kadar farklı ülkelerden bahsettiğimiz kendiliğinden anlaşılacaktır. Veya Türkiye ile Afganistan karşılaştırıldığında, iki ülkenin ne kadar farklı olduğu kolayca görülecektir. Aynı şekilde Azerbaycan ile Mısır’ı karşılaştırmak, aynı bölge içinde zikretmek de tuhaftır. Bir Suudi Arabistan ile Kırgızistan, bir Kıbrıs ile Katar da aynı bölge içinde olamayacak kadar farklıdırlar.

Amerika ve İngiliz icadı

20. yüzyılın başlarına kadar Fransızlar Osmanlı toprakları için “Yakın Doğu” kavramını icat etmişlerdir. Bu kavram Osmanlı’nın başladığı yerde başlar, fakat nerede bittiği tam olarak belirlenmemiştir. Çin, Japonya gibi bölgelerin Uzak Doğu olduğu konusunda ise mutabakat vardır. Özellikle 19. yüzyılda Britanya İmparatorluğu’nun Çin ve çevresindeki ekonomik ve askerî yayılması Yakın Doğu (Near East) ve Uzak Doğu (Far East) ayırımının daha sık kullanılmasına yol açtı.

“Ortadoğu” (Middle East) kelimesi ise ilk olarak Eylül 1902’de Londra’da yayınlanmakta olan National Review’da görülmüştür. Kelimenin “mucidi” Amerikalı bir deniz subayı ve öğretim üyesi olan Alfred Thayer Mahan’dır (1840-1914). Mahan dünyaya hakim olacak gücün, denizlere hakim olan güç olduğu kuramının sahibidir. Özellikle Britanya (İngiliz) İmparatorluğu’nun deniz gücü üzerine uzman olan Mahan sıradan bir akademisyen değildir. Üç günlük 1894 Londra ziyareti esnasında tüm İngiltere onu ilgiyle karşılamış, başbakan ve muhalefet lideri de dahil olmak üzere en önemli isimlerle tanışmış ve önemli konuları tartışmıştır.

Kısacası, Ortadoğu “İngiliz Çıkar Bölgesi” idi. Bunun dışında coğrafî veya siyasî -kendisinden kaynaklanan- ayırıcı bir özelliği yoktu. “Bölge” dışı bir güç, kendi çıkarları için önemsediği bir toprak parçasına ad ve misyon veriyordu.

İngiltere’nin Ortadoğu kavramı bilindiği üzere Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Mısır’a kadar genişledi. Petrolün önemindeki artış ve dünya savaşı bölgenin genişlemesinde önemli bir rol oynadı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD “Yakın Doğu” ve “Ortadoğu” kavramlarını bir arada kullandı. Fakat temelde İngiltere’nin “çıkar bölgesi” bunda sonra ABD’ye geçiyordu. Artık Ortadoğu’nun ne olduğunu tanımlayacak olan ve kavramı genişletecek olan ABD idi.

Özetleyecek olur isek, gerçekte Ortadoğu diye bir bölge yoktur. Ortadoğu ne Doğu’nun ortasıdır, ne de homojen özellikleri olan bir bölgenin adı. Ortadoğu bir ‘çıkar bölgesi’ne verilen bir addır ve doymak bilmeyen bir iştahı anlatmaktadır. İştahlar arttıkça bölge de genişletilmektedir.

(Genç Yaklaşım Ağustos 2006 sayısından alınmıştır.)

Mahmut ŞAYLIKAY

07.09.2006


Sene içinde kudsî bir çekirdek: Berat

Yıllık bir program çerçevesinde yürütülen ticarî ve iktisadî faaliyetler yıl sonunda o program esaslarına göre kontrol ve teftiş edilir. Kâr-zarar hesapları yapılır. Kesin bilançonun tesbitinden sonra da gelecek yılın programı hazırlanarak şeklini alır. Her yıl tekrar edilen bu kontrol ve tesbit muâmeleleri sayesinde, iktisadî hayatta istikrarlı ve sağlam bir ilerlemenin temini mümkün kılınır.

Bu misâlin ışığında mânevî hayatımıza ve faaliyetlerimize bakalım. Dünya, ahiret hayatının kazanılmsı için yarıtılmış bir mânevî ticaret yeri olduğuna göre, o ticaretle alâkalı faaliyetlerin de yıllık muhasebeye tabi olması gayet tabiîdir. Bu muhasebenin vakti üç ayların içindedir ve Berat Kandiliyle başlayıp Kadir Gecesiyle biten devreye rastlar.

Kur’ân-ı Kerim’de “Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur”1 meâlinde bir âyet-i kerime vardır. Bir kısım müfessirlere göre Kadir Gecesini ifade eden bu âyet, diğer bazı müfessirlerce ise Berat Kandiline delâlet etmektedir. Her iki tefsiri telif eden diğer bir görüşe göre de, hikmetli işlerin tefrikinin yapılmasına Berat Gecesinde başlanmakta ve bu iş Kadir Gecesine kadar devam etmektedir. Peki bu hikmetli işler nelerdir ve bu âyetin mânası nedir?

Hz. İbni Abbas’tan (ra) rivayet edildiğine göre, hikmetli işlerin birbirinden ayırd edilmesi şu şekilde cereyan etmektedir: Bu seneden gelecek seneye kadar vuku bulacak hadiselerin hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır. Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve herşeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir. Rızıkla alâkalı defter Mikâil’e, harplere dair defter Cebrail’e, ölüm ve musîbetlerle alâkalı defter de Azrail’e teslim edilir. Fahr-i Razî’nin beyanına göre, bu defterlerin tanzimi Berat Gecesinde başlar ve Kadir Gecesinde tanzim işi tamamlanarak her bir defter, sahibine teslim edilir.2

Berat Kandilinin “Bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev’inden olması cihetiyle Leyle-i Kadrin (Kadir Gecesinin) kudsiyetinde” olması bu mânâlara da dayanmaktadır.3

Tefsirlerde bu gece ile alâkalı olarak şu mahiyette izahlara da rastlanmaktadır: Vergi ödendiği zaman nasıl vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir senet veriliyorsa, Allah da Berat Gecesinde mü’min kullarına berâet yazar. Bu gecenin beş ayrı husûsiyeti vardır: (1) Bütün hikmetli işlerin tefrikine başlanması, (2) bu gecede yapılacak ibadetlerin sair vakitlere nisbetle kat kat sevaplı olması, (3) Rahmetin bütün âlemi kuşatması, (4) mağfiretin coşması ve (5) Resûlullaha (asm) tam bir şefaat selâhiyetinin verilmiş olması. Zemzem suyunun bu gecede bariz bir şekilde coşup çoğalması da bu mânâları takviye eden kudsî bir işaret olarak yorumlanmaktadır.4

Peygamber Efendimizin (asm) hadis-i şeriflerinde Berat Gecesinin feyiz ve bereketini muhtelif şekillerde nazara vermişlerdir:

“Şaban’ın 15. gecesi geldiğinde, geceyi kâim, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına iner ve şöyle seslenir: ‘İstiğfar eden yok mu? Avf ve mağfiret edeyim. Rızık isteyen yok mu? Hemen rızıklandırayım. Belâya uğrayan yok mu? Hemen selâmet ve âfiyete kavuşturayım.’ (Hakezâ, fecrin doğmasına kadar bu minval üzere devam eder.)”5

Çünkü o gece İlâhî rahmet coşmuştur. Berat Kandili, beşer mukadderatının proramı çizilirken, insanlara verilen eşsiz bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirip günahlarını affettirebilen, gönlünden geçirdiklerini bütün samimiyetiyle Cenâb-ı Hakka iletip isteklerini Ondan talep eden ve belâlardan Ona sığınan bir insan ne kadar bahtiyardır. Buna mukabil, her tarafı istilâ eden bu Rahmet tecellisinden istifade edemeyen bir insan da ne kadar bedbahttır.

Resûlullah (asm) bir başka hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:

“Muhakkak ki, Allah Şaban’ın 15. gecesinde rahmetiyle yetişip herşeyi kuşatır. Bütün mahlûkatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka birşey düşünmeyenler müstesnâ.”6

Görüldüğü gibi, şu veya bu şekilde Allah’a ortak koşanlarla ruhları düşmanlık hisleriyle dolu kimseler de bu eşsiz gecenin sonsuz feyiz ve bereketinden istifade edememektedirler.

Üç aylara ayrı bir ruh ve hava ile giren Peygamber Efendimiz (asm) bilhassa Şaban ayına hususî bir itina gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve ahiret amellerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihyâ ederdi.

Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resûlullahı (asm) yanında bulamayan Hz. Aişe (ra) kalkarak onu aramaya başladı. Nihayet Baki kabristanında, başını semaya kaldırmış halde buldu. Peygamberimiz (asm) muhterem hanımına Berat Gecesinin fazîletini şöyle anlattı:

“Muhakkak ki, Allahu Teâlâ Şaban’ın 15. gecesinde dünya semasına rahmetiyle iner ve Benî Kelb kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca mağfiret eder.”7

İşlenen sevapların değeri sair vakitlerde on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur’ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harf için yirmi bin sevap alabilmekteyiz. Bu bakımdan, tam bir ihlâsla çalışıp ihyâsına gayret gösterilebildiği takdirde, Berat Kandili kişiye elli senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde kazandırabilmektedir. “Onun için, elden geldiği kadar Kur’ân ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kardır.”8

Ferdin çalışma ve kazanma gücü maddî hayatta olduğu gibi, mânevî hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun da çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü’min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz mânevî şirket, bize hesabından aciz kalacağımız sonsuz bir mânevî serveti kazandırabilir. Üstelik maddî kazançlarda, kazanç ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde, mânevî kârda böyle birşey kat’iyen bahis mevzuu değildir. Zirâ mânevî faaliyetler nurânîdir. Nur ise maddî eşya gibi bölünmez ve küçülmez.

Bu idrâk ve şuur içinde tes’id edeceğimiz Berat Kandillerinin hepimiz için hayırlara, feyizlere ve fütuhata vesile olmasını Cenâb-ı Hakkın sonsuz rahmetinden bekliyor ve niyaz ediyoruz.

(Üç Aylar ve Kandillerimiz, Y.A.N.)

Dipnotlar:

1. Duhan Sûresi, 4.

2. Hulâsatü’l-Beyan, 13:5251

3. Şuâlar, s. 426.

4. Hak Dini Kur’ân Dili, 5: 4295.

5. İbni Mace, İkame: 191.

6. A.g.e.

7. A.g.e.; Tirmizî, Savm: 39.

8. Şuâlar, s. 425.

07.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004