Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Gökleri ve yeri yok olup gitmekten şüphesiz ki Allah korur. Eğer onlar yıkılacak olsa Allah'tan

başka onları hiç kimse tutamaz.

Fâtır Sûresi: 41

10.09.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kim inanarak ve sevabını Allah'tan umarak Ramazan ayının gecelerini ibadetle ihya ederse geçmiş günahları affolunur.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3715

10.09.2006


Helâl dâiresi keyfe kâfîdir

Üçüncü Nükte

Aziz hemşîrelerim!

Katiyen biliniz ki, dâire-i meşrûanın haricindeki zevklerde, lezzetlerde, on derece onlardan ziyâde elemler ve zahmetler bulunduğunu, Risâle-i Nur yüzer kuvvetli delillerle, hâdisatlarla ispat etmiştir. Uzun tafsilâtını Risâle-i Nur’da bulabilirsiniz.

Ezcümle, Küçük Sözler’den Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözler ve Gençlik Rehberi benim bedelime sizlere tam bu hakikati gösterecek. Onun için, dâire-i meşrûadaki keyfe iktifâ ediniz ve kanaat getiriniz. Sizin hanenizdeki mâsum evlâtlarınızla mâsûmâne sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir.

Hem katiyen biliniz ki, bu hayat-ı dünyeviyede hakikî lezzet iman dâiresindedir ve imandadır. Ve a’mâl-i salihanın herbirisinde bir mânevî lezzet var. Ve dalâlet ve sefâhette, bu dünyada dahi gayet acı ve çirkin elemler bulunduğunu Risâle-i Nur yüzer katî delillerle ispat etmiştir. Adeta imanda bir Cennet çekirdeği ve dalâlette ve sefâhette bir Cehennem çekirdeği bulunduğunu, ben kendim çok tecrübelerle ve hâdiselerle aynelyakîn görmüşüm ve Risâle-i Nur’da bu hakikat tekrar ile yazılmış. En şedit muannid ve mûterizlerin eline girip, hem resmî ehl-i vukuflar ve mahkemeler o hakikati cerh edememişler. Şimdi sizin gibi mübarek ve mâsum hemşirelerime ve evlâtlarım hükmünde küçüklerinize, başta Tesettür Risâlesi ve Gençlik Rehberi ve Küçük Sözler benim bedelime sizlere ders versin.

Ben işittim ki, benim size camide ders vermekliğimi arzu ediyorsunuz. Fakat benim perişaniyetimle beraber hastalığım ve çok esbab, bu vaziyete müsaade etmiyor. Ben de sizin için yazdığım bu dersimi okuyan ve kabul eden bütün hemşirelerimi, bütün mânevî kazançlarıma ve duâlarıma Nur şakirtleri gibi dahil etmeye karar verdim. Eğer siz benim bedelime Risâle-i Nur’u kısmen elde edip okusanız veya dinleseniz, o vakit, kaidemiz mûcibince, bütün kardeşleriniz olan Nur şakirtlerinin mânevî kazançlarına ve duâlarına da hissedar oluyorsunuz.

Ben şimdi daha ziyade yazacaktım. Fakat çok hasta ve çok zayıf ve çok ihtiyar ve tashihat gibi çok vazifelerim bulunduğundan, şimdilik bu kadarla iktifâ ettim.

El-Bâkî Hüve’l-Bâkî

Duânıza muhtaç kardeşiniz

Said Nursî

Lem’alar, 24.

Lem’a, s. 263

Lügatçe:

a’mâl-i saliha: Salih, hayırlı işler.

dalâlet: Sapıklık.

sefâhet: Dinin yasak ettiği zevk ve eğlenceler.

aynelyakîn: Gözle görür derecede inanma.

muannid: İnatçı.

mûcib: Îcab eden, gerektiren.

10.09.2006


Bugün de ölmedim

Bugünlerde, sıcak yaz günleri yerini serin sonbahar günlerine bırakırken, günlerin kısaldığı da hissediliyor iyiden iyiye. Güneşli havalar yerini yağmurlara terk ederken, günler de daha erken kararıyor artık. Boğaz’ın gece manzarasında köprüden geçme günleri başladı başlayacak. Gece, yağmur taneleri ve sonbahar, hayatın sonunu ve ölümü hatırlatıyor insana. Sararan yapraklar, gri bulutlar, puslu hava, esen soğuk rüzgâr insana fazla vakti kalmadığını söylüyor sanki. Havada uçuşan yapraklar gibi uçarcasına geçerken zaman tünelinden, hayatı ve zamanı tutabilmek mümkün olmuyor. Ve bu hengâmede hayatı ne kadar anlamlı yaşadığını sorgulama ihtiyacını duyuyor insan. Hayat ve ölüm birbirinin peşi sıra devam edip duruyor. ‘Bütün günler ölüme gider, son gün varır’ der Montaigne. Ölüme varış günü olan son gününü bilemiyor insan, ama geçen hergünün kendisini son güne yaklaştırdığını hüznü hatırlatan şu hazan mevsiminde daha da yakından hissediyor.

‘Bugün de ölmedim’ cümlesini bir askerin kartpostalında okumuştum ilk kez. Çatışmalarda her an ölümle burun buruna olan bir askerin insanı duygulandıran bir cümlesiydi bu. Yakalandığı amansız bir hastalık sonucu günlerini sayan bir tanıdığım da cep telefonunun açılış notunu, ‘bir gün daha’ şeklinde belirtmişti. ‘Bakın bugün de yaşıyorum, bugün de ölmedim’ anlamında sanki.

Ayna Grubu’nun bir şarkısından şöyle bir söz hatırlıyorum: ‘Ben yaşamaya gelmedim dedim, şöyle bir bakıyordum hayata.’ Hayat yaşanacak kadar uzun değil, şöyle bir bakıp geçecek kadar kısa gerçekten. Yaz mevsiminin yerini hazan mevsimine terk etmesi gibi, insanın ömrü de son güne doğru gidiyor. Ömrün mevsimleri son bahara, son güne götürüyor insanı. Yolcu ve gölgesinde dinlendiği ağaç misalidir ömür. Günün birinde ‘bugün de yaşıyorum’ diyemeyeceğiz meselâ. Hayat sermayemiz bitmiş olacak çünkü. O yüzden, Bediüzzaman’ın dediği gibi içine çok fazla girmeden pencerelerden seyretmek gerek hayatı.

Şair Cahit Sıtkı, ‘Otuzbeş Yaş’ şiirinde şöyle der:

Gökyüzünün başka rengi de varmış

Geç fark ettim taşın sert olduğunu

Su insanı boğar, ateş yakarmış

Her gelen günün bir dert olduğunu

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Henüz otuzbeş yaşına gelmedim. Belki de şair haklı bilemiyorum, ama Cahit Sıtkı’nın aksine, her gelen günün bir dert değil, yeni bir sayfanın, yeni bir dünyanın habercisi olduğuna inanıyorum. ‘Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır’ sözü uyarınca, insan hayata da güzel bakabildiği oranda gelen günlerin dert olmadığını anlıyor.

Hayat insana verilen en büyük sermaye ve yaşanan hergün o sermayeden harcanıyor. Bugün hâlâ yaşıyorsa insan, yaşadığı günün değerini bilmeli. Hayatı adam gibi yaşamalı. Meselâ sevinçlerini ertelememeli ve hayattan asla ümidini kesmemeli. Küçük çocukların gözlerinde hissetmeli hayatı. Yeni konuşmaya başlayan ve her gördüğünü merak eden küçük bir çocuğun gözüyle bakabilmeli hayata. Onların dürüstlüğünden, masumiyetlerinden neşe almalı, ümit duymalı.

Her doğan güneş, her yeni gün bize sunulan çok değerli bir hediye, fanî ömür dakikalarımızı bakîleştirmek için yeni bir fırsat, ebedî hayatımızı kazanmamız için yeni bir sayfadır. Hazan mevsimine yeni girdiğimiz şu günlerde, yaşadığımız hergünü son günümüzmüş gibi yaşayabilsek ve her günün değerinin farkına varabilsek, hayatımız çok daha anlamlı olur herhalde. Zira Bediüzzaman’ ın dediği gibi, vazifemiz kudsiyedir, hizmetimiz ulvîdir. Herbir saatimiz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. Bilelim ki , elimizden kaçmasın.

Hasan YÜKSELTEN

10.09.2006


ESMA-İ HÜSNA

Semî’

Allah (c.c.), Sâmi’dir, Semî’dir. Yani Cenâb-ı Hak mahlûkatının seslerini, duâlarını, niyazlarını, yalvarışlarını, yakarışlarını kâmilen işiten; herkesin her âhını, her sözünü, her çağrısını, her çığlığını eksiksiz duyandır. Hiçbir ses, Cenâb-ı Hakkın işitmesinin hâricinde kalmaz.

Sâmi ve bu ismin mübalâğa şekli olan Semî’ ismi Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tarafından zikredilmiştir. Bu isimleri Kur’ân’da da buluruz.

İlgili âyetlerden bir kaçını buraya alalım:

“Allah dedi ki, ‘Korkmayın. Ben sizinle beraberim. İşitirim ve görürüm.’” (Taha Sûresi: 46)

“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten Semî’ ve Basîr’dir.” (İsra Sûresi: 1)

“Kocası hakkında defalarca sana müracaat eden ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitti. Zâten Allah sizin konuşmalarınızı işitiyor. Muhakkak Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür” (Mücadele Sûresi: 1)

Bu son âyetin tefsîrinde Bediüzzaman Saîd Nursî, Cenâb-ı Hakkın her şeyi işittiğini, hattâ en gizli bir mâcerâ olan ve eşinden şikâyet eden bir kadının mücâdelesini ve haklı dâvâsını Hak ismiyle işittiğini, Cenâb-ı Hakkın büyük işler içinde topyekûn haklı dâvâlara Rahîm ismiyle ehemmiyet verdiğini ve Hak ismiyle ciddiyetle baktığını bu âyetle gösterdiğini kaydeder. Bedîüzzaman’a göre, bu cüz’î hadiseden hareketle, Cenâb-ı Hakkın varlıkların en gizli hallerini bütünüyle işittiğine intikal edilmelidir. Cenâb-ı Hak, Zât itibâriyle kâinatın imkân dâiresinden hâriç olduğu için, kâinatın küçük-büyük her şeyini kemâliyle işitmekte, kâinat içinde mazlûm küçük mahlûkların dertlerini görmekte ve feryatlarını duymaktadır. Feryatları işitmeyen ve dertleri görmeyen Rab olamaz.

Bedîüzzaman’a göre, sineğin kafasındaki o küçücük hücrelerin çağrılarına “Lebbeyk!” diyen Cenâb-ı Hakkın, bizim niyazlarımızı işitmemesine ve duâlarımıza müsbet cevap vermemesine imkân ve ihtimal yoktur.

Semî ve Kerîm olan Cenâb-ı Hakkın, en gizli bir canlının en gizli bir arzusunu, en hafif bir niyâzını gördüğünü, işittiğini, kabul edip merhamet ettiğini ve hal diliyle de olsa cevap verdiğini beyan eden Bedîüzzaman, gayet hikmet ve merhamet içinde ve görerek yaratıldığı dikkatli gözlerden kaçmayan her şeyin terbiye ve tedbirinin, Semî ve Basîr olan Cenâb-ı Allah’a mahsus olduğunu kaydeder.

