"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

On cani yüzünden 1 masum mahvedilemez

İsmail AKSARAYLI
07 Ekim 2016, Cuma
Evde yahut gemide bir masum, on canî bulunsa, adalet-i Kur’aniye o masumun hakkına zarar vermemek için o haneyi, o gemiyi yakmayı men ettiği halde, bir tek cani yüzünden o hane, o gemi yakılır mı? Yakılırsa en büyük zulüm, en büyük hıyanet ve gadir olmaz mı?

“EN AĞIR CEZAYA RAZIYIM.”

Eskişehir hapsinden sonra Kastamonu’ya sürgün edilen [1936] Said Nursî, gizli İslâmiyet düşmanlarının entrikalarıyla 1943 senesinde Kastamonu’dan yüz yirmi altı talebesiyle beraber Denizli Hapishanesi’ne gönderilir, Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nde “Gizli cemiyet kuruyor, halkı hükümet aleyhine çeviriyor, inkılâpları kökünden yıkıyor. Mustafa Kemal’e deccal, süfyan, din yıkıcısı diyor, bunu hadislerle ispat ediyor.” gibi iddialarla dâvâ açılır.

Mahkeme devam ederken tutuklu bulunduğu hapiste Said Nursî’yi zehirlerler, ölüm tehlikesi geçirir; ‘tarihte hiçbir kimseye yapılmayan zulüm, işkence ve ihanetlere mâruz’ bırakılır.

Mahkemede Risale-i Nur Külliyatı’nda siyasî bir mevzu olup olmadığını tetkik için birkaç memurdan oluşan bir ehl-i vukuf –bilirkişi- teşkil edilip, el konulan Nur Risaleleri ve mektuplar tetkike başlanınca Said Nursî:

“Bu vukufsuz ehl-i vukuf, Risale-i Nur’u tedkik edemez. Ankara’da yüksek, ilmî bir ehl-i vukuf teşkil ettirilsin. Avrupa’dan feylesoflar getirilsin. Eğer onlar bir suç bulurlarsa, en ağır cezaya razıyım.”,24 der ve vukufsuz ehl-i vukufu reddeder ve Ankara ehl-i vukufu Said Nursî’nin, yirmi senelik hayatını, bütün mektuplarını, kitaplarını ve esrarını tedkikten sonra kendisine ve talebelerine bir tek gün cezayı icap ettiren bir madde bulamaz ve Mahkeme ittifakla beraetine karar verir [15 Haziran 1944]. 25

“HER CEZA VE İDAMINIZA HAZIRIZ! ”

Said Nursî, “gizli dinsiz münafıkların tahrikleriyle girdiği bütün mahkemelerde olduğu gibi idam plânıyla verildiği bu mahkemede hak ve hakikati, pervasızca ve ölümü hiçe sayarak”26 müdafaasını yapar:

“Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka [mutlak inkâra] düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek! Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımız dahi feda olsun!

Her ceza ve idamınıza hazırız! Hapsin harici, bu vaziyette, yüz derece dahilinden daha fenadır. Bize karşı gelen böyle bir istibdad-ı mutlak [tam bir baskı] altında hiçbir hürriyet, ne hürriyet-i ilim, ne hürriyet-i vicdan, ne hürriyet-i din, olmamasından ehl-i namus ve diyanet ve hürriyet taraftarı olanlar, ya ölmek veya hapse girmekten başka çaresi kalmaz!”,27 diye haykırır ve mahkemede savcının ısrarla vukuat yerinde imkânâtı kullanarak iddianâmesinde mükerreren “yapabilir” demesi üzerine savcıya: “Yapabilir nerede? Yapmış nerede?, herkes bir katli yapabilir; bu iddianız ile herkesi ve sizi mahkemeye vermek lâzım geliyor!”28 diye cevap veren bir adamdır.

“KİMSE GÖRÜŞMESİN, PENCERELERİ ÇİVİLENSİN!”

Said Nursî; Afyon hapsinde [1948-49]: hapis usûlü tecrit, on beş gün kadar olduğu halde üç buçuk ay tecrid-i mutlak içinde -tek başına hücrede- yüz cinayeti bulunan bir cani gibi, hayatına suikast edilen; gizli düşmanlarınca on bir defa zehirlenen29 ve hiçbir arkadaşıyla temas ettirilmeyen, ‘kimse görüşmesin’ diye pencereleri çivilenen, dumandan rahatsız olduğu halde bir penceresi bile açık bırakılmayan, ‘Dünyada, yüz cinayeti bulunan ve asılacak bir adam dahi böyle muamele göremez.’ dediği ‘emsalsiz işkence’ içinde on bir ay hücre hapsinde tutulan30 bir adam.

“SİZE MESULİYETİME DAİR YARDIM ETMEYE KARAR VERDİM.”

Afyon Mahkemesi’nde: “Nazarınıza ve kanun adaletine takdim edilen ifademde bulunan; üç vecihle kanunsuz menzilimi basmak, beni sorguya çekmek ve tevkif etmek; üç büyük mahkemelerin [Isparta, Eskişehir, Denizli] hürmetlerini kırmak ve haysiyet ve adaletlerine ilişmektir. (...)

Benim hakkımda adalet eden o mahkemelerin haysiyetini muhafaza için mahkemenizden rica ederim; o aynı mes’ele olan: “Risâle-i Nur” ve “cem’iyetçilik” ve “tarîkatçılık” ve “emniyeti ihlâl ve asayişi bozmak” ihtimalinden başka bir sebep, bir mesele bulunuz, beni onunla muahaze ediniz [hesaba çekiniz]. (...) Ben de size mesuliyetime dair yardım edeceğime dair karar verdim. Çünkü hapsin haricinde hapisten çok ziyade azap çektim. Şimdi benim için medar-ı rahat; ya kabir, ya hapistir.”, 31 diyen bir adam.

“BİRTEK GAYEM VARDIR!”

Afyon Mahkemesi’nde gayesini ve mücahedesini: “Birtek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik -komünist- baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâmın îman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri îmansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve Müslümanları îmana dâvet ediyorum. Bu îmansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedem ile inşâallah Allah huzuruna girmek istiyorum, bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki bolşevikler -komünistler- olsun! Bu îman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız. El birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslâhına ve memleketin îmanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”32 diye ilân eden ve Afyon Hapishanesi’nde zehirlediklerinde ölüm döşeğinde iken:

“Belki hayatta kalamayacağım, bütün mevcudiyetim vatan, millet, gençlik ve âlem-i İslâm ve beşerin ebedî refah ve saadeti uğrunda feda olsun. Ölürsem, dostlarım intikamımı almasınlar!”33 diyen ve “Benim idamıma çalışanlar dahi eğer Risâle-i Nurla imanlarını kurtarsalar, Risâle-i Nura sarılsalar, kardeşlerim siz şahit olunuz, ben onlara hakkımı helâl ediyorum.”, diye ahdeden ve ilân eden34 bir adam.

“EN BÜYÜK HIYANET”

İstanbul Gençlik Rehberi Mahkemesi’nde [1952]: “Kur’ân-ı Hakîm’den aldığımız hakikat dersi şudur ki: Evde, yahut bir gemide, bir masum, on cani bulunsa, Adâlet-i Kur’âniye o masumun hakkına zarar vermemek için o haneyi, o gemiyi yakmayı menettiği halde, on masumu birtek cani yüzünden mahvı için, o hane, o gemi yakılır mı? Yakılırsa en büyük zulüm, en büyük hıyanet ve gadir olmaz mı? Bu sebeple asayişi ihlâl yolunda yüzde on câni yüzünden doksan masumun hayatını tehlikeye ve zarara sokmayı adâlet-i İlâhiye ve hakikat-ı Kur’ânîye şiddetle menettiği için bütün kuvvetimizle bu ders-i Kur’âniyeye ittibaen asayişi muhafazaya kendimizi dinen mecbur kılarız. (...)

Dinin şiddetle men ettiği şey, fitne ve anarşidir. Çünkü, anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir (...).

Yirmi sekiz sene [1925-1952] bana ve talebelerime eza ve cefada bulundular. Ve mahkemelerde bazı resmî kimseler bize hakaretlerde bulunmaktan çekinmediler. Hepsine tahammül ettik. İman ve Kur’ân’a hizmet yolunda devam ettik. Ve Devr-i Sâbıkın [Tek Parti devrinin] o zulüm ve cefalarını affettik.”,35 diyen bir adam.

Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’a: (...) Biz dini siyasete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyaseti mutaassıbane [aşırı taraftarlıkla] dinsizliğe âlet edenlere karşı; bizim siyasete bakmamıza kat’i mecburiyet olduğu zaman, vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır ki üç yüz elli milyon kardeşlerin uhuvvetini [İslâm âleminin] bu vatandaki kardeşlere kazandırmağa sebeb olsun.

Elhasıl: Bize işkence edenlere, siyaseti asabiyetle [aşırı taraftarlıkla] dinsizliğe âlet etmelerine mukabil; biz de siyaseti dine âlet ve dost yapmakla bu vatan ve milletin saadetine çalışmışız36, diyen bir adam.

“BİRİSİNİN CİNAYETİYLE BAŞKALARI MESUL OLAMAZ.”

Başbakan Adnan Menderes’e: İslâmiyet’in pek çok esasından birisi: “velâ tezirû vâziratün velâ uhrâ”37 âyetinin hakikatidir ki “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mes’ul olamaz.”. Halbuki şimdiki siyasette particilik taraftarlığı ile bir câninin yüzünden pek çok masumların zararına rıza gösteriliyor. (...) Bir tek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup, kin ve garaza ve mukabele-i bil’misile [aynıyla karşılık vermeye] mecbur ediliyor. Bu ise hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden [toplum hayatını yerle bir eden] bir zehirdir ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mı-sır’daki hissedilen hâdise ve buhranlar, bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa, pek dehşetli olur.

Bu tehlikeye karşı yegâne çare: İslâm kardeşliğini ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, masumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır,38 diyen bir adam.

“DÂHİLDE HAREKET MENFÎCE OLMAZ.”

Nur Talebelerine vefatından önce Ankara’da vermiş olduğu son derslerinde:

“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet îman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. (...)

Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakitte onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Asayişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz.

İşte bu gibi hakikatler itibariyle, bize zulüm de etseler hoş görmeliyiz. (...)

Benim Nur âhiret kardeşlerim, ‘ehvenüşşer’ deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünkü dâhilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az mü-saadekârdır; ehvenüşşer olarak bakınız. Daha âzamüşşerden -büyük şerden- kurtulmak için; onlara zararınız dokunmasın, onlara faideniz dokunsun.

Hem dâhildeki manevî cihad; manevî tahribata karşı çalışmaktır ki maddî değil, manevî hizmetler lâzımdır. (...)

Bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, hattâ otuz senede hapisler de tazyikler de olduğu halde, hakkımı helâl ettim. (...) Hattâ bir mahkemede yanlış muhbirlerin ve casusların evhamları ile bizi, yetmiş kişiyi, mahkûm etmek için, dikkatsizliği ile Risale-i Nur’un bazı kısımlarına yanlış mana vererek seksen yanlışla beni mahkûm etmeye çalıştığı halde, mahkemelerde ispat edildiği gibi, en ziyade hücuma maruz bir kardeşiniz, mahpus iken pencereden o müddeî umumînin –savcının- üç yaşındaki çocuğunu gördü, sordu, dediler: “Bu müddeîumumînin kızıdır.” O masumun hatırı için o müddeîye bedduâ etmedi. Belki onun verdiği zahmetler; o Risale-i Nur’un, o mu’cize-i maneviyenin intişarına, ilânına bir vesile olduğu için rahmetlere inkılap etti.”39 diyen bir adam.

“KURT GÖVDENİN İÇİNE GİRDİ.”

Eşref Edib’in kendisiyle yaptığı röportajda Said Nursî:

“-Bana ıztırap veren, yalnız İslâmın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içerden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz; çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, îman kalesi tehlikededir.

İşte benim ıztırabım, yegâne ıztırabım budur. Yoksa şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da, îman kalesinin istikbali selâmette olsa! (...)

Ben yalnız îman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum, (...) cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmânını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği tevhid ve îman esası üzerinde işliyorum ki İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur. (...)

“MİLLETİMİZİN ÎMÂNINI SELÂMETTE GÖRÜRSEM, CEHENNEMİN ALEVLERİ İÇİNDE YANMAĞA RAZIYIM.”

Karşımda müdhiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeğe, îmanımı kurtarmağa koşuyorum. (...)

Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. (...) Defalarca zehir-lendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. (...)

Cemiyetin îmanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl olsun. Onlara bedduâ bile etmiyorum. (...) Cemiyetin îman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun.

