25 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

General: İsrail tehdit!

HİÇBİR Amerikalı general, bu ülkede, İkinci Dünya Savaşı’nın Amerikan Genelkurmay Başkanı ve ünlü “Marshall Planı”nın yaratıcısı General George C. Marhall kadar tanınmadı. Biri hariç: Amerikan Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Orgeneral David Petraeus.

Bu iki komutanın, 60 yıl arayla “İsrail’in Ortadoğu’daki yapısının Amerikan ulusal güvenliğine aykırı olduğu” görüşünde birleşmeleri tesadüf olabilir mi?

O’NU ‘ÇUVALCI’ OLARAK TANIDIK

General Petraeus, Ortadoğu coğrafyasına 2003’te adım attığında, Amerikan 101’inci Hava İndirme Tümen Komutanı’ydı. Ana görev alanı Kuzey Irak’tı ve emrindeki albay Mayville komutasındaki ABD askerlerinin Süleymaniye’deki Türk birliğine saldırmaları ve çuval geçirme eylemlerinin de bir numaralı sorumlusu olarak tanındı.

Sonra... Petraeus yürüdü... Önce, 2007-2008 arasında Irak Komutanı oldu, şimdi ise Ortadoğu’dan Afganistan’a kadar uzanan bir alanı kontrol eden CENTCOM’un başında.

ORDUNUN İSRAİL ENDİŞESİ

Tarih: 16 Ocak 2010... Yer: Amerikan Genelkurmay Başkanı Amiral Michael Mullen’in brifing odası... Petraeus’un emriyle geniş bir sunum hazırlamış uzman ekip, Amiral Mullen’e “siyasi içerikli” brifing veriyor. 33 slayttan oluşan brifing 45 dakika sürüyor.

Çıkan tablo: İsrail’in Filistin konusunda sürdürdüğü politikalar Amerika’nın bölgedeki ulusal güvenliğini tehdit eder boyuta varmıştır. Amerika, Ortadoğu’da Arap ülkelerinin nefretini üzerine çekerken, bütün bir İslam dünyasını da kaybetmektedir. Bu durum, CENTCOM’un görev alanında sağlıklı ilişkiler kurulmasını önlemekte, Amerikan ulusal güvenliğini doğrudan tehdit etmektedir. İsrail kontrol altına alınmalı ve durdurulmalıdır!..

GAZZE İÇİN OBAMA’YA MEKTUP

General Petraeus, bu brifingle yetinmedi. İki gün sonra Beyazsaray’a bir mektup gönderdi. Amerikan ulusal güvenliğinin tam olarak tesis edilebilmesi ve bölgedeki Arap-Filistinli nüfusun korunabilmesi için Batı Şeria ve Gazze’nin kendi komutanlık alanına dahil edilmesini istiyordu!.. Beyazsaray’a tam anlamıyla “bomba” düşmüştü... Obama, öneriyi reddetti fakat Amiral Mullen’i, derhal, İsrail Genelkurmay Başkanı General Gabi Eşkanazi ile görüşmeye gönderdi. Buluşmanın İran’a dönük bir planlamanın adımı olduğu sanılıyordu ama Amerika, İsrail’e, bölgedeki askeri stratejisinin kabul edilemez olduğunu en üst makamdan duyuruyordu.

SÖZÜNÜN ARKASINDA

BİR ASKER

Petraeus’un “İsrail’i, Amerika’nın ulusal güvenlik tehditleri arasına sokan” yaklaşımı, belirli çevreleri rahatsız etti. Generalle ilgili “aleyhte yazılar”, derhal, Wall Street Journal, New York Times ve Washington Post’ta görülmeye başlandı. (Aynı kalemler Davutoğlu’nu da hedef alıyor.)

O ise, 16 Mart’ta sorgulanmak için çağrıldığı Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde şunları söylüyordu: “ABD’nin İsrail’e dönük kayırmacı politikaları sonucunda sorumluluk bölge alanımdaki Arap devletlerinde güçlü bir anti-Amerikan düşüncenin hakim olduğunu görmekteyim.”

Bu lafların sahibi, şu anda, ABD’nin Ortadoğu’daki güvenliğinden sorumlu bir numaralı koltukta oturuyor.

...Ve Petraeus özellikle Türkiye-İsrail il işkilerinde yaşanılan son gelişmelerle “İsrail’in mutlaka kontrol altına alınması” düşüncesinde haklı çıkıyor.

Marshall karşı çıkmıştı!

2’nci Dünya Savaşı’nda Amerika’yı zafere götüren Genelkurmay Başkanı George C. Marshall’ı hatırlatmamın tarihsel bir nedeni var: Marshall, İsrail’in kurulduğu 1948’de dönemin ABD Başkanı Truman’ın sağ kolu ve de Dışişleri Bakanı’ydı. Amerika’nın “İsrail devletini tanımasına” karşı çıkmış, hatta, Truman’ı aksi takdirde istifa edeceği yolunda da uyarmıştı. İsrail’in tanınmasından kısa süre sonra da sağlığını bahane ederek ayrıldı.