Bedîüzzaman’a göre, Cenâb-ı Hakkın küllî irâdesine ve sınırsız kudretine hadsiz fiiller, hadsiz sadâlar, hadsiz duâlar, hadsiz işler, hiçbir cihette ağır gelmez, bir birine mani olmaz, Hâlık-ı Zülcelâli meşgul etmez, şaşırtmaz. Cenâb-ı Hak, bütün varlıkları birden görür, bütün sesleri birden işitir; Ona göre yakın, uzak birdir. İsterse bütününü birinin imdadına gönderir. Her şeyin her şeyini görür. Seslerini işitir. Her şeyin her şeyini bilir.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, canlıların yaratılışına bakıldığında Cenâb-ı Hakkın muktedir, muhtar, işitici, bilici ve görücü olduğu aslâ dikkatli gözlerden kaçmamaktadır. Cenâb-ı Hak, en küçük canlıları görmekte, bilmekte, dinlemekte ve her şeyi istediği gibi yapmaktadır. Kezâ, kulağı veren Cenâb-ı Allah, o kulağın işittiklerini elbette işitmekte, sonra kulağı yapmakta, yaratmakta ve vermektedir.

Bütün canlı mahlûkların elleri yetişmediği ve iktidarları dairesinde olmayan bütün ihtiyaçlarının ve bütün fıtrî isteklerinin, bir nevi duâ hükmünde olan fıtrî istidat ve zarûrî ihtiyâç dilleriyle istedikleri vakitte, gayet Rahîm, işitici ve şefkatli bir gaybî el tarafından verilmesiyle ve ihtiyârî olan duâların, hususan salih kimselerin ve peygamberlerin duâlarının ekserisinin makbul olmasıyla kat’î anlaşılıyor ki, her dertlinin ahını dinleyen, her muhtâcın duâsını işiten, Semî ve Mucîb olan Allah, perde arkasındadır ve en küçük bir hayat sahibinin, en küçük bir ihtiyacını da görmekte, en gizli bir ahını işitmekte, şefkat etmekte, fiilen cevap vermekte ve memnun etmektedir. Kezâ, işitici olan Cenâb-ı Hakka nazaran, insan nev’inin en büyük duâsı olan âhiretin îcâdı ve en büyük mutluluğu olan ebedî saadetin verilmesi için Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) tek duâsı kâfidir. Cennetin vücudu ve âhiretin îcadı, Mucîb, Semî ve Rahîm olan Cenâb-ı Hakkın kudretine baharın îcadı kadar kolay ve rahattır.

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

10.09.2006


Münâcâtü'l-Kur'ân

YUSUF:

1. Ey dilediği kimseye rahmetini eriştiren ve güzel davrananların mükâfatını zâyi etmeyen! (56)

2. Ey “Kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez” diyen! (87)

3. Ey her şeyi bilerek ve hikmetle yaparak dilediğine lütufta bulunan! (100)

4. Ey suçlular topluluğundan azabı asla geri çevrilemeyen! (110)

10.09.2006


Zübeyir Gündüzalp'in Kaleminden

Risâle-i Nur öyle bir ziya neşrediyor ki...

Evet kardeşlerim,

Risâle-i Nur, öyle bir ziyâ-i hakikat, öyle bir bürhân-ı hak ve bir sirâc-ı hakikat neşrediyor ve iki cihânın saadetini temin edecek Kur’ân ve imân hakikatlerini ders veriyor ve öyle bir lütf-u İlâhîdir ki, yirmi beş seneden beri çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, kadın-erkek, muallimi feylesofu, talebesi, âlimi, mutasavvıfı gibi, herbir tabaka-i insaniye, bu Nurun âşığı, bu Nurun pervânesi, bu Nurun meclûbu, bu Nurun muhibbi olmuşlar, bu Nura koşmuşlar, bu Nurun sînesine atılmışlar, bu Nurdan medet istemişler. Milyonlarca bahtiyar kimselerden müteşekkil muazzam bir kitle bu nurla nurlanıp, bu nurla kurtulmuşlardır.

