16 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

40. Yıl Röportajları

KIBRIS GAZİSİ, 40 YILLIK OKUYUCUMUZ OSMAN KARAHASANOĞLU:

YeniAsya’nın savunduğu düşüncelere İhtİyaç var...

Bize kendinizi tanıtır mısınız?

1950 yılında Çankırı Şabanözü ilçesi Ödek Köyü Çiftlik Mezrasında doğdum. Ailem burada hayvancılık ve tarım işleriyle geçimini temin ediyorlardı. Biz de hayvanlarımızı otlatır ve diğer işlerde ailemize yardım ederdik. Bulunduğumuz yerde okul olmadığı için yakın akrabalarımızın da yaşadığı Şabanözü ilçesinden ev alarak taşındık. İlk ve orta okulu burada, meslek lisesini de Çankırı’da okudum. 1968 yılında deniz astsubay sınıf okuluna girdim. 1969 yılında Radar Astsubayı olarak savaş gemilerinde göreve başladım. 12 Eylül 1980 askerî ihtilâli sonrası sicilim yüksek olduğu halde, eşimin örtülü olması ve benim dinimin emirlerini yaşamam sebebiyle sicil yönetmeliği bahane edilerek re’sen emekli edildim. Sosyal güvenlik primlerimi dışarıdan ödeyerek 1993 yılında emekli oldum. Ticarî gemilerde ikinci kaptan olarak çalışmaktayım. 1965 yılından beri şiir yazma ve fotoğraf çekme hobilerim var. Şiir ve fotoğraflarım bir çok sitede yayınlanmaktadır. Hat san’atları kursuna da katıldım. Okumak, sebzecilik, meyvecilik ve toprakla uğraşmayı çok seviyorum. İhsaniye Çiftlik Mahallesinde ikamet ediyorum.

Risâle-i Nurları nasıl tanıdınız? Yeni Asya

gazetesini ne zamandan beri okuyorsunuz?

İlk okula gitmeden 5-6 yaşlarında bulunduğumuz mezrada imamlık yapıp talebe okutan babamın halasının beyi Mehmet Hocaya gittim. Belirli bir süre okudum. Hatim etmeye yaklaştım, bir cüzüm kalmıştı. İlk okula başladıktan sonra devam ettiremedim. Babam akşamları kardeşlerimle bizleri toplar 32 farzdan sorar ve öğretirdi. Kendisi küçük yaştan beri namazını kılardı. Dedemler de müderris olarak talebe okutmuşlar, fakat benim ilkokul, ortaokul, sanat okulu derken dinî duygularım zayıfladı. Namazı ihmal eder hale gelmiştim.

1968 yılında Gölcük Deniz Astsubay Hazırlık okulunda okurken çarşıya çıktığımızda Deniz Kitapevine uğrardım. Dükkân sahibi, -Allah Rahmet etsin- Faik Cengiz Ağabey bizimle ilgilenir, sohbet eder ve kitap okurdu. Bu ilgi sebebiyle biz de dükkâna arkadaşlarla birlikte daha sık gitmeye başladık. Mehmet Tokmak arkadaşımızı derse dâvet etmişler, çok istifade etmiş. Beraber olduğumuz zamanlarda bu düşüncelerini bizimle paylaşırdı. Onun dâvetiyle ben de Risâle-i Nur derslerine katılmaya başladım. Yapılan imanî, İslâmî ve içtimaî konulardaki dersler sayesinde önemli bilgiler edindik. Ve Risâle-i Nurları kendimizde okuyup anlama gayretine girdik.

Arkadaşlarla birlikte ev tutmayı düşünüyorduk. Müsait olduğumuz vakitler dershanede kalabileceğimiz söylenince memnun olduk. Orada kalmaya başladık. Hafta sonları geziler düzenlenir; yüzme, top oynamak gibi faaliyetler yapılırdı. Biz de arkadaşlarımızla birlikte iştirak eder, Risâle-i Nurları okuyarak günümüzü en güzel şekilde değerlendirme fırsatımız olurdu. Bu suretle Risâle-i Nurları arkadaşların ilgi ve alâkasıyla tanıdık ve sahip çıkarak okumaya devam ediyoruz.

1968 yılında Yeni Asya gazetesi çıkmıyordu. Günlük olarak Bugün gazetesi vardı. Ben bazen onu alırdım, Nur Talebelerini tanıyınca haftalık İttihad gazetesini düzenli olarak okumaya başladım. Risâle-i Nur derslerinin etkisiyle ve İttihad gazetesini okuyarak ihmal ettiğim namazları aksatmamaya başladım. 1970 yılında Boğaz Köprüsü’nün temelinin atıldığı gün Yeni Asya gazetesinin ilk sayısı çıktı. Böyle bir neşir organı büyük bir boşluğu dolduracağı için çok memnun olduk ve sevindik. Risâle-i Nur Külliyatında geçen temel hususları anlayacağımız dilde bizlere aktaran Yeni Asya gazetesidir. Onun için çıktığı günden beri abonesiyim, alıp okumaya devam ediyorum. Türkiye ve dünyadaki insanların Yeni Asya gazetesinin takip ettiği ve savunduğu düşüncelere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Risâle-i Nurlarda sizi en çok etkileyen konular

nelerdir?

Risâle-i Nurlar; imanî bir şuur verdi. Onu tanımadan önce caminin yanından geçerken ezan sesini duymazdık, ama her türlü müzik sesini duyardık. Risâle-i Nurları tanıdıktan sonra kalp ve kulaklarımız açıldı. Ezan sesini duymaya başladık. İnsan olarak Yaratıcımıza karşı vazifelerimiz olduğunu idrak ettik.

Hazırlık okulunda okurken beklenmedik bir hadise yaşadığınızı duyduk. Bundan nasıl etkilendiniz?

Yaz günleri yatsı ezanı geç okunuyordu. Biz de yatma saati girdiği halde vaktin girmesini beklemek durumundaydık. Bir akşam abdest almıştım namaz kılacaktım. O anda nöbetçi subayı geldi, niçin beklediğimi sordu. Namaz kılacağımı söyledim, başımdaki takkeyi alıp gitti. “Peygamber Ocağı” bildiğimiz asker ocağında bu hareket benim çok zoruma gitti. Biz ordu içinde dini yaşantının serbest olduğunu düşünüyorduk, böyle olmadığını mezuniyet sonrası bir çok kez yaşayarak gördük.

Kıbrıs Barış Harekâtına katıldınız ve gazi oldunuz. Size ateş açan uçakların bizim uçaklarımız olduğu ve gemilerimizi batırdığımız söylenmektedir. Bu olayı yaşayan birisi olarak siz ne düşünüyorsunuz?

Bizim görevimiz çıkarma gemilerini kollamak, perde gemisi görevi yapmak ve deniz avlama gemisiydi. Gemimizde uçaksavar topları yoktu. Yunan hücumbotu bize ateş etti, yara aldık. Biz de onların iki hücum botunu vurduk. Bu gemiler Gölcük ve Beşiktaş Deniz Müzesindedir. Harekâtın ikinci günü Taşucu’nda çıkartma yapılacaktı. Basf bölgesine Yunanlıların çıkartma yaptığı haberi alınmış. Biz üç gemi bir tarafa hareket ettik. Oraya yaklaştığımızda bir uçak filosu bize ateş açtı. İlk hücumda Kocatepe Gemisi battı. İkinci hücumda biz yara aldık, diğer geminin de sitim devreleri patladı, yaralananlar oldu. Ben acil olarak Mersin Sigorta Hastanesinde yattım, sonra Adana’da askerî hastaneye nakledildim. Gülhane Askerî Hastanesinde ameliyat oldum. Şarapnel parçalarının ikisini çıkardılar, diğerleri vücudumda duruyor. İki ay hava değişiminden sonra birliğime döndüm. “Gemilerimizi kendi uçaklarımız vurdu” diye söylendi. Fakat o zamanın Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Kemal Kayacan’ın yakınlarından biri “Kıbrıs’ın Güneyinden kalkan İngiliz uçaklarının vurduğunu, onlarla ilişkilerin bozulmaması için bizim uçakların vurduğu söylentisi yayıldığını” iddia etti. İşin gerçeğini bulmak tarihçilere düşmektedir.

12 Eylül 1980 ihtilâlinde arkadaşlarınızla birlikte talihsizlik yaşadınız. Bizimle bunu paylaşır mısınız?

Cengiz Topel Hava Üssünde çalışıyordum ve Karamürsel’deki askerî lojmanlarına taşınmıştım. İş yerine giderken servis arabası Gölcük’ten geçiyordu. Bir akşam eve dönerken önceden komşuluk ettiğimiz depremde şehit olan Halil astsubay kardeşimiz servis aracına gelip hafta sonu birkaç arkadaşla birlikte -ailece- ziyaretimize geleceklerini söyledi. Müsait olduğumuz için kabul ettik. Aileleriyle birlikte geldiler, bir arkadaşın evinde oturuyorduk. Yalova’da bir öğretmen arkadaşda, Hamit Özdel ve benim isimlerimiz çıkmış. Karamürsel Merkez Komutanlığından bizim getirilmemizi istemişler. Görevliler geldiğinde misafirlerimizle birlikte oturduğumuz için onları da alıp Karamürsel Merkez Komutanlığına götürdüler. Bizi Yalova’ya sevk ettiler. Sabahleyin iki merkez komutanlığı arasında garip bir konuşmaya şahit olduk. Yalova Merkez Komutanlığı ‘bizim aradığımız adamlar geldi, diğerleri bize lâzım değil, göndermeyin’ derken Karamürsel Merkez Komutanlığı da muhakkak diğer arkadaşlarında Yalova’ya gönderilmesinde israr ederek ideolojik davranıyordu. O arkadaşları da getirdiler ve birlikte İstanbul Ortaköy Şehir Merkez Komutanlığı Karargâhına getirildik. Sorgulama sonrası Harbiye Nezarethanesinde haksız yere hakim karşısına çıkarılmadan kırk beş gün bekletildik. Selimiye’de savcı ‘Bunları neye getirdiniz, hiçbir silâhlı eyleme katılmamışlar’ dedi. Serbest kalıp görevimize başladık. İki ay sonunda sicilen emekli edildik. Zulüm bununla da bitmedi. Bir yıl sonra peşinen verdikleri karara kılıf bulma amacıyla dâvâ açıldı. O dönemde bize ceza verilmesi için iki generalin gelip baskı yaptığı duyumunu aldık. Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dâvâ açtık, o günün ihtilâl şartlarında haklı dâvâmız reddedildi. Mahkeme masraflarını da ödemek zorunda kaldık.

Sorgulama sırasında baskılara maruz kaldınız mı?

Merkez komutanlığında görevli Kubilay ismindeki bir albay benim dinime ve inancıma hakaret etmeye kalktı ve “Haremlik selâmlık yapıyor musunuz?” diye sordu. Peygamber Ocağı olarak bildiğimiz şerefli ordumuzun ne hale geldiğini gördük ve dindarlara yapılan baskıların ne kadar insanlık dışı olduğunu yaşadık. Nezarette olduğumuz günlerde abdest almak için istediğimiz halde su temin edilmediğini gördük ve bir litrelik su ile üç kişi abdest alıp ibadetlerimizi yaptık. Bazen su bulunmadığından teyemmüm ederek ibadetlerimizi aksatmadık. Bulunduğumuz yerde işkenceye maruz kalmış Kürt kökenli askerler vardı. Biri yapılan işkenceden meydana gelen bacağındaki el içi kadar büyük yarayı gösterdi ve bana “Bunu yapanlara ben bundan sonra hizmet etmem” diyerek yapılan muamelenin yanlışlığını ortaya koydu. Bu tür insanlık dışı hareketlerin, ırkçılık adına Türk milletine yapılan en büyük kötülük olduğunu düşünüyorum.

12 Eylül ihtilâlinden önce ve sonrasını ordunun içinde bulunmuş biri olarak mukayese yapar mısınız?

İhtilâl öncesinde gemide arkadaşlar arasında sağ, sol tartışmaları olurdu. Onlar kendi düşüncelerini anlatırken biz de İslâmiyeti anlatırdık. Bunun müsbet bir yönünün olduğunu düşünüyorum. Bizim kitap okumamıza ve kendimizi yetiştirmemize etkisi olurdu. Sol düşünceyi savunan bir çok arkadaş komünizmin çöküşünden sonra benden dinî kitap ve Kur’ân-ı Kerim meali istediler, temin ettim namaza başladılar.

12 Eylül ihtilâli, öncesi garnizonda tesettürlü eşlerimizle birlikte hiçbir problem çıkmadan oturtuyorduk. Misafirlerimiz rahatlıkla bizi ziyarete gelebilirlerdi. İhtilâl sonrası insanlarda dünyevîleşme, ön plana çıktı ve belirli odaklar dindarlar üstündeki baskıyı arttırdılar. Subay astsubayların ailelerine kadar araştırılmaya ve dinî eğilimi olanların annesi ve yakınlarında tesettürlü akrabaları varsa, haklarında soruşturma açılması veya sicillerinin bozulmasına ve askeriye ile ilişkilerinin kesilmesine sebep sayıldı. Eşim birkaç arkadaşıyla birlikte garnizonda oturan bir arkadaşını ziyarete gidiyorlar. Kapıdaki nöbetçi asker “Pardösüyü çıkaracaksın, başörtüyü şöyle bağlayacaksın” deyince; izzetle ‘Burası demir perde mi, bu nasıl haksız bir uygulama?’ diyerek geri dönmek zorunda kalmışlardır.

Yeni Asya’yı tercihinizin asıl sebebi nedir?

Yeni Asya gazetesi diğer yayın organlarından ayrı bir kulvarda koşuyor. Onun ölçüsü Kur’ân ve ondan tereşşuh eden Risâle-i Nurdur. Bediüzzaman nasıl “Ben bir kuru çubuk hükmündeyim” diyerek dikkatleri Risâle-i Nurlara çekiyorsa, gazetemiz de hiçbir minnet altına girmeden hakkın hatırını ali tutarak neşriyat yapıyor.

Yeni Asya size ve ailenize neler kazandırdı?

Böyle bir gazeteyi okumasak biz nerede olurduk diye bazen düşünüyorum. Her ne kadar dindar bir aileden gelmiş olsak da okulların verdiği yanlış eğitim ile yaşantımız bir hayli dinden uzaklaştı. Ben mücadeleci bir fıtrata sahip olduğum için her halde uç noktaların birinde, ya radikal İslâmcı veya aşırı sol görüşlü birisi olurdum. Müsbet iman hizmetinin önemini Risâle-i Nurlar ve Yeni Asya sayesinde öğrendim. Eşim ile ben derslere devam ediyoruz, çocuklarımı da bu istikamette yetiştirmeye çalışıyorum. Yeni Asya dergi ve neşrettiği kitaplarıyla bilgi seviyemizi her gün biraz daha yükseklere taşımaktadır.

Unutamadığınız hatıralarınız var mı?

Gemide göreve başladığım günlerde namazlarımızı sıkıntılı da olsa kılmaya çalışıyordum. Tersanede çalışan bir ağabeyin yazdığı, içinde Risâle-i Nurlardan değişik konuların bulunduğu “cep defterleri”nden birini bir askere vermiştim. Bir astsubay arkadaş görmüş, alıp komutana götürmüş. Onlar askere okutturup ne anladığını sormuşlar. Haliyle asker de anlatamamış. Subaylar kendileri de aralarında okumuşlar, anlayamamışlar. Gemi devresinden beni anons ettiler, gittim. “Bu defteri askere niçin verdin?” denildi. Ben de “Okuyup istifade etmesi için” dedim. “Sen oku ve bize anlat” dediler. Ben de bir bölümü okuyup anlattım. “Kendin oku, fakat başkasına verme” diyerek defteri iade ettiler. O zaman müsbet subaylar da vardı. Namaz vakti geçiyorsa birlikte iş yaptığımızda namaz kılmamız için kolaylık gösterirlerdi.