DİP NOT Bir başka general, gitti

Günümüzde sivil demokrasinin örneği olarak kabul edilen ABD’de son dönemlerde neden çok sayıda general konuşmaya başladı? Nedeni, ABD’nin, Roma İmparatorluğu gibi hızla “askerleşen” bir yapıya kavuşması. Yakında çok sayıda generalin daha çok konuştuğunu göreceğiz. Bakın, Afganistan harekatının komutanı McChrystal olayına... Rolling Stone dergisindeki “siviller ile ilgili görüşleri” yenilir yutulur gibi değil... Ama siz ülkenizin geleceğini sürekli savaşlara bağlarsanız, generallerinizi kontrol etmeniz çok zordur... Washington bunu yaşıyor...

Ardan Zentürk /Star, 24.6.2010

25.06.2010


Komutanlardan hesap sormak...

ABD Başkanı Barack Obama, Afganistan’da Taliban’a karşı savaşı yürüten en yüksek rütbeli komutan Orgeneral Stanley McChyristal’ı Beyaz Saray’a çağırıp hesap sordu.

McChyristal, bir dergide yer alan beyanatında, Obama’nın şahsına değil ama Afganistan’a yönelik politikalarına ağır eleştiriler yöneltiyordu.

Başkan Yardımcısı Joe Biden’le dalga geçiyor ve kendisini “ihanete uğramış” hissettiğini kaydediyordu.

Savaşı yürüten general, beyanatları ortaya çıkınca hemen Obama’dan özür diledi.

Ama Beyaz Saray bunu yeterli görmedi. Taa Kabil’den huzura çağırdı.

Hesap sordu.

Karşısına oturtup, demokratik bir ülkede yetkinin kimde olduğunu gösterdi.

Meğer ABD tarihinde 1953 Kore Savaşı’ndan bu yana hükümet politikalarını kamuoyunda eleştirme “saygısızlığı” gösteren tek generalmiş, McChyristal.

Uzmanlar, McChryristal’in kariyerinin bittiğinde birleşiyor.

Demek ki demokrasilerde sivil otoritesi böyle korunuyor.

Askerin sivil yönetime tabi olması ancak hesap sorabiliyorsa mümkün...

***

Bu konuda gelişmeleri konuştuğumuz bir dostum, “Bu sadece Batılı ülkelere has bir gelenek değil. İslam tarihinde çok daha çarpıcı bir örneği Mekke Fethi sırasında yaşanmıştı” dedi.

Peygamber Efendimiz, şehri kan dökülmeden alabilmek için komutanlarına emir veriyor.

Muzaffer ordu şehre girerken Ensar’ın komutanı büyük sahabe Saad Bin Ubade, Mekke’nin önde gelenlerinden olduğu halde İslam düşmanlığında o güne kadar önde giden Ebu Süfyan’ın yanından geçerken kendini tutamıyor. Duyacağı şekilde sesleniyor:

“Ey Ebû Süfyan! Bugün melhame-i kübra en büyük harp ve kıtal günüdür!”

Ebu Süfyan soluğu Efendimiz’in yanında alıyor.

Duyduklarını iletiyor.

Peygamberimiz onu teskin edici açıklamalar yapıyor.

Bu arada sarığını çıkarıp Saad Bin Ubade’ye gönderiyor.

Ona sancağını oğlu Kays’a bırakmasını emrediyor.

Yani muzaffer ordunun, Uhud’da da savaşmış deha komutanı azlediliyor.

Üstelik söz var, ama tek eylem yokken.

O, bu kadarcık sapmayı bile fazla görüyor.

Müşriklerin fitne kazanını kaynatmasını da böylece önlüyor.

***

Devlet yönetiminde ciddiyetin göstergesi, demek ki asırlardır pek değişmiyor.

Türkiye’de ise her nedense hesap sorulamıyor.

Şehit verilmesinde ihmali ortaya çıkanlar, hatta çete lideri olmakla suçlananlar bile halen koltuklarında oturuyor.

Örgütlü suçlara karışan ya da darbe ile suçlanan isimler değil açığa alınmak, terfi ediyor.

28 Şubat darbesinde Başbakan’a açıkça küfreden general terfi ettirilmişti.

Savunma konularında uzman Lale Kemal dün Taraf’ta benzer bir hesap sorma örneğini Güney Kore üzerinden anlattı.

Hükümet, Kuzey Kore’nin bir korveti batırması nedeniyle genelkurmay başkanını görevden alıp, 25 subay hakkında da soruşturma başlatmış.

Lale Kemal, daha da ileri gidip hesap sorulması ile ilgili çağrıda bulunuyor.

“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a düşen, bu ağustos şurâsında, terörde ihmali olanlar ile darbe suçlamalarından yargılanmakta olanların TSK ile ilişiğinin kesilmeleri ya da açığa alınmalarını sağlamaktır.”

Lale Kemal, şayet siyasiler üzerlerine düşeni yapıp hesap sorma görevini yerine getirmezse gelecek adına şu yürek burkan tespitte bulunuyor:

“Uçurumun kıyısında ölüm-kalım savaşı vermeye devam ederiz.”

Tespitinde sonuna kadar haklı kanaatindeyim. Sizce de öyle değil mi?

