03 Aralık 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

JUNTALEAKS

TÜRK basını Wikileaks belgelerinin ayrıntıları arasında kaybolsun gitsin, ben size daha “basit” bilgiler vereyim:

Milli Birlik Komitesi’nin gizli tutanakları açıklandı. (Açıklanmıştı, geçen mayıs ayında yayınlandı, bayat haber veriyorum.)

Bu, cuntalarımızın 1960 modeli, hani bugün oynadığımız futbol gibi.

1980 modelinin adı da Milli Güvenlik Konseyi. Bunlar dönem dönem isim değiştirirler. Bir de Basın Konseyi vardır, o da basında cunta heveslilerinin Kenan Evren’den ilham alarak kurdukları gereksiz örgüt.

Bunlar ne de olsa eski öyküler, eski adamlar... O zamanlar henüz “Sarıkız” gibi “post-modern” ve uçuk kaçık isimler takılmıyordu bu tür girişimlere, ayıp karşılanırdı. “Komite, konsey” falan gibi oturaklı ve ağırbaşlı isimler tercih ediliyordu.

Bu Milli Birlik Komitesi’nin yani MBK’nın “devrimci” olduğu söylenir. (Milli Güvenlik Konseyi yani MGK için aynı şeyi söylemeye utanıyorlar, “şartlar gerektirdi” falan deyip kaçıyorlar.)

Gerçekten de, Türk solu 1960 darbesine hep devrim gözüyle bakmıştır.

Cunta kendi içindeki faşist kanadını tasfiye etmişti, bir buçuk yılda seçimlere gitmişti, hem de getirdiği yeni anayasa “sola açıktı” ya...

Milli hâkimiyetin üzerinde bir “bürokrasi vesayeti” kurulması solu hiç rahatsız etmiyordu!... Çünkü sonuçta solcular da iliklerine kadar bürokrat kökenliydiler. Düzenin Kemalist olması, ilerici olması için gerekli ve yeterliydi. (Onun için halk da onlara hiç yüz vermedi.)

İşte bu MBK’nın başkanı, hani şu darbeden hiç haberi olmayıp da 27 Mayıs sabahı İzmir’deki evinde “kalk paşam kalk, ihtilal var” diye uyandırılan ve uçakla apar topar Ankara’ya götürülüp cuntanın başına geçirilen Cemal Gürsel, daha 2 Haziran günü “kuracakları İkinci Cumhuriyet’ten” sözetmiş! (Okullar tatile gireli bir hafta olmuştu, karne almıştık, bütün notlarım pekiyi çıkmıştı, sokakta top oynuyordum, henüz denize girmemiştim.)

Vallahi ben gizli steno tutanaklarının yalancısıyım. Böyle yazıyor.

Yani İkinci Cumhuriyet’in “fikir babası” Gürsel’miş.

Öyleyse, Mehmet Altan’a küfür etmekten vazgeçiniz. Adam yeni bir şey ortaya atmamış, elli yıllık bayat bir lafı tekrarlamış.

Herhalde sonradan kendisine “o kadar ileri gitme paşam” falan demiş olmalılar ki, Gürsel bir daha bu lafı ağzına almamış.

Adını koymadan İkinci Cumhuriyet’i kurmuşlar ve sonra da bu lafı ağzına alanın canına okumuşlar!

Devrimci cuntamız aynı toplantılarda “işsizlik sigortası” önerisine de sıcak bakmamış ve üstelik işçilerin çok ense yaptıklarını, “pazar günü de çalışmaları gerektiğini” dillendirmiş. Darbeyi alkışlayan solcularımıza saygılarımızla sunarız.

Aynı Gürsel, daha üçüncü toplantıda “Kürt meselesini” de dile getirmiş ve devirdikleri Menderes iktidarını “Kürtler’e yakınlık göstermiş olmakla” suçlayarak “tehcir” istemiş.

Evet, tehcir önermiş!

Devrimcilerimiz tehcir severler.