Yine bir gün namaz kılacak bir yer tahsis edilmediği için geminin “havalandırma” odasında namaz kılıyordum. Amerikalı subaylar gemiyi geziyormuş, benim bulunduğum odayı da gezmeleri gerekiyordu. Amerikalı subay “Rahatsız etmeyelim, sonra geliriz” deyip din ve vicdan hürriyetine saygı gösterirken; bizim subayımız benim kulağıma eğilip “Amerikalıya karşı ayıp oluyor, hemen selâm ver” demişti.

Günümüz gençliği hakkındaki düşünceleriniz

nelerdir?

Bizim gençlik dönemlerimizde internet yoktu, gazete kitap dergi ve TRT’nin radyo yayınları vardı. Hatta bu yayın organlarında Şeyh Said ile Said Nursî’yi birbiriyle karıştıracak kadar cehalet sergileyen programlara rastlamak mümkündü.

Cumhuriyet gazetesi iftira atmaktan sıkılmıyordu ve toplumun nazarına nefret uyandıracak bir Müslüman portresi çizmeye çalışıyordu. Biz bu şartlarda yetiştik. Bugünkü gençlik ise futbol ve sefahate teşvik edilerek, uyutulmuş hale getirilmeye çalışılıyor. İnternet bağımlılığı bir hastalık haline gelmiş, gençler onun cazibesinden kendilerini kurtarmakta zorlanır durumda.

Risâle-i Nurları tanıyarak nefsin hevesatından kurtulup ubudiyet dairesine giren gençlere iş düşüyor. Gençliğin elinden tutmak ve onları iman dersleri veren eserlerle tanıştırmak hususunda gayretlerimizin arttırılmasına ihtiyaç var.

Yeni Asya gazetesinin geleceği hakkında

düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Gazetemizin tirajının yüksek olması elbette önemlidir. Fakat kamuoyu etkisi için yeterli değildir. Tutarlılık istikamet, doğru teşhis ve tedavi metotları öncelikli olmalıdır. Okuyucuların artışı için bizim tembelliğimizi bırakıp gayrete gelmemiz gerek. Müslümanların birliğini esas alan bir cemaatin ‘maksatta ittifak’a ihtiyacı olduğu şüphesizdir. Bunun meydana gelmesi için dua ediyorum.

TALİP ÇİÇEK

16.06.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki 40. Yıl Röportajları

  (15.06.2010) - 40 YILLIK OKUYUCUMUZ NAZIM PINARCI:

  (30.05.2010) - GEMLİK'TE İKAMET EDEN, GAZETEMİZ YENİ ASYA'NIN 40 YILLIK OKUYUCUSU TEVFİK BOZ:

  (26.05.2010) - 40 YILLIK OKUYUCUMUZ LATİF KAYMAK:

  (23.05.2010) - Boyun eğmedik, meselelerimize sahip çıkmaya çalıştık

  (10.05.2010) - “Hakikatin gür sesi”ni her yere ulaştıralım

  (02.05.2010) - 30 yıl boyunca Yeni Asya’nın dağıtımını yaptım

  (25.04.2010) - 40 YILLIK OKUYUCUMUZ, EMEKLİ İMAM HATİP YAKUP ÖZLÜ:

  (16.03.2010) - Okuduğumuz gazeteleri başkalarına verirdik

  (08.03.2010) - Gazetemiz, nazarları Risâle-i Nur’a çeviriyor

  (07.03.2010) - Yeni Asya’yı heyecanla beklerdik


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.