Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Temmuz 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Balans ayarı

Yeni Terörle Mücadele Yasası neredeyse ülkede tık çıkmadan Meclis’ten geçti. Yapılan araştırmalarda otoriter yönetimlerden medet umduğu ortaya çıkan Türkiye kamuoyunun çoğunluğu da herhalde bu yasadan rahatsızlık duymuyor.

Bizzat, son iki yıldaki mesaisiyle fikir özgürlüğüne inancı hakkında hayli kuşku beslenen Adalet Bakanı, yasa çıktıktan hemen sonra Meclis kürsüsünde yasaya karşı çıktı. Bakan, “Umarım bu kanun hiç uygulanmaz. Bu kanunun zorunluluğunu kabul edenler bile ‘Acaba haksız yere masumlara uygulanır mı’ endişesi taşıyor. Uygulayıcılar, Meclis iradesini ve kanun gerekçesini çok iyi özümsemeli.” dedi.

Yürütmenin iktidar savaşı

Özgürlükleri kısıtlayacak ve devletin keyfi hareket etme alanını genişletecek bu kanun şimdi Cumhurbaşkanı’nın önünde. Eğer imzalanırsa bu kanunun yürürlüğe girmesinin kendisinin Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak yaptığı iki konuşmanın ruhuyla ve özüyle nasıl bağdaştığı sorusunu sormak mümkün.

Dünyanın her yerinde, hatta yerleşik demokrasilerde yürütme kendi iktidar alanını arttırmaya çalışıyor. Terörle mücadele adına hukukun cenderesini kırmak istiyor. ABD’deki Bush yönetimi bu konuda en ileriye giden demokratik yönetim oldu. 11 Eylül saldırılarının ardından gelen şoku Bush ve kabinesi ABD’deki özgürlükler alanını kısıtlamak, hukukun bireylerin aleyhine işlemesini kolaylaştırmak ve yönetimin hesap vermesini engellemek için kullandılar.

Bu yaptıklarında o denli ileri gittiler ki Bush, Kongre’den imzalaması için gelen kanunları ancak kendi anladığı şekilde uygulayacağını dahi ilan etti. Amerikan sistemindeki “imzalama beyanı” yetkisini kullanarak Kongre’nin iradesini hiçe sayma hakkını kendisine verdi. ABD’nin uluslararası prestijini ve inanılılırlığını olduğu kadar ABD demokrasisini de hayli hırpalayan bu tutum karşısında sistem uzun süre gerekli tepkiyi veremedi.

Son bir-iki yıl içinde önce basın Irak Savaşı öncesindeki sinamikiliğinden sıyrılarak sarsıcı haberlerle ortaya çıktı. Yönetimin savaştan önceki yalanları, vatandaşların haklarını kısıtlayan uygulamaları ve genelde hukuku hiçe sayan yaklaşımları mercek altına alındı. Sivil toplum örgütleri savaşın kötü gitmesinin yarattığı hoşnutsuzluktan yararlanarak baskıyı arttırdı . Nihayet Amerikan adalet mekanizması olması gerektiği gibi işlemeye başladı.

Basının ‘ifade özgürlüğü’

Basın giderek artan sayıda gizli programı gündeme getirerek gizlilik saplantısı içindeki Bush yönetimini deli etmeye başladı. Geçen hafta Los Angeles Times ve New York Times gazetelerinde Bush yönetiminin uluslararası banka işlemlerini gözetim altında tutmaya yarayan gizli bir uygulaması haber yapıldı. Yönetim küplere binerek gazeteleri ihanetle suçladıysa da sonuç elde edemedi. Gazete yöneticileri terörün hedefleri arasında olduklarını hatırlattı. Terörle mücadelenin ifade özgürlüğü ve halkın bilgi edinme hakkının önüne geçemeyeceğini savundu.

ABD Yüksek Mahkemesi bile geçen hafta Guantanamo’da tutuklu bulunanların yargılanmalarıyla ilgili önemli bir karar verdi. Mahkemenin kararı Guantanamo’daki uygulamaları eleştirmedi. Ancak haklarında suçlama olmadan tutuklu bulunanların yargılanmalarında yasal düzenlemelerin yapılmasını yani Bush yönetiminin suçu tanımlama ve yargı yöntemlerindeki keyfiliğini sona erdirmesini istedi.

Bu gelişmelerle birlikte Amerikan demokrasisinde otoriterliğe karşı sivil ve hukuki bir balans ayarının başladığını söylemek mümkün. Hâlâ çoğunluğu AB üyesi olmak isteyen Türkiye’de de kamuoyu, basın ve hukuk sistemi demokrasiye bu ölçüde sahip çıkar mı acaba?

Sabah, 2 Temmuz 2006

Soli ÖZEL

03.07.2006


 

İsrail mantığını kaybediyor!

Hem araçları hem yayaların yaşamını tehlikeye atan köprü bombalamalar, yıllardır harap halde olan bir havaalanını kuşatmak; Gazze Şeridi’nin büyük bir bölümünü karanlıklar içine gömen elektrik şebekesini tahrip etmek; insanların kaderleri konusunda kaygılandıracak şekilde üzerlerine uçakları salmak; Beşar Esad’ın sarayı üzerinde tehdit uçuşları ve seçilmiş Hamas yetkililerini tutuklama...

Hükümet bu eylemlerin sadece asker Gilad Shalit’i kurtarma niyetiyle yapıldığına hepimizi ikna etmeyi umuyor.

İsrail, bu yollarla askerin serbest bırakılması için Hamas’ın politik liderliği ve Hamas halkı üzerinde yaptığı baskıyı artırmaya çabalıyor. Aynı zamanda, hükümet Suriye’nin -en azından burada yaşayan Halid Meşal’in- bu konuda kilit konuma sahip olduğunu iddia ediyor. Eğer öyleyse, planlanan saldırıdan haberi olmayan ve askeri kaçıranlardan ona iyi muamele yapılmasını ve iadesini isteyen yerel Filistin liderliğine baskı yapmadaki maksat nedir?

Sivillere baskı yapma taktiği daha önce bir çok kez denendi. Örneğin Lübnanlılar, İsrail’in elektrik şebekesini ve altyapıyı tahrip etmesi taktiğine çok aşina. Güney Lübnan’da girilen köylere korku salındı ve binlerce kişi Beyrut’a kaçtı. Ancak böylesi aşırı baskı altında vuku bulan şey, yerel bölünmüşlüklerin ortadan kalkması ve güçlü, birleşik bir liderliğin ilerlemesi oldu.

Sonuçta, İsrail hem Hizbullah’la müzakereye mecbur kaldı hem de Lübnan’dan çekilmeye. Şimdi hükümet, yeniden Lübnan kataloğundaki taktikleri dolaşıma çıkarmış ve uygulamaya başlamış görünüyor, bu da İsrail’in o tarihten bu yana yaşananlardan ders almadığını gösteriyor. Bu kez de sonucun benzer olacağı varsayılabilir.

İsrail, daha önce de Lübnan’dan kaçırdıkları kişileri İsrailli askerleri kaçıranlarla pazarlık aracı olarak kullanmıştı. Şimdi aynı taktiği Hamas politikacıları üzerinde deniyor. Başbakanın kapalı bir toplantıda dediğine göre: “Tutukluların salıverilmesini mi istiyorlar? Shalit karşılığında elimizdeki rehineleri bırakacağız.” Bu “rehineler” tabiriyle seçilmiş Hamas yetkililerine gönderme yapıyor.

Hükümet mantıklı davranmaya dönmeli ve gözaltındaki Hamas politikacılarını serbest bırakıp müzakerelere başlamalı. Mesele, bir askerin evine geri döndürülmesidir, Ortadoğu’nun çehresini değiştirmek değil.

Aktaran: Zaman, 2 Temmuz 2006

Haaretz EDİTORİAL

03.07.2006


 

Türkiye’nin kanalları iyi ki açık

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün AK Parti Kastamonu Kongresi sürerken, ABD Başkanı George Bush ile İsrail-Filistin arasındaki rehine krizi üzerine telefonla görüşmesi Ankara’nın sorunun aşılmasına verdiği önemin göstergesi.

Washington saati ile sabah 7.30 civarında yapılan ve yarım saatten fazla süren görüşmede, resmi kaynaklara göre Filistinli silahlı gruplarca kaçırılan İsrail askeri Gilad Şalit’in kurtarılması ve İsrail’in de Gazze’deki askeri harekât ve Filistin hükümetinin sekiz üyesinin gözaltında tutulması dahil oransız güç kullanmasının önlenmesi için birlikte çaba sarfedilmesi konuşuldu. Resmi kaynaklara göre, Bush ve Erdoğan bu konudaki gelişmeler üzerine birbirlerine bilgi vermeyi ve krizin aşılması sonrasında da yol haritası çerçevesinde

gelişme sağlanması için temasın sürdürülmesi üzerinde görüş birliği sağladı. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün 5 Temmuz’da ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile görüşmek üzere Washington’da bulunması, temasların yüz yüze devamını da sağlayacaktır.

Erdoğan’ın dün Bush’a telefonuyla yeni bir aşamaya sıçrayan diplomatik trafik, Türkiye’nin Mısır’la birlikte krizin aşılması için ciddi çaba sarf eden iki ülkeden biri olduğunu gösteriyor.

Geçtiğimiz hafta içindeki gelişmelere kısa bir bakış da bu durumu daha iyi gösterebilir.

Örneğin, İsrailli askerin kaçırılması ve İsrail ordusunun harekete geçmesi ardından hem İsrail, hem de Filistin yönetimlerinin ilk aradığı ve çözüm için yardım istediği ülkelerden birisinin Türkiye olduğu anlaşılıyor. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas ve İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in aynı gün, 28 Haziran günü birkaç saat arayla Erdoğan’ı arayarak Türkiye’nin etkisini kullanmasını talep etmişler. Erdoğan bunun üzerine Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e Rusya seyahatinde eşlik eden ve zaten bu konu üzerinde İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ve Filistin Dışişleri Bakanı Mahmud Zahar ile temasta olan Dışişleri Bakanı Gül ile temas kurmuş. Sonra sırasıyla Abbas ve Olmert aranmış. Olmert’le görüşme alışılmadık uzunlukta olmuş. Önceki gün Erdoğan, daha önce Türk Dışişleri’nin temasta olduğu Filistin’deki Hamas hükümetinin Başbakanı İsmail Haniye ve tekrar Abbas ile görüştükten sonra, Ankara bu konuyu ABD Başkanı’na taşımaya karar vermiş. Önceki gece Dışişleri üzerinden Beyaz Saray ile temas kurulmuş ve dün görüşülmesi için mutabakata varılmış.

Yani Başbakan dün sabah Ankara’da “Bir askerin kaçırılması yanlıştır. Peki bunun bedeli sekiz bakanın kaçırılması, oradaki parlamenterlerin ve yerel yöneticilerin kaçırılması, esir alınması anlamına mıdır?” diye tepki gösterirken, öğleden sonra Bush ile yalnızca bu kriz konulu bir telefon görüşmesi üzerinde anlaşıldığı biliniyordu.

Bütün bu trafik içinde, olayların sıcaklığı nedeniyle fazla öne çıkmayan önemli ayrıntılar var. Örneğin, Erdoğan, Haniye’nin İsrail askerini kendilerinin kaçırmadığını ve askerin ellerinde olmadığını kendisine aktardığını söylüyor. Öte yandan diplomatik kuliste, Haniye’nin Türkiye’ye ‘Halit Meşal’e söz geçiremiyorum’ diye yakındığı da biliniyor. Meşal, Türkiye’ye gelişi tartışmalara yol açan, Hamas’ın Suriye’de kaçak hayatı yaşayan lideri. İsrail uçaklarının, askerin kaçırılmasının hemen ardından Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın Şam’daki konutu üzerinden alçaktan uçuş yapmaları, ‘Kimin sorumlu olduğunu biliyoruz’ anlamını taşıyor.

Bu kriz, Hamas ile El Fetih arasındakinden sonra, Hamas içinde de bu kadar derin bir çatlağı ortaya çıkardıysa, Filistin’de de, İsrail’de de işler başka türlü gelişmeye başlayacaktır.

Türkiye’nin çabalarının sonuç getirmesi en fazla, her türlü askeri operasyonun acısını çeken, mazlum Filistin halkının yararına olacaktır. Barıştan en çok kazanan, İsrail askeri operasyonlarından zarar gören Filistin halkı ve sertlik yanlısı Filistinli grupların terör eylemlerinden zarar gören İsrail halkı olacaktır.

Türkiye’nin çabalarının sonuç getirmesi, Türkiye’nin bölgedeki iletişim kanallarının iyi ki açık ve işliyor olduğunu da kanıtlayacaktır. Geriye dönüp baktığımızda, yanlış olanın Hamas ile irtibat kurulması değil, Meşal ile irtibat kurulması olduğu daha iyi görülüyor.

Radikal, 2 Temmuz 2006

Murat YETKİ

03.07.2006


 

TMK geçti!

El mi yaman, bey mi göreceğiz. Ben ne yapıyorsam, açık ve herkesin önünde yapıyorum, yapacağım. TMK konusunda AK Parti ile uğraşacağım. Söz..

Ersönmez Yarbay’ın sözlerine katılıyorum.. Bu yasa AKP’nin siyasi hayatına malolacak. Tıpkı Yılmaz’ın siyasi hayatına malolduğu gibi.

Biliyorum, bu iş burada bitmeyecek. Sırada “Polis Selahiyet Yasası” var, “Toplantı ve Gösteri Yasası” var.. Bundan sonra neler olacağını göreceksiniz..

Sizin yasa yapma gücünüz varsa, bizim de muhalefet etme gücümüz var.. Kendini emir kulu sayan kurşun asker gibi milletvekilleriniz varsa sizin, bizim de yılmaz bir kararlılığımız var.. Ankara sizinse, Türkiye bizim.. Hukuka uygun olmayan yasa, suç aletidir beyler.

Yanlış yasa Çankaya’dan, olmazsa Anayasa Mahkemesi’nden, o da olmazsa Strasbourg’dan, Brüksel’den, o da olmazsa sandıktan geri döner.. Yeni bir parlamento seçilir ve orada bu işler düzeltilir.

Bu yasanın asıl sorumlusu, ana sorumlusu Erdoğan. Ardından Gül ve Çiçek.. Ve tabii Adalet Komisyonu Başkanı ve Alt Komisyon Başkanı.. Adalet Bakanı Meclis’te gerçekleri söylemedi.. 30 kişi laf olsun diye gelmedik.. Slogan söyleyecek olsaydık, onu da yapardık. Biz sizi “bizden” sandık.. Erdoğan’ın talimat vermesine rağmen arkadaşımız komisyona çağrılmadı, dinlenmedi.. 3. gün İstanbul’dan aranıyor, hemen gelmesi isteniyor. “Bize bilgi vermediler” diyorlar. Yazılı dosya sunduk, her milletvekilinin kutusuna bu konudaki raporları bıraktık.. Bunu bütün milletvekilleri biliyor. Bunun söylenmesinin maksadı, kamuoyu önünde günah çıkartmak, mazeret uydurmaktan başka anlam taşımaz.

Çiçek, bunu her zaman yapıyor.. Bir Adalet Bakanına yakışmıyor bunlar. Zaten azıcık siyaset, hukuk, adalet nosyonuna sahip herkes neyin ne olduğunu bilir..

Bu yasa kadar, bu iktidarın yasa yapma anlayışı da bir felaket.. Siz kendi milletvekillerinize saygı göstermezseniz, bu saygıyı başkasından bekleyemezsiniz..

Gelin, onları bu yasayı çıkardıklarına pişman edelim ki, yenisine cür’et ve cesaret edemesinler.. Milli iradenin istinatgâhını oligarşik heveslerle rencide etmesinler.. AKP’den istifayı düşünen varsa, bugün istifa etmeli. İl, ilçe neyse, kimse, nerede ise..

Yerel STK’lar ve medya, bu konuya duyarlı herkes, bu yasaya oy veren milletvekillerine seçim bölgesini dar etmeli.. Onları eleştiri ve soru yağmuruna tutmalıyız.

Her yerel medya, kendi bölge milletvekillerinin oyunun rengini öğrenip onları teşhir etmeli.. Yarın bunlar aday gösterilirse oy vermemeli. Aday olmasını engellemeye çalışmalıyız.

Bu yasanın veto edilmesi için hep birlikte Çankaya’ya faks ve mail gönderelim..

Bu yasa kapsamında açılacak ilk dava, Türkiye’nin neresinde olursa olsun ve kime karşı açılırsa açılsın, hep birlikte bu davayı takibe alalım ve bu yasanın iptali için, konunun Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi yönünde kamuoyu baskısı oluşturalım.

Bu süreçte barolara ve avukatlara önemli görevler düşüyor..

SP bu yasa çıkarsa il il, ilçe ilçe AK Parti’ye karşı protesto mitingleri düzenlemekten söz ediyordu. Hatta “İstanbul’da herkesin katılımına açık büyük bir miting düzenleriz” diyordu SP’li yöneticiler, buyurun.. Şeref Malkoç, Kadıköy SP’de, Mazlum-Der ve İHD’nin temsilcilerinin katıldığı bir toplantıda söz vermişti..

Bu arada Ersönmez Yarbay gibilere cesur çıkışlarından dolayı teşekkür etmemiz gerek.. En azından kötüleri eleştirdiğimiz kadar, iyileri de desteklemeliyiz!

Ha, AKP’yi desteklemem gerekirse, yine desteklerim. Birilerine olan öfkemin, beni onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemesi için dua ediyorum.. Ama AKP’yi, bu büyük yanlışından dolayı affetmem zor.. Hüsnü zannımı kaybettim. Bu konuda hakkımı helal etmem. Ta ki bu yanlıştan dönüp, verdikleri zararı telafi edene kadar. Taahhütlerini ve misyonlarını ayaklar altına aldılar. Seçmene verdikleri sözü unuttular.. Bir gün affetsem bile, bu olanları asla unutmayacağım..

Bundan sonra, daha neler yapacağımıza gelince; birkaç dilde hazırlanan raporlar, AB İnsan Hakları Komisyonu ve BM İnsan Hakları Komiserliği’ne gönderilecek. AİHM’e bilgi notu göndereceğiz.. Bu karar, birçok uluslararası zeminde AKP’nin hep ayağına dolanacak. Notlar, AGİT üyesi ülkelerin parlamentolarının insan hakları komisyonlarına ve uluslararası insan hakları kuruluşlarına da gönderilecek. AB ile ilgili ilerleme raporunda ya da Türkiye hakkında yayınlanacak insan hakları raporlarında bakın daha neler denilecek. Daha neler neler.. Bekleyin ve görün..

Erdoğan, ne için bilmiyorum ama, siyasi anlamda harakiri yaptı.. Ben yaptım oldu, olmaz.. Orada temsilî bir makamda oturuyorsunuz.. Halka vekalet ediyorsunuz.. O makam size mülk değil.. Kutsal da değilsiniz, layüs’el de.. Varlık ve meşruiyet zemininiz belli. O zemini kaybettiğinizde, hesap vermek zorundasınız! Cin şişeden çıktı.

Bir inat uğruna ya Rab ne umutlar çöküyor. Selam ve dua ile..

Vakit, 2 Temmuz 2006

Abdurrahman DİLİPAK

03.07.2006


 

Faizi zenginler sever

Hayrettir, sanki sadece necip Türk milleti değil küresel köyün tüm ahalisi sokağa dökülmüş, “Faizler yükseliyor” diye zil takmış oynuyor...

Halbuki daha yüksek faiz demek; daha pahalı ev ve araç kredisi, kredi kartına kazık hesap bildirimi, ulusal borca daha yüksek fatura anlamına gelir.

Dolayısıyla enflasyonla mücadelede zorunlu faiz artışına sevinmek yerine üzülmek lazım.

Peki kim üzülmeli? Mesela, ABD’nin yeni Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke olabilir mi?

Amerikalı ekonomi yorumcularına göre Bernanke’nin “itibar açığı”, ilave faiz artışıyla ödeniyor. Yani “daha muteber bir isim o koltukta otursaydı FED faiz artırmak zorunda kalmazdı” deniliyor.

Benzeri yorumlar bizim Merkez Bankası için de yapılabilir mi? Mesela, hükümetin atama sürecini yüzüne gözüne bulaştırması, yeni başkanın enflasyon yükselirken faiz indirmesi, piyasadaki dalgalanmaya müdahalede gecikilmesi... Yaşanan itibar kaybının ancak iki faiz şokuyla telafisi.

Belki hatalar zincirinde bir halka eksik olsaydı, bugünkü faizimiz daha düşük kalırdı. Neyse geçti artık diyelim ve “faizden kim kazanır?” sorusuna anketle yanıt arayalım.

Los Angeles Times ile Bloomberg TV’nin ortak anketine göre Amerikan halkının yüzde 65’i “faizin daha da yükselmesine karşı”. Ne var ki herkes aynı fikirde değil, şöyle ki:

Geliri yıllık 100 bin doların üstünde olanların yüzde 40’a yakını “faiz yükselsin” diyor.

Buna karşılık yılda 40 bin dolardan az kazananların dörtte üçü daha düşük faiz istiyor.

Özetle başlıkta da söylediğimiz gibi, faizi zenginler sever. Serveti korumak, paralarıyla daha fazla kazanmak için.

Kıssadan hisse: Fakire şirin gözükeceğim diye saçmalayan iktidarlar da sonunda zengine hizmet eder.

Hürriyet, 2 Temmuz 2006

Enis BERBEROĞLU

03.07.2006


 

‘Elveda Türkiye’

Geçen gün Avrupa Birliği Komisyonu’nun Türkiye’ye yaptığı uyarıya değinmiştim. “Beyin göçüne dikkat et... İyi eğitim almış insanlarının yüzde 59’unu başka ülkelere kaptırıyorsun” diyordu Komisyon.

Bir dokun, bin ah işit! İşte çok sayıdaki mesajdan sadece biri: “Ben ve eşim ODTÜ’den mezun olduk. Uzun yıllar ABD’de çalıştık. Daha sonra, ‘memlekete dönelim, orada çalışalım’ dedik. 6 aydır Türkiye’deyiz. İkimiz de çok zor günler geçiriyoruz. Doğru düzgün iş yok. İşverenler ABD’de eğitim almış ve orada çalışmış kalifiye elemanlar olduğumuzu öğrenince bize hiç ama hiç yanaşmıyor. Ucuz eleman çalıştırmak işlerine geliyor. Burada işin niteliği değil, niceliği önemli. Bu yüzden çok isteyerek geldiğimiz Türkiye’den ayrılmaya, tekrar yurt dışına çıkmaya karar verdik. Bize ve yeteneklerimize değer verilen bir ülkede yaşamak istiyoruz.”

Yukarıdaki bir cümle mutlaka dikkatinizi çekmiştir: “İşverenler ABD’de eğitim almış ve orada çalışmış kalifiye elemanlar olduğumuzu öğrenince bize hiç ama hiç yanaşmıyor.”

TÜSİAD, “kaliteli elemanı ekonomiye sokarsak, kalkınma hızlanır” diye rapor hazırlıyor ama derneği oluşturan işverenler, pahalı buldukları için kaliteli elemandan kaçıyor!

Sabah, 2 Temmuz 2006

Emre AKÖZ

03.07.2006


 

Dünya Kupası ve Kırkpınar

Yine bir spor yazısı!.. Politika yazarı bazı meslektaşlarımızın bir ay boyunca köşelerini futbola tahsis etmeleri karşısında; bizim de ara sıra spor konularına girmemizin fazla görülmeyeceğini umuyorum. Bu sebeple “Ata Sporumuz” olan güreşin en büyük milli organizasyonu olan Kırkpınar güreşlerinden bir nebze bahsetmek istiyorum. Bu sene 645.’cisi düzenleniyor. Dile kolay tam 645 senelik muhteşem bir gelenek... Ama gelin görün ki, diğer dünya milletlerinin gıpta ile izlemesi gereken; bu destansı geleneğin tanıtımı ve organizasyon noktasında, yeterince istekli ve becerikli olmadığımız için, genellikle sınıfta kalıyoruz! Dünyada bu kadar köklü ve tarihi; böylesine efsaneye dönüşmüş yiğitlik hikayeleri ile dolu; kültürel ve folklorik yönden namütenahi renkliliklerle bezenmiş; milli hususiyetlerimizi engin biçimde ortaya koyan; nevi şahsına münhasır bir spor müsabakası neden bir türlü şanına layık bir rağbete mahzar olamıyor acaba?! Bunun sebepleri üzerinde ciddiyetle durulması gerekir herhalde.

(...)

Son söz hem Kırkpınar Güreşleri ile ilgili; Spor Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı da dahil bütün yetkililere, futbola bol sayfalar tahsis eden medya organlarına ve tabii güreş seyircilerine: Muhteşem Kırkpınarımızı; tarihi şanına layık bir şekilde, olması gereken seviyeye getirelim. Bunu yapabilirsek, güreş sporunda dünya bizi parmakla gösterecektir. Ama takdir edersiniz ki, 1631 pehlivanın katıldığı bir organizasyonun açılışına bin kişilik bir seyircinin gelmesi ile bunu başarmak mümkün değildir!

Türkiye, 2 Temmuz 2006

İsmail KAPAN

03.07.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004