Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

AB: Kapıyı vurup çıkmak

Bekâra karı boşamak kolaydır, derler. Şimdiler-de Türkiye-Avrupa Birliği

ilişkisinin bir darboğazdan geçtiğini düşünenler, ‘Bıktık bu AB’den ve onun isteklerinden, kapıyı vurup çıkıp gidelim’ diyorlar.

Türkiye geçmişte birkaç kez kapıyı vurup gitti. Bunlardan birincisinde, 70’lerin sonlarında Bülent Ecevit başkanlığındaki Cumhuriyet Halk Partisi hükümeti o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu olan AET ile

ilişkileri dondurdu, bu arada Yunanistan’ın tam üyelik başvurusuna karşı sembolik de olsa bir başvuru da yapılmadı. Sonuçta Yunanistan AB üyesi oldu, Türkiye hâlâ kapıda.

1997’de AB Lüksemburg zirvesinde birliğin genişleme programı açıklandı, Türkiye’ye adaylık statüsü verilmedi, buna karşılık Kıbrıs dahil 12 ülke adaylık trenine bindi. Mesut Yılmaz hükümeti AB ile ilişkiyi kesti. Daha sonra büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yapıcı diplomasisiyle ve zamanın Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’in çabalarıyla Türkiye 1999 sonunda adaylık statüsünü elde etti, AB ile ilişkiler yeniden başlamış oldu.

Şimdi bugün kapıyı vurup gitmekten söz edenler, sonuçları itibarıyla birbirine taban tabana zıt bu iki tarihi uygulamadan hangisini tercih ediyorlar acaba?

Kuşkusuz soruyu böyle sorunca herkes cevap olarak, 1997’yi söyleyecek. Onlara göre Türkiye 1997’de onurlu bir duruş gösterdi, sonunda AB kapımıza kadar gelerek bize adaylık statüsünü verdi.

Bu tam da böyle olmadı. Türkiye’nin AB ile (Avrupa ülkeleriyle değil) ilişkisini kesmesi, 15’ler Avrupası’nda çok ama çok az yankı yarattı. Bazı üyeler dışında ülkeler Ankara’nın bu tavrına karşı çok kayıtsız kaldılar. Hatta şöyle diyebilirim:

Almanya’da Kohl Başbakan olarak kalsaydı, 1999’da gelinen noktaya da gelinemezdi.

Öte yandan Avrupa’daki kayıtsızlığa rağmen Türkiye’de bir kişi, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümetlerin kırılganlığının ona verdiği özel otorite ve iş yapma gücü sayesinde deyim yerindeyse tek başına diplomasi yürüttü, bütün Avrupa’yı dolaştı, kendi özel ağırlığını işin içine katarak, liderlere mektuplar yazarak yolu açtı. Şans, Türkiye’de Demirel’in Cumhurbaşkanı olması, Almanya’da ise seçimi sosyal demokratlarla Yeşillerin kazanması ve Schröder’in başbakan olması sayesinde Türkiye’nin yüzüne güldü. Kaldı ki 1999 Helsinki kararı da öyle kolay alınmadı.

Bugün, ‘Kapıyı vurup çıkalım’ denmesine neden olan atmosferle 1997’deki atmosfer birbirinden çok farklı. 1997 sonunda Mesut Yılmaz AB ile ilişkilerin kesildiğini açıkladığında pek az gazeteye manşet oldu, konu çok az tartışıldı. Yani bu erkeklik gösterisinin iç yankısı da pek olmadı.

Oysa bugün var olan atmosfer, daha çok 1978’de Ecevit hükümetinin AET ile ilişkileri dondurduğu ‘Onlar ortak, biz pazar’ sloganıyla halka mal olan atmosfere çok daha fazla benziyor. Yani içeride ‘Biz AB’ye rest çektik’ kartını oynadığınız zaman bu kartı kolay kolay geri alamayabilirsiniz. Zaten kırılgan olan AB desteği daha beter eriyebilir.

O yüzden bugünlere ‘gerçekle yüzleşme anı’ muamelesi yapmakta ve Türkiye’nin orta ve uzun vadeli stratejik hedefleriyle önceliklerini yeniden hatırlamakta fayda var. Eğer AB’ye üye olma hedefi bu stratejik hedeflerle ve önceliklerle örtüşüyorsa, o zaman belki de kısa vadeli taktiklerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.

Türkiye’nin gerçekten kısa vadeli taktikleri var mı bilmiyorum ama galiba

bir konuda zımni de olsa görüş birliği var: Kıbrıs sorununun çözümü ile Türkiye’nin tam üyeliğini eşzamanlı kılmak.

Bu ‘taktik’ fazlasıyla gerçekçi bir taktik ama belki de bu gerçekçilikten kopmadan yeni bir taktik de geliştirebiliriz. Bu yeni taktik, Kıbrıs sorununda çözümü öne almayı gerektiriyor. Yani Kıbrıs’ın çözümü ile Türkiye’nin üyeliği arasındaki en azından zamanlama ilişkisini bozmayı gerektiriyor.

Bugünden tezi yok, Kıbrıs’ta çözümü kovalayan enerjik bir proaktif politika peşinde koşmak, en azından Avrupa’da Kıbrıs’ın arkasına saklanıp Türkiye’yi dışlama eğilimini boşa çıkartacaktır. Türkiye’ye karşı olan ülkeler, böylece gerçek gerekçeleriyle konuşmaya başlayacak, siyasetler gerçekler üzerine kurulacaktır.

Kapıyı vurup çıkıp gitmek en kolayı.

Zor olanı mücadeleyi seçmek.

Radikal, 4.12.2006

İsmet BERKAN

05.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  AB: Kapıyı vurup çıkmak

  Sarkozy denen adam

  AKP’nin rakibi DYP

  Satılık bedenler ve ruhlar ülkesi

  Erdoğan’a tuzak mı kuruldu?

  Yüksek lise


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004