*Mesaj sahibinin kimlik bilgileri bizde mahfuzdur.
Ben Medrese-i Yusufiye’de bulunan binlerce Nur’dan birinin kızıyım. Annem yaklaşık 6 aydır bizden, evinden ayrı.
Babamın açığa alınmasıyla başladı her şey. Üstünden yaklaşık iki hafta geçmişti ki annem de açığa alındı. Tabii daha sonra bildiğiniz gibi bunu ihraçlar takip etti. Açığa alınmalardan sonra evimize gelenler oldu. “Bunlar da geçecek, üzülmeyin, kimin haklı kimin haksız olduğu anlaşılacak.” “Sen bize devlet malını, kendi işimiz için kullandığımız zaman kızar, engel olur izin vermezdin; kendi işin için kullanmasan bile bunda bir sürü insanın hakkı var derdin. Seni de bu şekilde suçlayabiliyor açığa alabiliyorlarsa bizi ne yaparlar” diyenler şimdi sadece yolda karşılaştığımızda “Annen nasıl gelemiyoruz biliyorsun, yanlış anlamayın sakın, hep aklımızdasınız” diyorlar. Dillerinin söyleyemediği, yüzlerindeki ve gözlerindeki korkuyla. Herkesi bir korku kaplamış. Başka zaman kapısına, balkonuna “Abla abla nasılsın?” diye koşan, evimizi satıp taşınmak istediğimizde “Ev alıp ne yapacaksınız, ev alma komşu al demişler” diyen komşularımız şimdi kapımızı çalmak bir yana bizi görmez olmuşlardı. Bir yönden onlara da hak vermiyor değilim sonuçta insanlar evlâtlarına kardeşlerine sahip çıkmıyorlar.
Henüz açığa almalar sürerken, 22 Temmuz gecesi nişanlım ve kayınbabam yola çıkmış memleketlerine gelirken bir haber alıyorlar. Evlerine kapı kırılarak giriliyor ve halıların, kanepe ve koltuk kaplamalarının altına kadar her yer didik didik aranıyor. Evden bulunan şey ise gazeteden kesilmiş bir deneme (ki kayınbabam edebiyat öğretmeni idi) ve bir parça da aşure tarifi. Gelen telefonda söylenen ise “Hocam biz sizi biliyoruz zaten, evinizde beklediğimiz gibi hiçbir şey bulunmadı.” ve değişen kapı anahtarını alması için emniyete çağırıyorlar. Kayınbabam anahtarı almak için emniyete gittiğindeyse gözaltına alınıyor. Serbest bırakılıyor, fakat iki hafta sonra yapılan itirazla tekrar alınıyor. Eşine de eşyalarını hazırlaması, bu sefer eve geri dönmeyeceği söyleniyor. Hastalığına rağmen zor koşullarda maneviyatlarıyla ayakta duruyorlar. Ve geçen bunca süreye rağmen hâlâ ortaya koyulmuş iddianeme suç delili herhangi bir şey yok.
Bense yeni mezun olmuş, öğretmen olmak için bir senedir çalışıp emek verdiğim sınava artık girmek bile istemiyordum. Ve öylesine girdiğim YGS ile açık öğretimden değil, tercih yaparak ilahiyat okumam konusunda annemin ısrarlarına dayanamadım. Ve ilahiyata yerleştim.
Tabi bu süreçte eve para girmediği gibi annem ve babamın en son aldığı maaşları geri istendi. Annem, anne yarımız olan kuzeni ile erişte, tarhana yapıp satmaya, babamsa kendisi gibi ihraç olan kuzeniyle baba meslekleri demirciliğe başlamışlardı. Ben ve kardeşim okula gidiyor, ders çıkışlarında erişte kesmeye yardım ediyorduk. Babam Cumartesi günleri gelip haftasonlarını bizimle geçiriyordu. Ta ki 18 Ekim sabahına kadar. Gece geç saatlere kadar erişte kesmiştik. Babam sabah erkenden köye gitmiş, biz de kardeşimle okula gitmiştik. Çıkarken uyandırmaya kıyamadığım annemi almaya gelmişler, halbuki kuzeni yarın erkenden gel erişte kesmeye demişti. Ben evden ayrıldıktan 15 dakika sonra gelip evi arayıp, annemi emniyete götürmüşler. Babamsa hiçbir şey olmamış gibi “Köyde elektrikler yok kızım ben döndüm, okuldan sonra halana gel” diye bana mesaj atmıştı. Bense eve geldiğim zaman anladım olanı biteni. Ve yine gelen herkes “Bu da geçecek haklı haksız suçlu suçsuz belli olacak üzülmeyin annen gelecek.” diyordu. Gözaltına alındığı 2. günden sonraki her gün aranıp gözaltı süresinin uzatıldığı haber verildi bir hafta boyunca. Ve emniyetten sonra adliye ve daha sonra Medrese-i Yusufiye.
2 haftada bir 45 dakika “görüntülü konuşma” ve 2 haftada bir ya telefon çalar da duymazsam, ya yetişemem korkusuyla tüm gün telefon başında beklemek ve bir de 2 ayda bir anne kokusu duymak...
Evet görüntülü konuşma... Biz oradaki miniklerle camın ve demirlerin arkasından konuşmaya görüntülü konuşma diyoruz. Minikler o kadar minik ki kimisi bunu anlamıyor, kimisi annesini bilmeden ninesine anne diyor, kimisiyse daha anne bile diyemiyor. Bazısı da var ki en çok anneye onların ihtiyacı var; annesine ve annesinin sütüne.
Bir gün derste geçen âyeti hocamız “Burada size çok önemli şeyler söyleyeceğim.” diyerek bize ilerde hepimizin anne olacağını ve 2 yaşa kadar anne sütünün bebeğin hakkı olduğunu söylemişti. “Aman ha gençler hepiniz anne olacaksınız bebeğiniz sizden süt hakkını sorar” demişti. Şimdiyse bebeğinden ayırılan anneler sütlerini lavaboya döküyorlar. Bu bebekler bu süt hakkını kime soracak!
Ve daha nice yaşanan, fakat sözlere satırlar dökülemeyenler...
Aslında size sadece annemin ve arkadaşlarının teşekkürlerini ve duâlarını iletmek için yazacaktım. Sizlerin ve yazdıklarınız sayesinde büyük moral buluyorlar. Sizlere duâ ediyor ve sizlerden de duâ bekliyorlar.
Selâm ve duâ ile...