Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onlar ise, “Siz de bizim gibi insanlarsınız. Rahmân bize hiçbir şey indirmiş değildir; siz ancak yalan söylüyorsunuz” diye cevap verdiler.

Yâsin Sûresi: 15

24.09.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kim ki geceleyin Duhan Sûresini okursa sabaha kadar yetmiş bin melek günahlarının bağışlanması için duâ eder.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3729

24.09.2006


Ramazan orucu, şeâir-i İslâmiyedir

Ramazan-ı Şerifteki savm, İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincilerindendir. Hem şeâir-i İslâmiyenin âzamlarındandır.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenâb-ı Hakkın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimâiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.

Cenâb-ı Hakkın rububiyeti noktasında orucun çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet sûretinde halk ettiği ve bütün envâ-ı nimeti o sofrada “min haysü lâ yahtesib” (umulmadık yerlerden) bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemâl-i Rububiyetini ve Rahmâniyet ve Rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar, gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde, o vaziyetin ifade ettiği hakikati tam göremiyor, bazan unutuyor.

Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman, birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelînin ziyafetine dâvet edilmiş bir surette, akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkârâne göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli Rahmâniyete karşı, vüs’atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvî ubudiyete ve şeref-i kerâmete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?

(Mektubat, s. 387)

Lügatçe:

savm: Oruç.

erkân-ı hamse: Beş rükûn, esas.

niam-ı İlâhiye: Allah’ın verdiği nimetler.

şeâir-i İslâmiye: İslâmın sembolü, simgesi.

rububiyet: Allah’ın bütün mahlukatı terbiye ve idare etmesi.

halk: Yaratma.

envâ-ı nimet: Nimet çeşitleri.

kemâl-i Rububiyet: Allah’ın bütün mahlukatı mükemmel bir şekilde terbiye ve idare etmesi.

esbab: Sebepler.

tavr-ı ubudiyetkârâne: Kulluğa yakışır tavır, hareket.

vüs’at: Genişlik.

Bediüzzaman Said NURSİ

24.09.2006


Risâle okumada muhatap olma liyakati

Risâle-i Nur okumak, istifade etmek çok büyük bir nimet ve mazhariyet. “En çok okunan kitap hangisidir?” diye bir soru sorulsa hiç şüphesiz, tereddütsüz akla gelen Kur’ân-ı Kerim olacaktır.

Ondan sonra?

Onun mânevî mucizesi olan Risâle-i Nurlardır.

Risâle-i Nur’un kıymet ve önemini ifade edecek yazı yazmak benim gibilerin haddine değil. Ancak 30 küsûr yıldır istifade ettiğim bir hazineden yeterli faydalanabildiğimi de ifade edemem. Ayrıca tanıma yıllarının çokluğunun anlama bakımından bir ayrıcalığı da yoktur. Anlamak ve istifade etmek de her zaman aynı şey değildir. Herkes istifade eder ama herkes aynı derecede anlayamaz. Anlaşılması ve istifade edilmesi asıl makbul olanı.

Yeni çıkan bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Yeni okudum. Heyecanımı paylaşmak için yazdım.

Yeni Asya Neşriyat’tan. Dr. Levet Bilgi’nin hazırlayıp sunduğu, kapsamlı bir çalışmanın ürünü olduğu ilk bölümlerinden belli olan bir kitap. “Risale-i Nur Okuma Metotları” adındaki bu kitabı Risale-i Nurlar’a muhatap olan herkes mutlaka okumalı. Eskiden tanıyanlar, çok iyi anlamış olduğuna kanaati olanlar, Risâlelerin yanlış anlaşıldığı ve yorumlandığı düşüncesindekiler, her ne sûretle Risâle ile ilgilenmiş kim varsa okumalıdır. Yeni başlayandan tutun ta 50 yıldır okuyorum diyenlerin dahi mutlaka okuması lâzımdır diye düşünüyorum.

Yalnızlık kavramı ve kâinatla iletişim

Risâle-i Nur okuyan insanların dünyasında “yalnızlık” kavramı bilinen tanımlama ve kavramlardan ayrılıyor. Gerçek yalnızlar, kalabalıklar içinde “uydum kalabalığa” deyip akıntıya kapılanlardır.

Okuma analizleri ve gerekçeleri ayrı başlıklar halinde ele alınıp değerlendirme yapılmış.

Risâle-i Nur’a şuur anlamı yüklenmiş. Yani Risâle-i Nur’u kuru bir metin olarak değil şuur sahibi bir kaynak olarak görmek gereği üzerinde durulmaktadır.

“İletişim” konulu arama konferansının “evrenle iletişim” konulu sonuç bildirisinde yer alan tespitler, bu kitapta da önemli bir bölüm olarak yer almaktadır.

Muhatap olma liyakati

Herkes kiminle ve nasıl muhatap olunacağını bilir. Risâle-i Nur gibi bir hazineye muhatap olmanın da önemli farklı şartlarının olduğunu çok mükemmel açıklamış araştırmacı. Eğer muhatabiyet şartları yerine getirilmezse risâlelerden istifade edilemeyeceği çok güzel izah edilmektedir.

Yani istifade edebilme şartları ile istifadeye engel olan şartların tanımlanması bu kitabın ana temasını oluşturmaktadır.

Kanaatime göre böyle bir çalışma daha önceleri yapılmış olsaydı, yorum farklılıklarından kaynaklanan ihtilaflar olmazdı veya daha asgarî seviyede olurdu diye düşünüyorum.

Muhatap olmaya lâyık olmak lâzım. Ama nasıl?

İşte bu can alıcı sorunun cevabını bulacak önce sorularını üretmek, sonra cevabını aramak.

Soruyu sormak da, cevabını bulmak da Risâleye muhatap olanların kendi vicdanında gizli.

Dr. Levent Bilgi farkında olmamız için dikkate çekmiş, dikkat çekebilmenin çok orijinal metotlarını açıklamış.

Tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum.

Herkesi çok âcil adı geçen kitabı alıp okumaya davet ediyorum.

Dursun SİVRİ

24.09.2006


Münâcâtü'l-Kur’ân

NÛR:

1. Ey bütün canlıları sudan yaratan! Böylece kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi dört ayakla yürür.(45)

2. Ey herşeyi hakkıyla bilen Allah! (64)

FURKAN:

1. Ey Kıyâmete kadar bütün insanlara ve cinlere bir korkutucu olsun diye kulu Muhammed’e Furkan’ı indiren! (1)

2. Ey rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen ve gökten ter temiz su indiren! (48)

3. Ey bir çeşit sudan insanı yaratıp nesiller vücuda getiren.(54)

4. Ey ibret almak veya şükretmek isteyenler için gece ve gündüzü peş peşe getiren! (62)

24.09.2006


Kur’ân’ın kıymetini anlatan bir eser

Ben, Risâle-i Nur’a kavuşuncaya kadar matbuatımızda ve kitaplarımızda Kur’ân-ı Kerim’in kıymetini anlatan tek bir yazı okumamıştım. Sonradan anladım ki, Kur’ân-ı Kerim’i—yarım asırdan fazladır, bizde yetişen ediplerden ziyade—ecnebî büyükleri takdir ediyorlarmış. Amerika’da Beyaz Saray’da bütün dünyanın ve kâinatın güneşi olan Kur’ân-ı Hakîm yeşil ipekliler arasında lâyık olduğu yüksek mevkie konuyormuş. Mucitler, filozoflar, psikologlar, sosyologlar, pedagoglar Kur’ân-ı Kerim’i esas tutarak yazılmış olan eserleri okuyorlar; o şahsiyetler bu mukaddes kitaptan aldıkları malûmat ile eserler yazarak dünya çapında şöhret kazanıyorlar. İnsanlığa, milletlerine hizmet ediyorlarmış. İsveç, Norveç ve Finlandiya’da en büyük ilim adamlarından müteşekkil bir heyet meydana getirmişler, gençlerin kurtuluşunu sağlayacak halâskâr bir kitabı senelerce aramışlar, nihayet gençliği en yüksek ahlâk ile ahlâklandırmak ve dünyada açık fikirli, müstakim ilim adamı yapmak için Kur’ân-ı Kerim’i okutmanın yegâne çare olduğu neticesine varmışlar. İslâmiyeti ve Kur’ân’ı takdir eden yabancılar çoktur, daha birçok misâller vermek mümkündür.

İşte Müslüman olmayan kimseler, İslâm kitabının kıymetini takdir edip istifade ederlerse, uyanık Müslüman Türk gençliği acaba daha fazla durabilir mi? Kat’a ve aslâ duramaz ve uyuyamaz.

Ma’bûd-u Zîşanımız olan Cenâb-ı Hak, gençliğimizin en ulvî ve en kudsî ihtiyaçlarına tam cevap verecek bir ilm-i hakikat hazinesini yirminci asırda da meydana getirmiştir. İşte bu zengin define-i ilmiye, Kur’ân-ı Kerim’in hakikî ve parlak bir tefsiri olan Risâle-i Nur’dur.

24.09.2006


Dağlar onu (asm) tanır ve severler

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebu Bekri’s-Sıddık, Ömerü’l-Faruk ve Osman-ı Zinnureyn ile Uhud Dağının başına çıktılar. Cebel-i Uhud, ya onların mehabetlerinden veya kendi sürur ve sevincinden lerzeye geldi, kımıldandı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki: “Dur ey Uhud! Şüphesiz üzerinde bir peygamber, bir sıddık ve iki tanede şehid var.”

Şu hadis, Hazret-i Ömer ve Osman şehid olacaklarına bir ihbar-ı gaybîdir....

Bu misâlden anlaşılır ki, o koca dağlar birer müstakil abddir, müsebbihtir ve vazifedardırlar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı tanır ve severler; başıboş değillerdir.

Mektubat, s. 134

24.09.2006


Biat tazelemedir Ramazan

Oruç tutan insan bilir ki;

Bütün kâinatı sonsuz kudreti ile çeviren, yıldızları tesbih taneleri gibi tutan rahmet sahibi bir Zât var. Sonsuz uzay boşluğunu dolduran sayısız yıldız ve gezegenler ortasında ay, dünya ve güneş arasındaki lâtif raks ile zamanı halkeder. Ayı ve güneşi yeryüzündeki nazenin misafirlerine bir lamba olacak şekilde çevirir. Bu âhenkli raksın neticesinde oluşan aylar ve yıllar içinde rahmetini hissettirdiği ve idrak sahibi olanların gönüllerinde ayrı bir mânâ hâsıl ettiği dönem ile Rabbi ona çok yakındır. Ramazan adını alan bu dönem aslında Âlemlerin Rabbi ve insan arasında bir biat tazeleme, kulun Rabb’ine itaatini daha belirgin hissetme ve ifade etme dönemidir. O koca küreleri çeviren bir Zâtın himayesinde olduğunu ve o Zât-ı Zülcemâli kendisi ile alâkadar olduğunu bilmek tarifi imkânsız bir duygudur. O Zât bütün nimetleri ve farklı ihsanları ile varlık âlemini bir şiire dönüştürmüş ve muhabbetini zerrelerle dile getirmiştir. İftar sofraları bu mânânın küçük bir alana sığdırılmış ifadeleridir. Kâinatı bir nimet sofrası şeklinde yaratan Rabb-ı Kerimi o sofrada çok daha belirgin ve derinden hisseder. O an yaşadığı duygular çok farklıdır. Açlık haz verir, çünkü Rabbi’ini hatırlatır. Nimetler önünde durduğu halde dokunamamak çok hoştur, çünkü nimeti verenin farkında olmak nimetin kendinden çok daha fazla haz verir. Bunlar hayatın her ânına ait duygulardır. Ancak, Ramazan’da zirveye ulaşır. Bu sebeple sanki ay dünyanın etrafında, dünya güneşin etrafında Ramazan’a ulaşmak için döner. Varlığa muhatap olan kulların kalp atışları o ayda daha hızlanır ve anlamına daha yakındır. Yaratılışın asıl maksatları bu zaman diliminde çok daha yüksek perdeden dile getirilir ve gönül tellerini titreştirir. Sanki Ramazan, bütün senenin hâsılâtını toplama ve o yıl içinde yaşananların mânâlarını daha belirgin hissetme ânıdır. Bu zaman diliminde “Kimsin? Necisin? Nereden gelip, nereye gidiyorsun?” soruları nimetleri verenin farkında olmak ve kulluğunu hissetmekle daha netleşir. Günün mânâdan uzaklaştırıcılığının namaz vakitlerinde telafisi gibi yıl içinde maddenin kendini belirgin şekilde hissettirdiği aylar arasında Ramazan bir toparlanma, öze dönüş ve aslını bulma dilimidir. Her yıl içine böyle bir zaman dilimi yerleştirmek kullarını tanıyan ve onların asıl mânâlarından uzaklaşma meylinin farkında olan ve rahmeti ile onları asıl mânâlarına yönelten Rabbinin her isminin güzelliğinden ve güzelliğin varlığa yansımasından kaynaklanır.

Bu sebeple oruç tutan insan, Rabbini çok sever. O’nun emri ile vazgeçmekten dolayı sevgisini çok daha belirgin hisseder. Bu sevginin ve Âlemlerin Rabbi’ni yanında ve kendi ile alâkadar hissetmenin hiçbir maddî nimette olmayan çok hoş bir duygu ve çok lâtif bir an olduğunu bütün hücreleri ile hisseder.

Hakan YALMAN

24.09.2006


Ya Lâtif

Allah güzeldir, güzeli sever.

Hoşluklar, güzellikler, lâtif olan her şey, Rabbimin LÂTİF ismiyle bilinir.

Kendini bize tanıttırmak isteyen Yaradan, yarattığı her varlığa mührünü vurmuş, ismini yazmış da öyle halketmiş.

Oturduğum yerden etrafı seyrediyorum…

Her çeşit meyve ağacının bulunduğu bahçe dile gelmişcesine ruh dünyama hitap ediyor.

‘Bak diyor kayısı ağacı, bir iki ay önce açan çiçeklerimi görüp nasıl da sevinmiştin!’

Dallardaki yeşil elmalar, koparılmayı bekleyen elleri gözlemekte…

Üzüm salkımları artık bağ bozumu vaktinin geldiğini, ceviz ise ‘az daha bekleyeceksiniz’ dercesine sabırla meyvelerini dallarında beslemeye devam ediyor.

Domates fideleri kuru çalıları andırıyor… Patlıcanlar artık iştahsız…

Mısırlar, kabaklar, börülceler, biberler tatlı bir düş gibi geçmiş zamanlarda kaldı…

Kavak ağacının sararan yapraklarında bile bir güzellik, bir letâfet var…

Kameriyenin etrafına sıralanan saksılardaki çiçekler açmak için son güçlerini harcamaktalar.

Ne güzel değil mi?

Sadece birkaç satırda anlatmaya çalıştığım şu bir-iki dönümlük bahçe bile bende inanılmaz güzel duygular yaşatıyor.

Gönül gözü açık olanların niçin dağları, bağları mesken tuttuğunu anlamaya çalışıyorum.

Taş duvarların istilâ ettiği, betonların yığın yığın insanın üstüne geldiği mekânlarda insan olmayı unutuşumuz acaba bundan mıdır?

Gönül gözlerimizi kapatan bu betonlar mı, yoksa taşlaşan duygularımızı çepeçevre hapseden kocaman yapılar mı?

Letâfet dediğimiz şey insan hal ve hareketlerinin ötesinde olmalı, insan ruhunu sarıp sarmalamalı, gönül evlerini şekillendirmelidir ki lâtif insan olunsun.

YA LÂTİF derken, güzel ve hoş şeyler akla geliyor değil mi?

Yaradılan her şey lâtif… Çünkü Yaradanın eseri…

Yılın en güzel ayı olan Ramazan, insan hayatına da aynı letafetle geldi. Aynı güzellikle, aynı hoşlukla.

Dallardaki meyvelere bakarken, onlardaki tadı biliyor olmamadan tutun, her birinin ayrı ayrı faydalarına varıncaya kadar pek çok şeyi, hele hele bende bıraktıkları lâtif düşünceleri anlatmak için harflerin yetersiz kaldığını düşünüyorum.

Meyvelerin tadı gibi, yasaklı olmamızın bedenimizde bıraktığı huzur lezzeti neredeyse aynı.

YA LÂTİF!

Güzellikleri SEN’den istiyoruz…

Hoşlukları yaratan da SEN’sin, veren de..

Ramazan hürmetine… Ramazanda sana açılan eller hürmetine… Seni tesbih eden diller hürmetine… Bizi güzelleştir. Bize letâfet ver. Hoşluk ve ahsen-i takvîm sıfatına mazhar olma fırsatı olan Ramazanları idrak ve ihya etme gayreti ver…

Cümle âlem Müslümanların mübarek Ramazanlarını tebrik ediyor, ağlayan mazlumların feryadlarının dinmesi için Rabbimize sığınıyor, duâlarınızı bekliyorum.

Hülya YAKUT

24.09.2006


Oruç, tahammül gücünü geliştirir

Mübarek üç ayların sonuncusu olan Ramazan ayı, çat kapı evimize gelen misafir gibi değildir.

Cenâb-ı Hak hikmeti gereği biz aciz kullarını mânen ve bedenen Ramazan orucunun farzına Recep ve Şaban ayının vasıtasıyla hazırlar.

Bunun da sebebi maddî ve mânevî olarak mübareği tazim ve edep ile karşılamamızı ister.

Böylesi hazırlık gereken bir ayda sanırım Müslümanlar olarak dikkat etmemiz gereken önemli hususiyetler olsa gerek.

Bugün bu hususiyetlerden birini aktaralım:

Meselâ Recep ve Şaban ayı bedenimizi organik olarak yavaş yavaş Ramazana hazırlar. Bu hazırlığın dikkate şayan tarafı, Ramazanla birey kendini engellenmiş hissedebilir. Yani artık istediği şeyi istediği zaman yiyip içemez. Bu durum bir nebze olsun bizler için “engellenmişlik” hâlidir. Fakat Ramazan ayı netice itibarıyla kulluğun özü olan Allah rızasını kazanmaya vesile olan önemli ibadetlerden biri olduğundan, kişi Ramazan orucuyla engel karşısında göstereceği tahammülünü ölçmekle kalmaz, aynı zamanda tahammül gücünü geliştirme imkânını da kazanır.

Psikolog Yasemin Uçal ABDULLAH

24.09.2006


Fotoğrafların dili

1. Oruç ne demektir?

Oruç, Farsçadaki “rûze” kelimesinden dilimize geçmiştir. Arapçada “savm” veya “sıyam” denilen oruç, bir şeyden uzak durmak, kendini bir isteğine karşı engellemek demektir.

Bir fıkıh terimi olarak ise oruç, imsaktan iftara kadar, bir gaye için, bilerek yemek, içmek ve cinsel ilişkiden uzak durmak, demektir.

2. Ramazan ayında oruç tutmanın hükmü nedir?

Ramazan ayında ergen ve akıl sahibi Müslümanların oruç tutmaları farzdır, yani Allah’ın emridir.

Süleyman KÖSMENE

24.09.2006


Vuslat bayramı

Ezanın okunmasına az kala caminin kenarına toplanıyordu çocuklar ve gençler… Elleri boş gelmiyorlardı evlerinden; annelerinin yaptığı sıcak börek ve pidelerle zenginleşiyordu küçük sofra…

Kulak ezanda, tatlı bekleyiş sohbetle süsleniyor… Zihinler sâfî… Duygular duru… Kalpler kıvamında… Yüzler mütebbessim ve temiz… Elbiseler markalı değil belki de ama ruhların asaletini gösteriyor durduğu bedenlerde…

Ne konuştuklarını hatırlamıyor aklı, tatlılığı ise gitmiyor gönül gözünün önünden… Ayların sultanı misafir olmuştu çocuk kalplere… El ele tutuşturmuştu onları… Cami avlusunda çepe çevre sarmıştı safi sineleri…

Yedikleri sıcak pide değil sevgiydi… Karşılıksız ikram ediyorlardı muhabbetlerini… Mutsuzluğu tatmamışlardı henüz mutluluğa doymak istiyorlardı…

Kin, kıskançlık, çekememezlik, gıybet, nefret, adavet, aldatmak… Bunlar hangi uzak ülkenin kötü askerleriydi? Gitmemişlerdi daha o diyarlara… Mutluluk ülkesinin prensi olmak varken, kötü kralın askeri olmak üzüntü verici olsa gerek… Hayalini hatırlamak bile hoş değil…

Ezan Allahüekber değince emir almış asker gibi Bismillah’la başlıyorlar kalp midesinin kapılarını açmağa… Ne güzellik… Ne tatlılık… Ne huzur… Kanat çırpıyor kalpleri sevinç semalarında… Coşku rüzgârıyla canlanıyor beden hücreleri…

Ayların sultanı her yıl ziyaret ediyor yine, fakat kirlilik bulutları engelliyor ışık akışını… Geçemiyor günah lekelerinden muhabbet huzmeleri… Büyüklüğün kalın perdelerini delemiyor safi sevgi…

Kirlenmişliğin kalın buzulu ubudiyet ateşinde pişmiş istiğfar taamıyla erir, hikmet suyu ile hayata akar… Ay güzelliği suya yansır, su güzelliği aya yükselir… Bu buluşma ve kavuşma çocuk canların yeniden dirilişidir… Camiler, cadde ve sokakları içine alarak genişler bu buluşmada… Mutlu yüzlerle yüzleşir yürekler…

Yeryüzünün kanlı ve karanlık yüzü bu buluşmaya hasret… Hasretin acısıyla inliyor masumlar ve mazlumlar… Hasretin biteceği vuslat bayramları yakın olsun inşaallah.

Hüseyin EREN

24.09.2006


Dörtlük

Oruç Allah içindir, mükâfatı O verir.

Açlık terbiyesiyle nefsin inadı erir.

İçilmez izin yoksa, bir tek yudum su bile.

Acz ve fakr tarikiyle, mü’min Rabb’e yönelir.

Abdülkadir MENEK

24.09.2006


Takvim

Şükür Ramazan’a kavuştuk,

Teravihte camilere doluştuk.

Kalktık gece sahura,

İlk orucumuzu tuttuk.

Ferhat ÖĞMEN

24.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004