"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Referandumda da pusulamız Risale-i Nur’dur

Ömer YAVUZYİĞİTOĞLU
06 Mart 2017, Pazartesi 23:59
Yönetim kurulu başkanımız Ömer Yavuzyiğitoğlu, olağanüstü temsilciler toplantımızda konuştu: “Riyaset-i şahsiyenin ka'tiyen aleyhindeyim” diyen Üstad Hazretleri tek bir adamın ya da grubun hakimiyetini, rey-i vahidi reddetmiş; meclis sistemini savunmuştur.

Son birkaç yıldır ülkemizin gündemine getirilen Başkanlık sistemi tartışmaları meş’um 15 Temmuz hadisesi sonrası tekrar gündeme geldi. Yapılan bir anayasa değişikliği ile artık yapılacak referandum ile kararı milletimiz verecek. Cemaatimizin bu noktadaki durumu ve kararı elbette büyük önem taşıyor. Zira aziz cemaatimiz asrın müçtehidi Bediüzzaman Hazretleri’nin fikirlerini pusula yapıyor. Bu fikirler ancak ülkemize ve İslâm âlemine yol gösterebilir. Elbette ki bu konuda da pusulamız Risale-i Nur olacaktır.  

Üstad Hazretleri ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara şöyle dikkat çeker: 

“Zındıklar ve münafıklar, istibdâd-ı mutlaka “cumhuriyet” namı vermek, irtidâd-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka “medeniyet” ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla, hem sizi iğfâl, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana, ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.”

Ülkemizin maddî ve manevî varlığına darbe vurmak isteyen zındıka komitesi maalesef üzerimizden hiçbir zaman elini çekmedi. Üstadın ifadelerinde olduğu gibi bazen istibdada bazen cumhuriyet elbisesi geçirdi, zulüm külâhını adalet tacı diye yutturdu. İsimler değişti, ama hakikat değişmedi. İslâm âlemi bir türlü zulüm, istibdat ve baskının; tek adamlığın, ideolojik baskıların gölgesinden kurtulamadı.  

Bediüzzaman Hazretleri’nin “tebeddül-ü esma ile hakikat değişmez” dediği durum hep belimizi büktü… 

Bugün yine bir sistem değişikliği ile karşı karşıyayız. Yeni sistem iddia edildiği gibi daha güçlü bir Türkiye mi doğuracaktır? Ülkemiz İslâm dünyasının öncülüğünü yaparak bu sistemle İttihad-ı İslâmın önünü mü açacaktır? Yoksa demokrasi, hak hukuk, hürriyet, adalet vb. noktalarda bugüne kadar ki bütün kazanımlarımız tehlikeye mi düşecektir? 

Elbette ki yeni bir sistem değişikliği tartışmalarının yaşandığı bu günlerde de bizim pusulamız, yol göstericimiz Üstadımız ve Risale-i Nur’dur. Naşiri efkârımız da gazetemiz Yeni Asya’dır. 

Yeni sistemle ilgili bir çok soru ile karşılaşıyoruz. 

Bu sistem istibdad-ı mutlakı mı getirecek hürriyeti mi?

Adaletsizlikler sona mı erecek artacak mı?

KHK örneklerinde olduğu gibi keyfi uygulamalar, kanun perdesi altında yapılan zulümler sona erecek mi?

Yeni sistem millî hâkimiyeti mi, millî birlik ve beraberliği mi tesis edecek, yoksa hâkimiyeti bir şahıs ya da gruba mı verecek?

Risale-i Nur bu hususlarda ne diyor?

Üstad Hazretleri bildiğiniz gibi,  “Beşerin edvâr-ı hamsesi var” diyerek insanlığın geçirdiği devreleri beşe ayırmış ve en sonuncusunu Malikiyet ve Serbestiyet devri olarak tanımlamıştır. 

(Vahşet ve bedeviyet devri, memlûkiyet devri, esirlik devri, ecirlik devri ve malikiyet ve serbestiyet devri)

İnsanlık onca mücadele, savaş, göz yaşı ve ıztıraplarla malikiyet ve serbestiyet devrinin kapılarını aralamıştır. İnsanlığın temayülü yaşadığımız asrın hürriyet asrı olduğunu, hak ve hürriyetlerin alabildiğine yaygınlaşacağını ifade etmektedir. 

Bugünkü tartışmaları biraz da bu açıdan değerlendirmek gerekir. Yeni Sistem ülkemizi malikiyet ve serbestiyet devrine mi götürecektir, yoksa istibdadın, baskıların, tek adamlığın hâkim olduğu esirlik devirlerine geri mi döndürecektir? Sorulması gereken sorulardan biri budur. 

“Beşer esir olmak istemediği gibi ecir (ücretli) olmak da istemez” diyerek insanın hürriyete olan düşkünlüğünü ifade eden Bediüzzaman, “hürriyet insaniyet âleminde galebe çalmaya başlamıştır” diyerek de hürriyetin âleme yerleşeceğini müjdelemiştir. Bu er geç olacaktır ve olmaya da başlamıştır. O halde mesele, insanlığa arzuladığı bu hürriyeti verecek sistemi bulmak ve uygulamaktır. 

Ancak son günlerde yaşanan hadiseler, hak ve hürriyetler ve adalet noktasında toplumun çoğunluğunu huzursuz ve tedirgin etmektedir. Bilhassa adalet sistemimizi sarsan uygulamalar, KHK’larla işinden atılan binlerce kişi, “insan hakları”nın ayaklar altına alınması, jakoben uygulamalar hürriyet, özgürlük anlamına gelen demokrasiyi rafa kaldırmış, yaşananlar “hukuk devleti” anlayışına ters düşmüştür.

Problem bugün eksiğiyle gediğiyle uygulamaya çalıştığımız meclis sistemi midir? Yeni sistem bunu ortadan kaldıracak mıdır?

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, bazı insanların fikren ortaçağda yaşadığı bir ortamda, hakikî cumhuriyeti isim ve şekilden ziyade gerçek manasıyla yaşayabilmek, her şeyden önce hür bir zemin oluşturmaya bağlıdır. Hür zeminler oluşturmadan hakikate ulaşılması, gerçek anlamda hak ve hürriyetlerin yaşanması zordur.  

Üstadımız bu hususta ne derdi? Bu sorunun cevabı Üstadımızın hayatında ve eserlerindedir. 

Bediüzzaman saltanat, meşrûtiyet ve cumhuriyet olmak üzere üç devir görmüş; başka ifadeyle padişahlık, tek adamlık, tek parti, Demokrat Parti dönemlerini yaşamıştır. Osmanlı’daki meşrûtiyet tartışmalarına katılmış, bazılarının İslâm adına karşı çıktığı meşrûtiyete İslâm adına sahip çıkmış bir İslâm âlimidir. Üstad cumhuriyet döneminde de gerçek cumhuriyetin nasıl olması ve uygulanması gerektiğini o günün idarecilerine anlatmış, mahkemelerde bu hususlarda önemli dersler vermiştir. 

Bugün de Üstadımızın tariflerinden yola çıkarak referandumda oylanacak sistemle ilgili kararımızı rahatlıkla verebiliriz. Üstad önümüze elmas değerinde prensipler koyuyor. Bu prensipler bizim için pusula hükmündedir. 

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri cumhuriyeti şöyle tarif etmektedir: “Cumhuriyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.” Bu tarifi isimlerin değişmesiyle hakikat değişmez prensibine göre düşünmenizi rica ederim.

Üstadımızın bu tarifinde olmazsa almaz diyebileceğimiz üç unsur karşımıza çıkmaktadır. Bunlar adalet, meşveret (parlamento) ve kanun hâkimiyetidir. Bunların dayandığı kriter İslâm’dır, Asr-ı Saadet uygulamalarıdır. Zira insanlık bunların en mükemmel uygulamasını Asr-ı Saadette görmüştür. 

Peki, getirilmek istenen sistem bu esasları sağlıyor mu sağlamıyor mu? Bu sorunun cevabını arayalım. 

Adalet: Kur’ân’ın dört esasından biri olan adalet “doğrudan ayrılmamak, hakka riayet etmek” anlamlarına gelir. 

Adalet namazında kıblenin dört mezhep olması gerektiğini söyleyen Üstad Hazretleri’nin adalet yaklaşımı Kur’ân’ın adâlet-i mahza esasıdır. Üstad adâlet-i mahzayı şöyle tarif eder: “Bir masumun hakkı bütün halk için dahi iptal edilemez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır. Küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin-rızası bulunmadan-hayatı ve hakkı feda edilmez.”

Bilhassa 15 Temmuzdan bu yana yaşananlar göz önüne alındığında ve yapılmak istenenler göz önüne getirildiğinde bu anlayışın çok uzağında kaldığımız görülecektir. 

Cumhuriyet yönetiminin adalet esasına dayanması gerektiğini ifade eden Bediüzzaman, “meşrûtiyet, adâlet ve şeriattır” diyerek cumhuriyet idaresi için adaletin önemini sık sık vurgular. Zira “Saadet-i beşeriye dünyada adalet ile olabilir. Adalet ise doğrudan doğruya Kur’ân’ın gösterdiği yol ile olabilir.” 

Yapılan anayasa değişikliğinin Üstadımızın tarif ettiği, çağdaş demokrasilerin uygulamaya çalıştığı adalet anlayışını getiremeyeceği, aksine yargıyı siyasî erkin emrine vererek hukuksuz uygulamaları arttıracağı gayet açıktır. 

Adı ne olursa olsun, adalet mutlaka sağlanmak zorundadır. Nizamülmülk’ün “zulm ile dünya durmaz” sözünü de burada hatırlamak gerekir ki, dünya tarihinde zulmün arttığı dönemler hep tek adamlık dönemleri olmuştur. Yakın tarihimiz de bunun örnekleriyle doludur.

İkinci esas meşverettir: “İşlerde onlarla istişâre et“ (Âl-i İmran/159), “Onların aralarındaki işleri meşveret iledir (Şûra/38) âyetlerini parlamento sistemine delil olarak getiren Said Nursî, meclisi milletin kalbi olarak görür. Meclisin en önemli görevlerinden biri, kendisini o meclise gönderen milletin hissiyatına tercüman olmak, milletin sesi olmaktır. Önerilen sistemde meclisin devre dışı kalacağı, milletin iradesinin bypass edileceği, milletvekillerinin birer figürandan öteye geçemeyeceği açıktır. 

Diğer önemli ayak da kuvvetin kanunda olmasıdır. Bu hukukun üstünlüğünü ifade etmektedir.

“Meşrûtiyetin ağası haktır, kanundur, efkâr-ı âmmedir (kamuoyu)” diyen Said Nursî, keyfi uygulamalarla millete yapılan baskıları İslâmiyet’e vurulmuş bir darbe olarak nitelemektedir.

Balzac’ın “kanunlar büyük sineklerin delip geçtiği, küçük sineklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağı” olmamalıdır” dediği gibi Bediüzzaman’ın ifadeleriyle “kuvvet kanunda olmalıdır, yoksa istibdat tevzi olunmuş olur.” 

 “Tebeddül-i esmâ ile hakikat tebeddül etmez” kaidesince, istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namı vermenin hükümete ve millete tecavüz olduğunu ifade eden Said Nursî, baskı ve zorlamaların, hak ve hürriyetleri kısıtlamanın, adına ne denirse densin hakikî cumhuriyet olamayacağını, bunun istibdat olduğunu vurgulamaktadır.

Gelinen noktada isim değişikliğinin, zaten aksaklıklarla dolu parlamenter yönetimimizden böyle bir sisteme geçişin; mevcut uygulamaları hak, hukuk, adalet, meşveret, hürriyet lehinde iyileştireceği şüphelidir. 

Zira kısaca sistem şunları getirmektedir: Bu değişikliklerin neyi getireceği, Türkiye’yi nereye götüreceği aşikârdır. 

Birkaç maddeyi sıralamak istiyorum. 

Başkan 5 yıllığına iki kez seçilebilecek.

Başkan, ‘devlet başkanı’ sıfatını alacak ve yürütmenin başı sayılacak.

Üst düzey kamu yöneticileri başkan tarafından atanacak.

Bakanlar, başkan tarafından Meclis dışından atanacak ve görevden alınacak. 

Başkan, ihtiyaç duyduğu konularda başkanlık kararnamesi çıkarabilecek.

HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin çoğunluğu başkan tarafından atanacak. 

‘Devlet başkanı’ partiye üye olabilecek. 

Üst düzey kamu yöneticilerini atayıp görevden alabilecek.

Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilecek.

Seçildikten sonra istediği sayıda yardımcı atayabilecek.

Cumhurbaşkanı, OHAL ilân edebilecek.

Özel bir hükümle cumhurbaşkanına bütün bakanlıkları ve kamu kurumlarını yeniden yapılandırma yetkisi verilecek… gibi. 

Genel olarak rejimleri otoriter, baskıcı, istibdat rejimleri ve demokratik rejimler diye ikiye ayırmak mümkündür. Yönetim şekilleri açısından parlamenter demokrasi, başkanlık ve yarı başkanlık sistemleri bugün dünyada hâkimdir. Monarşik, yani tek adamın hâkim olduğu, padişahlık, krallık gibi rejimler artık dünya üzerinde söz konusu değildir. Var olanlar ise çok az ve semboliktir. 

Üstad padişahlık dönemini yaşamış bir İslâm âlimidir. Yaşadığı dönemin padişahı, veli diye anılan Sultan Abdülhamid’dir. Bir İslâm devleti olan, başta Abdülhamid gibi bir padişahın olduğu devirde Üstad parlamenter demokrasiye geçişin önemli bir adımı olan meşrûtiyeti savunmuştur. Münâzarât’ta kendisine artık eski döneme dönülmeyecek mi sorusuna, eski dönemi arzulayanlara “Eski hal muhal, ya yeni hâl ya izmihlâl” demiş, tavrını malikiyet ve serbestiyet döneminin en önemli özelliği olan hürriyetçi yönetim lehinde kullanmıştır.

“Riyaset-i şahsiyenin katiyen aleyhindeyim” diyen Üstad Hazretleri tek bir adamın ya da grubun hâkimiyetini, rey-i vahidi  reddetmiş, çoğulculuğu ifade eden, herkesi bir padişah hükmüne getiren parlamenter rejimi meşveret hakikatiyle savunmuştur. Cumhurbaşkanlığı sistemi denilen sistemin kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırması, denetime imkân vermemesi, ucu açık kritik yetkileri tek bir kişinin eline vermesi gibi bakımlardan “riyaset-i şahsiye” olduğu açıktır. 

Bugün İslâm dünyasının dört bir yanını saran ve ülkemizi de perişan eden yangının söndürülmesinin yolu tek adamlıktan, keyfilikten değil, daha fazla hukuk, daha fazla adalet ve hürriyetten geçmektedir. 

Başkanlık sisteminin Amerika dışında diktatörlüğe dönüştüğü hepimizin malûmudur. Dünyada istikrar açısından en iyi düzeyde olan, bilhassa İskandinav ülkeleri ve Avrupa ülkeleri parlamenter sistemle yönetilmektedir. O halde elimizdeki istikrar, adalet, hürriyet için alabildiğine imkân sağlayan bir sistemden vazgeçip bilinmezlerle dolu bir sisteme evet demek Risale-i Nur’daki hakikatlere de uygun düşmemektedir.   

Teklif edilen haliyle bu sistemin Türkiye’de özgürlükçü-çoğulcu demokrasiye hizmet etme şansı yoktur. Aksine, Türkiye’de bu model çok büyük ihtimalle otoriter yönetimin önünü açacaktır.  İddia edildiği gibi bu sistemin özgürlük ve demokrasi için değil, gücü tek elde toplamak için istendiği açıktır. 

Üstadımız yüz sene öncesinden bizlere sesleniyor: 

“Meşrûtiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz meşrûtiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz”

“Yaşasın meşrûtiyet-i meşrûa! Sağ olsun hakikat-i şeriat terbiyesinden tam ders alan neyyir-i hürriyet!”

Okunma Sayısı: 7674
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı