22 Eylül 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Aile-Sağlık

Çocuklar okula su götürmüyor

Pedİatrİ Birliği Derneği ve Damla Su tarafından yapılan Çocuklarda Sıvı Tüketimi Araştırması, okula beslenme çantası ve güvenilir su götürme alışkanlığı oranının çok düşük olduğunu ortaya koydu.

Araştırmaya göre, çocukların sadece yüzde 38’i okula beslenme çantası götürürken, beslenme çantasıyla beraber açılmamış su götürenlerin oranı ise yüzde 57 düzeyinde.

Pediatri Birliği Derneği ve Damla Su tarafından yapılan araştırma, çocukların okul dönemindeki sıvı tüketimi alışkanlıklarını ortaya çıkardı. Buna göre, annelerin sadece yüzde 38’i, çocuklarının okula götürmesi için beslenme çantası hazırlıyor. Çocuğuna beslenme çantası hazırlayan annelerin yüzde 65’i ise çocuğunun beslenme çantasındaki suyu her gün yeniliyor. Hem beslenme çantası hazırlama oranı hem de beslenme çantasına su koyma oranı Anadolu’da ciddî şekilde azalıyor.

OKULDA BAŞARI İÇİN YETERLİ SIVI TÜKETİMİ ŞART

Pediatri Birliği Derneği, okulların açıldığı ve çocukların zamanlarının büyük bölümünün okulda geçtiği dönemde aileleri, okula giden çocuklarının sıvı tüketimi konusunda uyardı. Yeterli sıvı tüketiminin, çocukların bedensel performanslarının yanı sıra zihinsel performanslarını ve öğrenme yeteneklerini etkileyen en önemli faktörlerden biri olduğuna dikkat çeken Pediatri Birliği Derneği Başkan Yardımcısı diyetisyen Nihal Tunçer, okul dönemi boyunca çocukların yeterli sıvı tüketmesini teşvik konusunda aileler kadar öğretmenlere de sorumluluk düştüğünü söyledi. Çocukların okuldaki başarılarında yeterli sıvı tüketiminin büyük rol oynadığını ve fiziksel performansın yanı sıra zihinsel performans için de yeterli sıvı tüketilmesi gerektiğinin altını çizen Tunçer, şunları kaydetti:

SIVI TÜKETİMİ TEŞVİK EDİLMELİ

‘’Büyümekte olan bedenlerin okul döneminde de sağlıklı beslenme ve yeterli sıvı tüketimini sağlayamaması halinde gelişim geriliği meydana gelebilir. Bilimsel birçok araştırma göstermiştir ki yetersiz sıvı tüketiminin, çocuklarımızın zihinsel performansı ve öğrenme yetenekleri üzerinde olumsuz etkileri olabilir. Hafif sıvı kaybı bile yorgunluk ve dikkat dağınıklığı meydana getirir. Çocuklarımızın yeterli ve güvenilir sıvı tüketimini takip edemediğimiz dönemde okuldayken de güvenilir sıvıya kolayca ulaşmalarını sağlamak gerekir. Bu nedenle çocuklarımızın beslenme çantalarına mutlaka güvenilir sıvı koymalıyız.’’

Çocukların sıvı tüketiminin mutlaka takip edilmesi gerektiğini belirterek, bu görevin evde ebeveynlere okulda ise öğretmenlere düştüğünü söyleyen Tuncer, ‘’Çocuklarda Sıvı Tüketimi Araştırması’ndan çıkan verilere göre, ailelerin yüzde 41’i, çocuklarını sıvı tüketimi konusunda yönlendirmeye gerek duymuyor. Annelerimiz, çocuklarının yeterli sıvı tükettiğini düşünebilir, fakat takip etmek şarttır. Nasıl ki çocuğumuzun yemeğini yeyip yemediğini kontrol ediyorsak, sıvı tüketip tüketmediğini de aynı ciddiyetle kontrol etmeliyiz. Bu görev evde ebeveynlere, okulda ise öğretmenlere düşüyor. Öğretmenler sık sık çocuklara sıvı tüketmelerini hatırlatmalı, onları sıvı tüketimine teşvik etmelidir’’ dedi.