Kur’ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmânını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım; çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”40 sözleriyle manevî şahsiyeti görünen bir zâttır.

HÜLÂSA

Said Nursî’nin; nasıl “bir adam” olduğunu, nasıl “farklı” bir kişiliğe sahip bulunduğunu hayatından ve sözlerinden aktarılanlarla görmeye çalıştık; hülâsa olarak Said Nursî:

‘Said cisminde konuşan Risale-i Nur’dur, hakâik-ı Kur’âniye ve imaniye olan “Risâle-i Nur şahs-ı mânevîsinin cesedine girmiş” ve “Said libâsını [elbisesini] giymiş cisim”den41 ibârettir, onun manevî şahsiyetini Risale-i Nur meydana getirir; Said Nursî, demek; Risale-i Nur, demektir. Bütün söz ve fiillerinden oluşan şahsiyeti: “İşte, ben böyle bir adamım.”, diyen bir zâttır. Bu zâtın yegâne gayesinin, İslâmiyet nurunun ve Kur’ân hakikatlerinin dünyaya yayılması olduğu ve kendisinin de bir ‘dellâl-ı Kur’ân’ [Kur’ân’ı ilân etme] vazifesini bütün hayatında îfa ettiği görülür.42

SON

DİPNOTLAR:

24- Tarihçe-i Hayat, s. 374. 25- Emirdağ Lâhikası, s. 4. 

26- Tarihçe-i Hayat, s. 375. 27- Tarihçe-i Hayat, s. 385; Şuâlar, s. 319-320. 28- Emirdağ Lâhikası, s. 4. 

29- Emirdağ Lâhikası, s. 329. 30- Şuâlar, s. 368, s. 472.

31- Şuâlar, s. 345; Emirdağ Lâhikası, s. 307. 32- Şuâlar, s. 377. 33- Tarihçe-i Hayat, s. 521. 

34- Tarihçe-i Hayat, s. 430.

35- Mahkeme Müdafaları, s. 448. 36- Emirdağ Lâhikası, s. 393. 37- Birisinin günahıyla başkası muahaze ve mes’ul olmaz; En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7.

38- Emirdağ Lâhikası, s. 530-531. 39- Emirdağ Lâhikası, s. 582-584. 40- Tarihçe-i Hayat, s. 603-605.

41- Emirdağ Lâhikası, s. 72, 73. 

42- Tarihçe-i Hayat, s. 76.

Okunma Sayısı: 5444
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • mustafa

    7.10.2016 18:19:15

    Kaleminize kuvvet.Aynen ifade ettiğiniz gibi eğer gerçekten cemaat denen olgu darbe yapsaydı bu insanlar ellerinden her şeyleri alınıp hapse atıldıklarında asayişi bozar ortalığı yakar yıkardı.peki bu insanlardan bir tane taşkınlık yapanı duydunuz mu? bakın pkk ya nasılda yakıp yıkıyor öldürüyor.Eğer gerçek terörist arıyorsak 40 yıldır gözümüzün önünde .Cemaatin de kırk yıldır ne yaptığını tefessüh etmemiş vicdanlar biliyor.Zaman en güzel müfessirdir

  • Said YÜKSEKDAĞ

    7.10.2016 14:54:16

    Tebrik ederim.. Bu hahkikatleri haykıran kaleminize zeval gelmesin..

  • ERDEM

    7.10.2016 10:02:16

    Üstad dini mubin icin ahiretimide feda ettim diyor sen gecici dunyani ariyorsun izzeti zillete degistiriyorsun bir ölmüş bin ölmüş ne gam ebed bizimdir.timur adli yorumcuya atfen

  • timur

    7.10.2016 08:58:22

    üsdad said böyle der. ya bu kadar masum memurun başını yakan imam ne der. çık gel türkiyeye idam yok nasılsa(üsdad idamdan yargılandı).masum memurları kurtar. gerçek imamsan suçu üstüne alki masumlar yanmasın .gene bir polis intihar etmiş. bunların vebali kime .yazık oluyor masum memurlara.sendikadan bank asyadan dolayı suçlanan masum memurlar. diyanet tamim yayınlamış 20014 de hac ve umre paralarınızı bu bankaya (bankasya) yatırabilirsiniz diye . ayıkla princin taşını.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı