Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Papa: Laiklik yeniden tanımlansın

Papa, Ankara yolunda laik Türkiye ve Avrupa yerine, geleneklere dayanan Hıristiyan Avrupa ile Müslüman Türkiye ilişkisinin yararına özel vurgu yaptı.

(...)

Gazeteciler Papa’ya Türkiye seyahatiyle ilgili olarak önemli sorular yönelttiler. Papa kendisine yöneltilen sorular arasında en ilginç yanıtı “Avrupa ve Türkiye’de laiklik teması” üzerine verdi. Papa “sağlıklı laiklik” ve “laisizm” arasındaki farka dikkat çekerek “geleneksel değerlerin kamu alanından dışlanmasının doğru olmadığını” vurguladı. Hiçbir kağıda bakmadan konuşan Papa 16. Benedict “Avrupalı bir ulus olmak isteyen, gerilim ve umut dolu bir ülkeye gidiyorsunuz. Avrupa Türkiye’ye yardım edebilir mi? Dini, kültürel kimliklere saygılı daha bilinçli bir entegrasyondan söz edilebilir mi?” sorusuna öncelikle Atatürk’ün modern Türkiye’yi kurarken model olarak Fransız Anayasası’nı aldığını hatırlatarak yanıt verdi. Papa “Modern Türkiye’nin orijininde Avrupa aklı, düşüncesi ve yaşam stili ile diyalog var” dedi. Ancak bu noktada 16. Benedict Avrupa ve Türkiye arasındaki din ve tarihi bağlar farkına da dikkat çekti.Papa “Avrupa aklı ve Türk Müslüman geleneği arasındaki diyalog modern Türkiye’nin varoluşunda yazılı ve bu anlamda birbirimize karşı sorumluluklarımız var” dedi.

KAMUSAL ALAN

Papa konuşmalarında “laiklik” temasını dikkatle ele aldı. Avrupa’da “sağlıklı bir laiklik” ve “laisizm” tartışması olduğunu ve bunun Türkiye ile diyalogda önemli bulduğunu vurgulayan Papa, “Laisizm, kamu hayatını geleneklerin her birinden dışlayan bir anlayış, çıkışı olmayan bir sokaktır” dedi. Papa laikliğin yeniden tanımlanması gerektiği üstünde ısrarla durarak laikliğin temelinde dini değerlerin olması gerektiğini savundu. Kamu alanı ve din arasındaki fark, otonomi, tutarlılık ve ortak sorumluluğun altını çizen Papa bütün bunların altındaki değerlerin orijininin ise din olduğunu söyledi. Papa “Biz Avrupalılar bizim laik ve laisist aklımızı yeniden ele almalıyız. Türkiye’de kendi tarihinden, orijininden hareketle laiklik ve gelenek arasındaki bağı gelecek için nasıl inşa etmesi gerektiğini düşünmeli” dedi.

YENİ İTTİFAK ÖNERİSİ

Papa’nın Türkiye’de laiklik nasıl olmalı ve Avrupa laikliği üzerine düşünceleri uçaktaki basın mensuplarının ilginç yorumlarına yol açtı. Yabancı basında Papa’nın bu konuşması 16. Benedict’in geleneklere dayalı, Hıristiyan bir Avrupa’nın geleneksel Müslüman Türkiye ile diyalogunu, bugünkü anlamda laik Avrupa’nın laik Türkiye’yle diyaloguna tercih ettiği yorumlarına yol açtı. Avrupa’yı entegre bir Türkiye yerine kendi Müslüman kimliğini güçlendirmiş Türkiye’nin Avrupa’da çekirdek Hıristiyan ülkelerin yer alacağı birinci halkaya bağlı, ikinci bir halkada yer alması, Vatikan’ın Türkiye üzerine son günlerde yaptığı dış politik açılımlarına da uyuyor. Genel kanı Vatikan’ın Avrupa ve Türkiye’de yeni bir laiklik tanımı arayışı ile Türkiye’deki İslami çevrelere “yeni bir ittifak önerisi” getirdiği şeklinde yorumlanıyor.

Sabah, 29.11.2006

Yasemin TAŞKIN

30.11.2006


 

O dönemde hürriyet yoktu

Özdemir İnce hatırlatınca uyandım, son günlerde ortalığı kasıp kavuran ‘tartışmalı adam’ Profesör Atilla Yayla, meğerse Zaman Gazetesi’nde yazılar da yazarmış. O gazeteyi okumadığım için farkında değildim.

O panelde dile getirdiği o fırtınalar koparan düşüncelerini de gazetesinde daha önce kaleme almışmış meğer...

Bakın, bir hafta önce şöyle yazmış: ‘1925-1945 dönemini Kemalizm’in egemen olduğu dönem olarak ele alırsak bir ilerlemeden çok bir gerilemeye tekabül ediyor. İfade hürriyeti yok, siyasi hürriyet yok, muhalefete teşkilatlanmaya izin verilmiyor. Bu ve benzeri faktörler bir gerileme göstergesidir.’

Profesörün cümle kurma yeteneği düşük, dili pek parlak değil ama ne dediği açık.

Ben bu profesörün saçmaladığını, ama saçmalama hakkına da sahip olduğunu düşünüyordum.

Kendisinden özür diliyorum. Saçmalamamış, doğruyu söylemiş!

Gerçeğin Zaman Gazetesi’nde dile getirilmesi gerçeği sakatlamaz. Örneğin dışarıda yağmur yağıyorsa ve Necmettin Erbakan ‘yağmur yağıyor’ derse, sırf Atatürkçü olduğumuz için ‘hayır güneş parlıyor’ diyemeyiz.

Profesör Yayla haklıdır. O dönemde ifade hürriyeti yoktur, siyasi hürriyet yoktur, muhalefetin örgütlenmesi yasaktır, tek parti diktası vardır, bu da meşrutiyet dönemine ve cumhuriyetin ilk iki yılına göre bir ilerleme değil, demokrasi açısından bir gerilemedir. (Kurulan şeker fabrikaları, çimento fabrikaları falan apayrı bir konudur.)

Bunun için mi bu adamı yoketmeye, yüreğine indirip öldürmeye kalktınız yahu? Ben aynı şeyi yirmi senedir söylüyorum, o zaman beni de kazığa oturtunuz!

Özdemir İnce refikimiz de, profesörün tozunu atmaya niyetlendiği yazısında, 1925-1945 döneminde cumhuriyet ‘çağdaş demokrasi için gereken kurumların çoğunu kurmuş ve 1950’de çok partili demokrasinin önünü açmıştır’ diyor.

Hayır, öyle olmamıştır. Özdemir İnce yalan söylüyor. Bu iş, Necati Doğru’nun cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’a amansız yatırımlar yaptırmasına benzedi!...

Bazı Atatürkçü refiklerimiz, şeriatçılara ve liberallere ‘giydirme’ gayretiyle kantarın topuzunu kaçırıyorlar, ya Necati Doğru gibi küfür ediyorlar, ya da düpedüz kıtır atıyorlar...

1925-1945 döneminde, ‘çağdaş demokrasi için gerekli kurumların’ çoğu değil, hiçbiri kurulmamıştır. Yoktur böyle bir şey!

Özdemir İnce bana bir tek, ama bir tek örnek göstersin.

Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu gibi kurumların demokrasiyle falan uzaktan yakından ilgileri yoktur, ille de bir bağ kurmak için zorlarsak pek pek ‘kültür politikasıyla’ ilgileri olduğunu söyleyebiliriz.

Yoksa Serbest Fırka’nın apar topar kendini feshetmeye zorlanması mı çağdaş demokrasinin önünü açmak oluyor?

Tam tersine, çağdaş demokrasinin önünü kapatmak için girişimler vardır 1936 yılında! Başta Recep Peker olmak üzere CHP’nin faşist kanadı, ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dışında ve üstünde yer alacak bir Yüksek Konsey’ kurmak için planlar hazırlamışlar, İsmet İnönü’nün aklını da buna yatırmışlar, hastalığı ilerlemekte olmasına rağmen Atatürk’ten sıkı bir fırça yiyince susup oturmuşlardır!

Yoksa harf devrimi, şapka devrimi, soyadı devrimi falan gibi şeyleri mi kastediyorsunuz çağdaş demokrasinin önüyle arkasıyla? Otuzlu yıllarda Almanya’da gotik alfabesi bırakılmış ve iyiden iyiye düz Latin alfabesine dönülmüştü, Rusya’da herkes, bir de değil, baba adıyla birlikte iki soyadı kullanıyordu, hepsi şapka ve kasket giyiyorlardı, demokrasi mi vardı? (Kurumlardan sözediyoruz, bunlar kurum, yani müessese midir?)

Herhalde Milli Şef döneminin sert ve acımasız diktasını da kastetmiyorsunuz... Çok partili demokrasinin önünü açan Alman yenilgisi olmuştur, nah geçerdi İsmet Paşa demokrasiye, Amerika kazanmasaydı...

Peki öyleyse neyi kastediyorsunuz? Nelerdir bu çağdaş demokrasinin önünü açan 1925-1945 arası kurumları?

Meydan boş değildir arkadaşlar, bol keseden sallamayınız.

Akşam, 29.11.2006

Engin ARDIÇ

30.11.2006


 

Türkler Avrupa’da...

Brüksel- 14 Aralık’taki kritik zirve öncesi Brüksel’de hareketli günler, hararetli tartışmalar yaşanıyor. Türkiye Avrupa Karma Parlamento Komisyonu’nun 57. toplantısı bunlardan birisi.

Tahmin edilebileceği gibi bu toplantıda TCK’nun 301. maddesi, asker-ilişkileri, Kıbrıs meselesi gibi Türkiye’ye ilişkin İlerleme Raporu’nun içerdiği konular ele alındı.

Lagendajk’ın başkanlık yaptığı, Türkiye Büyükelçisi Volkan Bozkır ile komisyon adına İlerleme Raporu’nun hazırlayıcısı Pierre Mirelle’in katıldığı, Türk parlamenterler ile Avrupalı parlamenterleri biraraya getiren 27-28 Kasım 2006 tarihli bu toplantının çeşitli oturumlarını izledik.

Tartışmalar beklendiği gibi “Türkiye’ye yönelik eleştiriler” ile “Türk parlamenterlerin tek ağızdan yaptığı Türkiye savunusu” arasındaki salvolarla geçti.

Aslında ilginç olan bilgilenme açısından glolalleşmenin etkilerini görmekti.

Konu Türkiye olduğu oranda, Prof. Dr. Atilla Yayla’nın karşı karşıya kaldığı durum, askerin yaptığı kimi açıklamalar, Şemdinli hadisesi ve cumhuriyet savcısının görevden alınmasıyla sonuçlanan gelişmeler ele alındı.

Ve bu konulara Türkler kadar Avrupalı parlamanterlerin de hakimiyeti dikkat çekiciydi.

Açık: Bu çağda içe kapanmak mümkün değil. Kimi anti demokratik uygulamaları doğrulamak da mümkün değil. Küçük bir meselenin üstünü örtmek bile söz konusu olamıyor. Dahası bu durum Türkiye’nin daha şimdiden global Avrupa kamuoyunun ne denli parçası haline geldiğini gösteriyor.

Nitekim Onur Öymen’in, Osmanlı milletler sistemine gönderme yapan, Yahudilerin Batı tarafından uğradığı mezalime karşılık Türkiye’nin tavrını hatırlatan, Türkiye’de askerin hiçbir siyasi etkisi olmadığı vurgulayan “dışişlerivari” ve biraz da “meydan okuyucu” konuşmasına, Pierre Mirelle’in verdiği yanıt bu açıdan son derece çarpıcı ve sembolikti.

Şunları söylüyordu Mirelle:

“Bugüne kadar AB’ye aday olan ülkeler, hazırlanan İlerleme Raporlarını tartışmadan ele alıp bir düzeltme haritası olarak kabul ettiler. İlk defa tersi oluyor ve ilerleme raporu bir saldırı olarak algılanıyor... Adeta Türkiye’nin değil, Avrupa’nın durumu müzakere edilmeye çalışılıyor...”

Şunları ekliyordu:

“Şemdinli iddianâmesi sonrası askerin açıklaması üzerine cumhuriyet savcısı görevden alındı...”

Bunlara karşı söylenecek ne var?..

Böyle toplantıyı izlemek açıkçası insana üzüntü veriyor.

Türkiye Kıbrıs konusunda haklı, Avrupa’nın isteksizliğine ve çıkardığı köktenci zorluklara itiraz etmekte haklı... Ama demokratik uygulamalar, asker-sivil ilişkileri, insan hakları konusunda yapılan eleştiriler karşısında silahsız.

Zira haksız...

Bu durum devletin resmi görüşlerinin bir adım dışına çıkamayan, aralarındaki siyasi farkları bir anda unutan Türk parlamanterlerini oldukça zora sokuyor...

Türkiye’de askerin siyasette hiçbir rolünün olmadığını söylemek, insan hakları konusunda sorunsuz bir ülke olduğumuzu iddia etmek kolay iş değil.

Emekli büyükelçi milletvekillerinin yaptıkları konuşmalar, buna Ak Partili milletvekilerinin ayak uydurmaya kalkması, açıkçası onları ve ülkeyi zor duruma düşürmekten başka işe yaramıyor.

Aksi halde konuşmalarda sıkça devreye giren Osmanlı referanslarını nasıl açıklamalı?

Osmanlı’nın ne kadar toleranslı olduğunu hatırlatarak bugünün Türkiye’sinin savunulmasına mı hayret edersiniz, yoksa 21. yüzyıl Avrupa Parlamentosu’nda 19. yüzyıl imparatorluklarına gönderme yapan tek ülke olmamıza mı?

Yeni Şafak, 29.11.2006

Ali BAYRAMOĞLU

30.11.2006


 

Anıtkabir’de dua yasağı

31 Aralık 1987 günüydü. Devrin Başbakanı rahmetli Turgut Özal’la işbirliği yaparak, Bulgaristan’da rehin tutulan Türk kızı Aysel’in Türkiye’ye getirilmesini sağlamıştık. O gün Aysel ve yıllar sonra kavuştuğu ailesiyle birlikte Anıtkabir’i ziyarete gitmiştik. Mozolenin önüne geldiğimizde başta Aysel olmak üzere ailenin bütün fertleri, kendiliklerinden ellerini kaldırarak dua etmeye başlamışlardı. Ben de memnuniyetle uymuştum onlara. Ancak ilk andan itibaren tören kıtasının başında bulunan rütbeli subay, ellerimizi indirmemizi, dua etmek yerine saygı duruşunda bulunmamızı işaret etmeye başlamıştı. Hemen ardından da ‘ellerinizi yanınıza indirin’ diye bağırarak müdahale etmişti. Bunun üzerine Türkiye’ye ilk defa gelmiş, daha yaşadıklarının şokunu bile üzerinden atamamış olan Aysel Özgür kızımız, bana dönüp o can alıcı soruyu soruvermişti: ‘A be amcam, Biz Ankara’ya gelmedik mi?.. A be biz Atatürk’ümüzün mübarek kabri başında değil miyiz?.. Biz Lenin’in mozolesine mi geldik?.. Niçin bırakmazlar ki Atamıza gönlümüzce dua edelim?’

Tercüman, 29.11.2006

Servet KABAKLI

30.11.2006


 

Papa’nın ‘arzu ederim’ demesi iyi de.. Siz, 1.5 yıl Avrupa’yı unutun..

Papa XVI. Benedict’in Ankara’da söylediği en önemli söz şu:

‘Bizler Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini arzu ederiz.’

Bizler dediği Vatikan..

Demek ki resmi görüş bu..

Yoksa Papa’nın Türkiye’nin üyeliğine şiddetle karşı olduğu biliniyor.. ’Türkiye başka bir kıtanın temsilcisi, ne işi var Avrupa’da’şeklindeki sözleri hâlâ hafızalarda..

Peki bir işe yarar mı?

Hayır.. Türkiye’ye ayak basar basmaz söylediği diplomatik nüansı yüksek sözler küçük bir temenninin ötesine geçmez..

Çünkü AB Komisyonu da, hükümetler de liderler de Papa’yı dinlemez.. Dikkate almaz..

Ama Papa önümüzdeki dönemde de, önümüzdeki yıllarda da bu isteğini yüksek sesle telaffuz ederse, ‘Türkiye’ye hayır’ kampanyasının öncülüğünü yapan Katolik cemaatlerin direncini bir ölçüde kırabilir..

Ama iş daha o safhaya gelmedi..

Uzun bir süre için de gelmesi beklenmiyor.. Çünkü AB yolculuğuna çıkan tren fiilen durdu..

14-15 aralıktaki AB Zirvesi’nde durduğu resmen açıklanacak..

Gerçi müzakereler kopmayacak, askıya alınmayacak ama bazı başlıklarda ilerleme durdurulacak..

Artık bu 10-12 başlık mı olur..

3-4 başlıkla mı kalır, bunu şimdiden bilemiyoruz..

Ama ne olursa olsun; AB ile görüşmeler en az bir buçuk yıl duracak..

Bunun anlamı şu:

2008 yılının ortalarına kadar AB’yi unutun..

Görürsünüz bak..

Türkiye 2007’nin başından itibaren içine kapanacak.. Kendi dertleriyle uğraşmaktan kafasını kaldırıp AB’ye bakamayacak..

AB de öyle..

Neden mi?.

Biz önce Cumhurbaşkanlığı seçimi ile uğraşacağız..

Erdoğan Köşk’e çıkacak mı, çıkmayacak mı tartışmasıyla mayıs ayını bulacağız..

Sonra.. Sonbaharda genel seçim var.. Yeni hükümetin kurulması 2007’nin aralık ayını bulur..

Tabii nasıl bir hükümetle karşı karşıya kalacağımızı da bilmiyoruz.. AB karşıtı bir iktidar oluşursa ‘durdurulan’ başlıklar buzdolabından alınıp derin dondurucuya bile konulabilir..

Avrupa cephesine geçelim..

Dönem Başkanı Almanya oluyor.. Merkel’in tutumunu biliyorsunuz.. O da Türkiye’nin tam üyeliğine karşı.. İmtiyazlı ortaklıkta ısrarlı.. Gerçi, koalisyon protokolü nedeniyle resmen karşı çıkmıyor..

Çıkmıyor ama dönem başkanlığında da bir çaba sarfetmesini kimse beklemiyor..

Fransa’da ise seçim var.. Önce başkan belirlenecek, sonra parlamento yenilenecek..

Onlar Türkiye’yi şimdiden unuttu bile..

İç politikaları daha ağır bastı..

Yani..

Aslında 1.5 yıllık mola başladı bile..

Peki bu kadar uzun moladan sonra ne olur?

Orası, Allah Kerim..

Vatan, 29.11.2006

Mehmet TEZKAN

30.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004