22.09.2010


Aile terapisi yaygınlaşıyor

Çİftlerİn birbirleriyle ve çocuklarıyla yaşadıkları sorunları çözmeyi amaçlayan ‘’aile terapisi’’ uygulamasının, özellikle büyük şehirlerde yaygınlaşmaya başladığı bildirildi.

Acıbadem Adana Hastanesi’nde görevli Aile ve Evlilik Terapisti Dr. Obengül Ejder, aile terapisinin, aile bireyleri arasındaki ilişkileri ele alıp, yaşadıkları sıkıntılı ve zor süreçleri, onları bir araya getirip, çözüm için işbirliği yapmalarını sağlayarak çözmeyi amaçlayan bir çalışma olduğunu kaydetti.

Aile terapisinin, son yıllarda özellikle büyük şehirlerde yaygınlaştığını, Adana’da ise henüz yeni bir kavram olduğunu ifade eden Ejder, terapiye en çok kadınların başvurduğunu ya da ailenin gelmesine öncülük ettiğini belirtti.

Terapi ortamında, ‘’haklı-haksız’’ ya da ‘’suçlu-suçsuz’’ ayrımının yapılmasının söz konusu olmadığını belirten Ejder, şöyle devam etti: ‘’Aile içinde yaşanan zorluk ve sıkıntı ailenin bir ya da birden çok üyesinde, çeşitli şekillerde ortaya çıkabiliyor. İşleyişte sorunlar yaşanan ailelerde çoğu zaman, bir kişinin problemin kaynağı olarak belirlendiği, tüm sorumluluğun o kişiye yüklendiği bir savunma mekanizması görülebiliyor.

Bu kişiler ise sıkıntıları ile baş etmekte zorlanıyor ve kendi sıkılmışlığını, bastırılmışlığını ve bunalmışlığını ifade edememekten dolayı mağdur ve muzdarip oluyor ve yakınıyor. Hem belirlenmiş kişinin hem de bütününde ailenin sıkıntılı döngüsünden çıkabilmesi ve sistemin rahatlatılması için, terapötik müdahaleye gereksinim duyuluyor.’’

BLÖF OLSUN DİYE

Çift terapisi için başvuranların, en çok ‘’biz anlaşamıyoruz’’ şeklinde şikâyette bulunduklarını ifade eden Ejder, ‘’Ayrıca, ‘beni dinlemiyor’, ‘beni anlamıyor’, ‘birey olarak kabul etmiyor’, ‘kendi düşündüklerini düşünmemi, kendi davranışlarını uygulamamı istiyor’ ya da ‘eşim beni aldatıyor’ gibi şikâyetlere sıkça rastlıyoruz. Bunun yanında, ‘başkasına aşık oldum, evliliğimi de bozmak istemiyorum, ne yapmalıyım?’ ve ‘boşanmak istiyoruz, çocuklara nasıl söyleyeceğiz’ gibi sorularla da başvuruyorlar. Birçok kişinin de daha gerçekten boşanmaya hazır olmadığı halde, eşine blöf olsun diye boşanmak istediğini söylediğini gözlemliyoruz’’ dedi.

Genellikle çiftlerin ‘’ben, sen, o’ kavramlarının kullanıldığı cümlelerle geldiğini ifade eden Ejder, "Biz’ kelimesi çiftlere çok fazla geliyor, ‘biz’ kelimesini ‘benim içimde sen’ olarak algılıyorlar. Ancak, ‘biz’ kavramı, farklılıkların uyum içinde, birbirini tamamlaması ve farklı kişiliklerin ortak paydada rahat nefesler alarak, yaşanması anlamına gelmekte. Çiftlere bunu anlatıyoruz’’ diye konuştu.