10.09.2006


Mu'cizât-ı Ahmediye'den (asm.)

Bir işaretle ağaç yerinden oynadı

Hazret-i Büreyde, İbni Sahibi’l-Eslemî tarikinde, nakl-i sahihle, Büreyde dedi ki: Biz Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında iken, bir seferde bir a’râbî geldi. Bir âyet, yani bir mucize istedi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: “Şu ağaca, ‘Resulullah seni çağırıyor’ de.” Bir ağaca işaret etti. Ağaç, sağa ve sola meylederek köklerini yerden çıkarıp huzur-u Nebevîye geldi, “Es-selamu aleyke ya Resûlallah” dedi. Sonra a’râbî dedi: “Yine yerine gitsin.” Emretti, yerine gitti. A’râbî dedi: “İzin ver, sana secde edeyim.” Dedi: “İzin yok kimseye.” Dedi: “Öyleyse senin elini, ayağını öpeceğim.” İzin verdi.

Mektubat, s. 127

10.09.2006


BİR KISSA, BİN HİSSE

İbn-i Şimase anlatıyor:

Amr bin As (ra) ölüm döşeğindeyken yüzünü duvara çevirmiş ağlıyordu. Oğlu ona:

“Baba neden ağlıyorsun? Ölümden mi korkuyorsun?” dedi.

O ise hep yüzü duvara dönük ağlamaya devam etti. Bir ara oğluna:

“Ölümden değil; ölüm sonrasından korkuyorum.” dedi.

Oğlu:

“Resulullah sizleri Allah’ın rahmetiyle müjdeledi. Allah’ın elçisine arkadaşlık yaptınız. Sizlere ne mutlu!” dedi.

Amr bin As (ra) yüzünü bizim tarafa çevirdi ve dedi ki:

“Amellerim içinde en üstünü “La ilahe illallah Muhammede’r-Resulullah” dememdir. Ben hayatımda üç değişik hal geçirdim: 1- Hatırlıyorum ki, insanlar içinde Allah’ın peygamberi kadar kızdığım bir kimse ve onu öldürmek kadar arzu ettiğim bir şey yoktu. Eğer ben bu hal üzere ölseydim şüphesiz Cehenneme giderdim. 2- Sonra Allah bana hidayet verdi de, Allah’ın Peygamberi (asm) bana elini uzattı. Ben de Müslüman oldum. Öyle oldu ki, insanlar içinde O’ndan daha çok sevdiğim kimse yoktu. Öyle ki, O’na karşı beslediğim saygıdan dolayı yüzüne bakamıyordum. Eğer biri bana ‘Resulullah nasıldır?’ deseydi, saygıdan dolayı yüzüne bakamadığım için Onu tarif edemezdim. Ben o sıralarda ölseydim, hiç şüphe etmiyorum ki, Cennete girenlerden olurdum. 3- Ondan sonra bir takım görev ve yetkiler aldık. Bazı devlet görevlerine getirildik. Siyasî görevler yaptık. İşte ben bundan sonraki durumumu bilemiyorum. Öldüğüm zaman arkamdan ağlamayın.” dedi.

Sonra yüzünü tekrar duvara dönerek:

“Allah’ım! Sen bize emrettin; senin emrini dinlemedik. Bizi nehyettin; nehyettiğin şeylerden vazgeçmedik. Bu gün Senin affından başka ümidimiz yoktur. Allah’ım! Ben güçlü değilim ki, sana karşı koyayım. Suçsuz değilim ki, savunmamı yapayım. Suçlarımı inkâr etmiyorum. Senden af diliyorum. La ilahe illallah.” diye duâ etti ve son nefesine kadar duâya devam etti.

(El-Bidaye, 8/26)

Süleyman KÖSMENE

10.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004