Talat Paşa’nın 1915 Ermeni tehciri gibi, 1960 yılında da bir Kürt tehciri düşünülmüş. (Gürsel’i “saçmalama paşam” diyerek kimin vazgeçirdiğini bilmiyorum, hayattaysa çıksın konuşsun.) “İstanbul’daki serseriler de Muş’a sürülecekmiş” gene aynı gizli tutanaklara göre.

O da bir şey mi, büyük devrimci Profesör Mümtaz Soysal da geçen sene gene bir Kürt tehciri önermemiş miydi? Bu sefer iç bölgelere değil, tıpkı Talat Paşa’nın Ermeniler’e yaptığı gibi Suriye’ye sürüleceklerdi Kürtler.

Bir de bunlara topyekûn “İttihatçı” deyince kızarlar...

Engin Ardıç / Sabah, 2.12.2010

03.12.2010


Ordu üzerindeki bir diğer baskı...

İLKE basit: Askerler meslekleri gereği bir güvenlik sorununa yönelik uygun cevapları, riskleriyle birlikte tanımlayacak uzmanlığa sahip olabilirler.

Ancak bir toplumda hangi düzeyde riskin kabul edilebilir olduğuna ilişkin karar tamamen sivil otoritelere ait olmalıdır.

Türkiye değişiyor, gazeteci değişiyorsa, ordu ve asker de değişecektir ve değişiyor...

Türkiye’de ordunun değişimine ilişkin unsurlar arasında, iç gerekler, hukuk devleti icapları yanında şu hususun altını özellikle çizmek gerek:

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerek dünyada ve Ortadoğu’da değişen dengeler, gerek yeni güvenlik mülahazaları ve güç değerlendirmeleri çerçevesinde yeni verilere uyum sağlamak zorunluluğu ve çabası...

Anlamı ne bunun?

Yanıt açık: “Globalleşmenin ordu üzerindeki etkileri”...

Bu etkiler, özellikle yeni uluslararası ve bölgesel güç dengeleri, güvenlik tanımı, asker rolü, asker-sivil ilişkileri, askeri diplomasinin askeri güç karşısındaki önemi gibi temel konularda Türkiye’de askeri bünyede bir değişim dalgasına yol açmıştır.

Gerçekten de yeni denge koşullarında Türk ordusunun bölgede “caydırıcı güç” olma özelliği, Irak, Kıbrıs gibi konularda “güç kullanma politikalarına dayanan sert caydırıcı söylemleri” kendiliğinden esnemek zorunda kalmıştır.

Örneğin ABD’nin Irak’taki Kürt politikaları bir veri olarak kabul edilmek zorunda kalmıştır.

Koşullar gücü korumak için gerekli olan aracın “güç”ten çok “siyaset-diplomasi-esneklik”, yani koşullara uyum sağlamak, bu koşulları başka yollardan lehe çevirmek olduğunu göstermeye başlamıştır.

Sonuç kimi ipuçlarıyla belirgindir:

1. Bugün gelinen noktada askeri otorite, siyasi iktidarla ilişkileri sürekli ve derin bir çatışma olma halinden nispeten uzaklaşmış, karşılıklı bağımlılık artmış, birlik ve uyumlu hareket kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu ilerleme devlet alanı-siyasi alan arasındaki ayrımı örselemekte ve bu ikisi arasında organik ilişkiler doğurmaktadır.

2. Bu çerçevede Hilmi Özkök döneminin iyice belirginleştiği gibi ordu içinde askerin donanımı ve rolünün yeniden tanımlanması, bu rolün sadece güç faktörü üzerine değil, aynı zamanda siyasi esneklik unsuruna dayanmaya yüz tutması önemli bir gelişmedir.

Bunlar olduğu oranda ordunun siyasete ve kendisine bakışı müdahale mantığı dışında, bir ölçüde de olsa demokrasi kriteri üzerine oturmaya da yönelmiştir.

Özetle ordu bünyesi kendi içinde, tümüyle askeri mülahazalarla bir değişim mekanizmasını harekete geçirmiştir.

Diplomasinin ve siyasi manevraların güç üretimindeki yerine işaret eden bu durum aslında Türkiye’nin kapalı bir düzen olmaktan çıkıp, açık bir sistem olmaya ilerlediğinin de önemli bir göstergesidir.

Bu, bir tercih değil, bir zorunluluktur.

Zira değişim dirençle birlikte yol almaktadır.

Bilinçli planlı bir karargâh politikasından söz etmiyoruz.

Söz konusu olan her krizde, her sıkışıklıkta, askeri vesayet yapısını parçalayan her gelişmede adım adım oluşan bir “durum”dur ve bu duruma göre anlık ve günlük tepkilerle oluşan yeni politikalar, yeni yapılanmalardır.

Ali Bayramoğlu / Yeni Şafak, 2.12.2010

03.12.2010


Ekonomide risk büyüyor

TÜRKİYE İhracatçılar Meclisi verilerine göre Türkiye’nin 2010 yılı Kasım ayı ihracatının geçen yılın aynı ayına göre yüzde 7,28 artarak, 9 milyar 452 milyon dolar olduğu haberi geliyor...

Ocak-Kasım döneminde ihracat geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 10,94 artışla 102 milyar 161 milyon dolara yükseliyor...

Bunlar iyi haberler.

Ama can sıkan başka bir şey var: Dış açıktaki büyük artış...

Örneğin, Ekim’de dış ticaret açığı yüzde 136 artışla 6,3 milyar dolar olarak gerçekleşti. 10 aylık dönemde açık 55 milyar doları aşmış bulunuyor...

Ekonomi için artarak büyüyen ciddi bir tehdit...

Çünkü Türkiye’nin dış satımı dış alımın gittikçe çok altında kalmaya başlıyor...

***

Hâlbuki bir yandan da büyüyoruz...

Bu nasıl oluyor?

Bunun açıklamalarını içeren Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun 11 Kasım tarihindeki toplantısına ilişkin toplantı özeti de Wikileaks’in sis bombasından nasibini alıyor...

Hâlbuki toplantı özetlerinde önemli tespitler, uyarılar ve sorulara cevaplar var...

Ekonomik olarak büyüyoruz çünkü “özellikle krediler ve iç talep güçlü bir seyir izlemekte” ama dış talep seyri zayıf.

***

“Sıcak para” olarak da nitelediğimiz artan sermaye girişleri...

Hızlı kredi genişlemesi...

Ve uyarılan ithalat talebi kanalıyla...

İç ve dış talebin büyüme hızlarındaki “ayrışma” Merkez Bankası’nın da uyarısına neden oluyor...

Çünkü “bu durum cari dengede bozulmaya yol açarak finansal istikrara ilişkin risk” taşıyor...

***

Merkez Bankası, muhtemel risklerin sınırlanması bakımından, önümüzdeki dönemde zorunlu karşılıklar ve likidite yönetimi gibi ek politika araçlarının daha aktif kullanılabileceğini de vurgulamakta...

Ancak temel çözüm, Türkiye’nin daha pahalı malları daha çok satmasından ve dış ticaret dengesini lehine çevirmesinden geçiyor...

Ne yazık ki bunları konuşmuyoruz...

Ve yayınlananlar arasında maalesef bu yapısal bozukluğu tartıştıracak ve gündeme getirecek bir belge de yok...

Wikileaks belgelerinin gündeminin altında kalan bu arka sayfa haberleri ekonomik açıdan bizi tehdit ediyor...

***

Kısacası...

Kriz tehlikesinin varlığını sürdürdüğü bir ortamda...

Elverişli kur sayesinde ithalata dayalı bir büyüme yaşıyoruz.

İnsanlar bankalara borçlanarak tüketim yapıyor.

Banka kredisi, iç tüketim, ithalat ve buna dayalı bir büyüme...

Sağlıklı olanı ise yeryüzüne katma değeri olan yüksek nitelikli mal ve hizmet satmak...

Toplumsal zenginliği bu şekilde kotarmak...

Bunu başaramadığımızı artan cari açıktan da ihracatın ithalatı karşılama oranından da görüyoruz.

Ve risk büyüyor...

Yüksek tondan Wikileaks belgelerini tartışan siyaset kurumuna duyurulur...

Mehmet Altan/ Star, 2.12.2010

03.12.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.