İstanbul’da uhuvvetin, muhabbetin ve kardeşliğin üst seviyede yaşandığı muhteşem bir seminerdeydim.
Oradaki insanların birçoğu daha önce hiç tanımadığım, konuşmadığım, ama buna rağmen abla, abi, kardeş diyebildiğim kişilerdi. Çünkü birimiz şarktan, birimiz garptan, birimiz şimalden, birimiz cenuptan gelmiş olsak da hepimizin ortak bir dâvâsı vardı: İla-yı kelimetullah.
Bediüzzaman Hazretleri Uhuvvet Risalesinde “4 tane 1 yan yana gelirse 1111 kuvvetinde olur” diyor. Biz de 4 günü bir araya getirerek şahs-ı manevideki intisab ile 4444 gün bereketinde bir güç elde ettik aslında. Bu gücün sırrı uhuvvette, ihlâsta, tesanüdde…
Çünkü; “Hakkın şe’ni ittifaktır. Faziletin şe’ni tesanüddür. Düstur-u teavünün şe’ni birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe’ni uhuvvettir, incizaptır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalata kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni saadet-i dareyndir.” (12. Söz, 3. Esas)
Bizler de hak bildiğimiz dâvâda başarıya ulaşmak, elimizdeki Nurlarla bütün kâinatı ışıklandırmak için hakiki bir tesanüd ve ittifak ile gaye-i hilkatimize yürümeliyiz. Bu ittifakla her birimiz diğer kardeşimizin gözüyle bakabilir, onun aklıyla düşünebilir, onun kulağıyla işitebiliriz. Böylece şahs-ı mânevinin kuvveti ve iştirak-ı amal-i uhreviye düsturuyla tek bir ferd iken cemiyet kuvvetinde ve kudretinde olabiliriz.
Bediüzzaman Hazretleri için 50 bin nefer hükmündedir, diyen ehl-i zındıkaya karşı Üstadımızın cevabı: “Yanlışsınız! Kur’ân’a ve imana hizmetim cihetiyle elli bin değil elli milyon kuvvetindeyim! Titreyiniz! Haddiniz varsa ilişiniz! Benim ölümüm sizin başınıza bomba gibi patlayıp, başınızı dağıtacaktır. Toprağa atılan tohumun yüzer sümbüller vermesi gibi bir Said yerine yüzer Said o yüksak hakikati haykıracaktır.’’ (Tarihçe-i Hayat, Isparta hayatı) şeklinde olmuştur. Bizler de bu kuvvetin farkında olup tesanüd ve ihlâsımızı muhafaza etmeliyiz.
Önce kendi imanını kurtarmak sonra da başka insanların imanlarına kuvvet verecek derecede çalışmak her Müslümanın üstüne farzdır. 23. Söz’deki dümenci neferi gibi hepimiz bir gemideyiz ve bu gemi hızla ahirete doğru gidiyor. Orada nefer olarak vazifemiz gemiyi batırmamak için o dümeni sıkı sıkıya tutmaktır.
“Nefis cümleden edna vazife cümleden âlâ” diyerek hepimiz o gemiyi yürütebilmek için kendimizi râcul-u fâcir (günahkâr bir adam) bilerek bu uğurda çalışmalıyız.
Bizler bu vazifeyi yaparken birbirimize dayanacak, kardeşimizin görmeyen gözüne göz, tutmayan eline el olacak, her birimiz diğerinin eksiklerini tamamlayacak ve biz ancak bu şekilde sahil-i selâmete çıkacağız. Gerektiğinde nefsimizi, haysiyetimizi, benliğimizi unutacak ve kardeşlerimizde fâni olacağız. Sen ben değil biz olacağız. Ene’yi bırakıp nahnu da hayat bulacağız. Ve bu yolda elbetteki zorluklarla karşılaşacağız. Önümüze çıkanlar, çelme takanlar, tahakküm ederek sindirmeye çalışanlar elbet olacak. Ama bütün bunlar bizi durduramayacak daha çok çalışmaya itecek inşallah. Çünkü biz Üstadımızdan öğrendik sağlam durmayı, yılmamayı. Zübeyir Ağabey’in dediği gibi, “bizim vazifemiz dikenler içinde güller toplamaktır.” En zor zamanlarda dahi ümitsizliğe düşmeyen âyet-i kerimelerle teselli bulan aziz Üstad’a talebe olmak istiyorsak adım adım onun yolunda ilerlemeliyiz.
Âyet-i kerimede Cenâb-ı Hakk, “Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür.’’ ( Âl-i İmran, 139) buyuruyor. Cenâb-ı Hakk’ın vâdinden dönmesine imkân olmadığına göre, bu durumda bize düşen tevekkül etmek ve duâ ile, iman ile, rıza ile, şuur ile, sabrederek, adım adım basamak atlamadan hedefimize doğru ilerlemektir. “Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz. Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.’’ (Lem’alar) Haksızlar dahi ihlâs ve samimiyetle kuvvet kazanıyorsa biz hak olan dâvâmızda ihlâsı ve samimiyeti elde ederek az bir kuvvetle çok büyük işler başarbiliriz. Allah yardımcımız olsun…
Not: Kardeşliğin ne demek olduğunu bir hafta boyunca kahrımızı çekerek bilfiil gösteren Safiye Ece Çelen Ablamıza çok teşekkür ederim. Allah razı olsun.