CİNSEL SORUNLAR

Cinsel konularda ise çiftlerin, ‘’vajinusmus’’, ‘’ilk gece korkusu’’, ‘’cinsel isteksizlik’’, ‘’erken boşalma’’, ‘’ereksiyon problemleri’’, ‘’çeşitli cinsel takıntılar’’ ve en çok da çiftlerden birisinin monotonlaşmış bir evlilik veya cinsel beraberlikten sıkılmış olması problemi ile geldiklerini belirten Ejder, şöyle devam etti: ‘’Tabi bu problemlerin altında toplumsal örf ve adetler, çocukluk ve ergenlik çağında yaşanan aile içi ilişkilerin kalitesi veya travmalar, yanlış cinsel bilgilendirme, hatta hiç bilgilendirilmeme dolayısı ile yanlış duyumlar ve inanışlar edinme, baskı ve yasakların getirdiği cinsel mitler gibi daha birçok sorun yatıyor.’’

22.09.2010


Topuk dikeni büyük problem oluşturuyor

Podomanİa Ayak Sağlığı Merkezi uzmanlarından Nazlı Ekici, topuk dikeni, batık tırnak, mantarlı tırnak, çatlak topuk, nasır ve siğil gibi rahatsızlıkların ileride büyük problem oluşturduğunu söyledi.

Ekici, sağlık merkezlerinde sorunsuz ayakların bakımı, ortopedik ayakkabı ve tabanlıklar ile ayakla ilgili akla gelebilecek her türlü ihtiyaca cevap verdiklerini vurguladı. Farkında olmadan veya ihmallerden kaynaklanan sorunların ayaklarda gün geçtikçe ciddî sorunlar haline gelmesinin kaçınılmaz olduğunu ifade eden Podomania Ayak Sağlığı Merkezi uzmanlarından Nazlı Ekici, Gaziantep Adana ve İskenderun’daki vatandaşlara çözüm tekliflerini ücretsiz verdiklerini kaydetti. Ekici, “Sağlıklı da olsak ayda bir mutlaka ayak bakımı yaptırmamız sağlığımız için büyük önem taşımaktadır” dedi.

22.09.2010


Kan bağışında gönüllülere ihtiyaç var

AKDENİZ Üniversitesi Hastanesi Kan Merkezi Sorumlusu, İç Hastalıkları ve Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşen Timurağaoğlu, Kan naklinin birçok hastalığın tedavisinde hayatî önem taşıdığını belirterek, kan bağışçılarına çok ihtiyaç duyulduğunu söyledi.

‘Bir damla kan bir hayattır’ sloganı ile çalışmalarını sürdürdüklerini dile getiren Timurağaoğlu, bağışçı sayısının artması için halkın desteğine ihtiyaç duyduklarını söyledi. Kan naklinin (transfüzyon) birçok hastalığın tedavisinde çok önemli yeri olduğunu vurgulayan Ayşen Timurağaoğlu, Türkiye’de bağışçı sayısının gelişmiş ülkelere oranla son derece az olduğuna dikkat çekti. Tedavi için kullanılan kanların tek kaynağının sağlıklı kişiler olduğunun altını çizen Timurağaoğlu, “Güvenilir kanın gönüllü bağışçılardan sağlanacağı Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere ilgili kuruluşlar tarafından genel bir kural olarak kabul edilmektedir. İhtiyaç duyulan kanın gönüllü, karşılık beklemeksizin, düzenli ve bilinçli bağışçılardan temin edilmesi halinde en düşük riske sahip olduğu bilinmektedir.” dedi. Sağlıklı olmak şartıyla 18- 65 yaş arasındaki her bireyin kan verebileceğini belirten Ayşen Timurağaoğlu, bağışçının TC kimlik numarası, bilgileri ve iletişim bilgilerinin kaydedildiğini söyledi. Türkiye’de yerleşik olarak bulunan yabancıların da kan verebileceğini bildiren Timurağaoğlu, “Ancak turist olarak gelmiş olanlar kabul edilmez. Ülkemizde yüksek oranda görülen Akdeniz anemisi, kanser hastaları, ameliyatlar, kanamalar ve pek çok rahatsızlığı olan kişilere hayatlarının bir döneminde kan gerekebiliyor. Bu hastaların sık sık kan alması gerekmektedir.” diye konuştu.

22.09.2010


Günde 5 gramdan fazla tuz hipertansiyon sebebi

Ümranİye Hisar Intercontinental Hospital kardiyoloji uzmanı Doç. Dr. Tuba Bilsel, tuz kısıtlaması yapmayıp günde 5 gramdan fazla tuz kullanılmasının hipertansiyon sebepleri arasında yer aldığını bildirdi.

Doç. Dr. Bilsel, tansiyonun kanın damarlardan geçerken damar duvarlarına uyguladığı basınç olduğunu belirterek, normal kan basıncının 120/80 olarak ölçüldüğünü, bu değerlerin 140/90’dan fazla olmasının hipertansiyon (yüksek tansiyon) olarak tanımlandığını anlattı. Hipertansiyonun hemen hemen her yaşta görülebildiğini, 50 yaşından sonra hem erkeklerin hem de kadınların yaklaşık yarısının hipertansif olduğunu ifade eden Bilsel, ‘’Bunun yanı sıra sigara içenlerde, fazla kilolu olanlarda, hareketsiz yaşam tarzını benimseyenlerde, kontrolsüz diyabetiklerde ve tuzla arası iyi olanlarda hipertansiyon hem daha erken yaşlarda hem de daha sık görülür. Tuz kısıtlaması yapmayıp günde 5 gramdan fazla tuz kullanma, hipertansiyon nedenleri arasında yer alıyor’’ dedi. Yüksek tansiyonun genellikle hiç belirti vermeden yıllar boyu sürebileceğine işaret eden Bilsel, belirti verdiğinde ise organlarda kalıcı hasara neden olabildiğini söyledi. ‘’30 yaşından sonra, hiçbir şikâyetleri olmasa bile, kişilerin tansiyon değerleri hakkında bilgi sahibi olmaları erken tanı ve tedavi için çok önemlidir’’ diyen Bilsel, yüksek tansiyon ile baş ağrısı arasında ilişki olmadığını, bu konunun yanlış bilindiğini de kaydetti. Hipertansiyonun tedavi edilebilir bir hastalık olduğuna dikkat çeken Bilsel, ‘’Yeter ki varlığının farkına varılsın ve henüz organlara zarar vermeden tedaviye başlansın’’ dedi.

22.09.2010


Bel ve boyun fıtığı ağrılarına kolay çözüm

Günümüzde fizyoterapide bel ile boyun fıtığı kaynaklı ağrıları gidermede kullanılan en etkili yöntem olarak bilinen ve omurları 3 boyutlu olarak birbirinden uzaklaştırarak omurlar arası mesafenin genişlemesini sağlayan ‘’dikey traksiyon’’ cihazıyla yatağa bağımlı olmadan ağrılarınızdan kurtulabilirsiniz.

Samsun Romatem Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi Fizik Tedavi Uzmanı Prof. Dr. Ferhan Cantürk, bel ve boyun fıtığının toplumda en çok görülen rahatsızlıklardan biri olduğuna dikkati çekerek, günümüzde bazı istisnalar dışında bel ve boyun fıtığında cerrahi müdahalenin en son düşünülen tedavi seçeneği olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Cantürk, tıp teknolojisinde cerrahiye gerek kalmadan, fizik tedavi ve rehabilitasyon ile bel ve boyun fıtığı ağrılarına yönelik çalışmalarını sürdüğünü kaydederek, bunlardan birinin de ‘’dikey traksiyon’’ olarak isimlendirilen bel ve boyun için dizayn edilmiş ‘’omurga çekme cihazı’’ olduğunu belirtti. Prof. Dr. Cantürk, cihazın Türkiye’de sadece Samsun ve Kocaeli’deki ROMATEM’de bulunduğunu bildirdi.

22.09.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.