Erhan Başyurt / Bugün, 24.6.2010

25.06.2010


Profesyonel askerlik

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün, Çankaya Köşkü’nde topladığı Güvenlik Zirvesi’nden, başka kararlar yanında terörle mücadelede profesyonel ordunun öne çıkarılması hususu da yer almıştır. Aynı fikir Genelkurmay Başkanı tarafından da açıklanmıştır. Artan terörle birlikte Güneydoğu’dan çok sayıda şehit haberi gelmesi üzerine ‘askerler yeterli eğitime sahip olmadan çatışmalara sokuluyor’ eleştirileri yapılıyordu. (Yeni Şafak, 22 Haz. 2010, s. 13).

Biz, yalnızca belli bir alanda değil, fakat askerliğin tümüyle profesyonel (muvazzaf) hale getirilmesi konusunu yıllardır eş dost sohbetlerinde ya da çağırıldığımız konuşma programlarında yeri geldikçe ifade etmeye çalışırız.

Askerlik profesyonel olmalıdır. Mesleğin haysiyeti bunu gerektirir.

Bu ülkede askerlikten başka her meslek profesyonel olarak icra edilir. Bir tek askerliktedir ki, insanlar kendi asal işlerinden alınıp askerlik mesleğine sevk edilir. Adına temel eğitim denilen üç haftalık bir uygulamadan sonra adaylara yemin töreni gerçekleştirilir ve askerlik mesleğine dâhil edilir.

Askerlik ölme ve öldürme mesleği ve sanatıdır. Başka hiçbir mesleğin ucunda böylesine kesin bir risk söz konusu değildir.

Polislik asayişle ilgili bir meslektir. Fakat orada ölme ve öldürme esas değildir.

Her mesleğin kendine göre bir risk marjı vardır. Ancak bir tek askerlikteki risk ucunda ölüm taşır.

Başka herhangi bir meslekte de insanlar ölebilir. Fakat mesleğin kendisi ölme ve öldürme temeli üstüne bina edilmiş değildir.

İşte böylesine hassas bir meslekte insanları –bu işi temelde kendine meslek olarak seçmemiş olan insanları- kendi asal mesleklerinden alıp kısa bir eğitime tabi tuttuktan sonra mesleğe ithal edemezsiniz.

Bu durum, iki bakımdan sakıncalı: 1. Kendi sanatını, mesleğini sivil hayatta icra etmek suretiyle ekonomiye katkıda bulunan insan oradan çekip alınarak bir başka mesleğin içine sokuluyor. Böylece o kişi üretici olmaktan çıkartılıp tüketici hale getiriliyor. 2. Herhangi bir sıradan meslekte –demek istiyorum ki, ucunda ölüm riski bulunmayan herhangi bir meslekte- bile insanlar birkaç haftalık bir eğitimden sonra mesleğe dâhil edilmezler.

Bizdeki askerlik işi –yedek subay veya er olarak askere alınma işi- vaktiyle bir zorunluluğun sonucu olarak icat edilmiştir. O günlerin zorunluluğunu bu günün ilkesi olarak muhafaza etmeye çalışmak hangi mantıkla açıklanabilir, bilemiyorum.

A. Necdet Sezer zamanında, yüksek tahsil yapmış personelden 6 aylık bir hizmet içi eğitimden geçirildikten sonra polislik hizmetine alınmasına dair çıkartılan yasa tasarısı onun tarafından reddedilmişti. Gerekçesi de polislik mesleğinin hafife alınmaması gerektiği idi. Polislik, söyledik, ucunda ölüm olan bir meslek değildir. Orada ölüm olsa bile, bu durum o mesleğin asal özelliği değildir, arızidir. Bir mağaza tezgâhtarı da mesleğini icra ederken kazaya uğrayabilir. Ancak bu durum o mesleğin asal özelliği sayılmaz. Oysa askerlikte ölüm riski mesleğin mahiyeti icabıdır.

Şunu söylemek istiyorum: ucunda ölüm olmayan sıradan bir meslek için bile kişiyi o meslekten saymak için değil birkaç hafta, yerine göre birkaç yıl bile yeterli görülmezken; mesleğin mahiyeti icabı kişiyi ölmeye ve öldürmeye hazırlayan bir meslekte, eğitimin serapa profesyonel usule uygun biçimde yapılması zorunlu sayılmalıdır. Hiç kimseye üç haftalık bir eğitimden sonra bir mağaza tezgâhı teslim edilmez. Değil ki, askerlik hizmeti!..

Tekrar söylüyorum: yedek subaylık ve geçici askerlik hizmeti vaktiyle bazı zorunlulukların sonucu olarak getirilmiş bir uygulamadır. O günün zorunluluğunu bu günün ilkesi diye muhafaza etmenin bir anlamını bulmak kolay değildir.

Askerlik mesleği onun şanına yakışır biçimde tümüyle profesyonel hale getirilmelidir.

Bizim askerlik tarihimizde askerlik zaten profesyonel olarak icra edildiğinden bu durum geleneğimize yabancı da sayılmaz.

Rasim Özdenören / Yeni Şafak, 24.6.2010

25.06.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.