Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL - Fotoğraf

Ediz Hun’dan “kenetlenelim” çağrısı

Ediz Hun halkın gözünde filmleriyle tanınan bir aktör. Fakat çoğu insan onun bir bilim adamı olduğunu bilmiyor. Hun’un hayatına baktığınızda sinemadan, çevre bilim adamlığına ve oradan milletvekilliğine oradan da üniversite hocalığına kadar uzanan bir renkliliğin olduğunu görürsünüz. Konuşmamız sırasında bu kadar yoğunluğu arasında ailesine ayrı bir önem verdiğini söyleyen Hun, “Bu memleketin evlâdı olarak hizmet etmeye devam edeceğim” diyor.

Biz de Ediz Hun’la bir konuya kilitlenmekten ziyade, farklı sosyal rolleri üzerine konuştuk. Buyrun...

Onlarca senesini san’at ve bilim alanında harcayan bir insan olarak Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz?

Eskiye baktığımızda, iyi, olumlu günlerin geride kaldığını görüyoruz. Her geçen gün kriminal vak’aların arttığı bir Türkiye var karşımızda. Bu da bizi üzüyor. Trafikte yaşanan kavgalar sonucu çekilen silâhlar, yolda kurşunlanan insanlar beni ürkütüyor.

Eskinin olumlu günlerinin geride kalmasının sebebi nedir sizce?

Toplumda bir gerilim oluştu. Bu gerilimin boşaltılması lâzım. Üzücü de olsa, sonradan pişmanlık da duysak gerilimler bir şekilde patlak veriyor.

Neden bu gerilim?

Geçim sıkıntısı, ekonomik şartların değişmesi olabilir. Bundan otuz sene evvel cep telefonu yoktu, bilgisayarlar yoktu. Bir telefon alıyorsunuz. Eskimeden ‘daha üst modelini alayım’ diyorsunuz. Günümüzde mal sunumu arttı, bu da insanları tüketime teşvik ediyor. Yirmi sene evvel bir kaşar peynir, bir de beyaz peynir kullanırdık, şimdi çeşidini sayamadığım kadar peynir var.

Sizin tüketimle aranız nasıl?

Marketlerdeki yüzlerce çeşidin karşısında göz doyumsuzlaşıyor ve almak istiyor. Dolayısıyla, aşırı derecede harcama oluşuyor. Bu harcamalar beklenmedik şekilde ay sonuna yansıyor. Bu da insanları ekonomik anlamda baskı altına alıyor. İş, sadece sizinle de bitmiyor. Eşinizin ve çocuklarınızın masrafları, trafik masrafları, faturalar, park ücreti...

Masraflar arttı, ama bunu karşılayacak geliriniz azaldı. Bizim zamanımızda paramız varsa, bir kat alabiliyor, villa yaptırabiliyorduk. Şimdi işsizlik, iş olsa da yeterli kazancın olmaması gençlerimizi sıkıntıya sokuyor. Gençler bir daireyi nasıl alsın? Nasıl araba alacaklar? Nasıl ev kuracaklar? Hayatın bu kadar zorlaşması beni düşündürüyor.

Sonuna kadar haklısınız. Ancak bir de toplumun dengesini bozan tüketim çılgınlığı var değil mi?

Evet, bunun ismi tüketim çılgınlığı. Ne zaman büyük alış veriş merkezlerine gittiysem, hep dolu görüyorum. Siz hiç boş olduğunu gördünüz mü? Sakin bir alış veriş yapmak için “Akşam oldu herkes evindedir, maç var televizyon başındadır, yemek yiyorlardır” veya “Sabahın dokuzu çoğu kişi kahvaltıdadır” diye düşünüp yola çıkıyoruz. Ancak yine alış veriş merkezleri tıklım tıklım. İş çığırından çıktı...

Sosyologlar bu sorunların kaynaklarından bir tanesinin kültürel altyapı eksikliği olduğunu söylüyorlar. Katılıyor musunuz?

Kendime baktığımda, belli bir kültürel altyapıya sahip olduğumu görüyorum, ancak ben dahi trafikte yaşanan olumsuzlara aşırı reaksiyon gösteriyorum. İcabında bir hakaretle karşılaştığımda, içime sindiremeyip arabadan inebiliyorum. Böyle durumlarda eşim beni ikaz ediyor. Kontrol dışı davranışlar gösterdiğimizde kendimizi ayıplıyoruz, ama iş işten geçiyor. Toplum farklı bir kulvara itildi. Özgüvenini yitirdi.

AB ve yabancılar tarafından dışlanmak, pasaport kontrollerinde tahkir görmek, kendi ülkesindeki hastahanelerde ve devlet dairelerinde zaman zaman olumsuz davranışlarla karşılaşmak toplumu isyan ettirmeye başladı.

Türkiye’de yapılan ırkçılık ve dinsel ayrımcılık toplumda bir takım ayrılıkları getirir oldu ki, bu çok kötü sonuçlar doğurur. Ülkeyi bir bütün olarak düşünüp, herkesin inancına saygılı olmamız gerekiyor. Birleştirici faktörleri, sevgiyi, saygıyı ve muhabbeti pekiştirmemiz lâzım.

Siz toplumun daha iyi bir düzeye taşınmasında medyanın rolünün ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Basın bence ülkeye yön veren insanları eğiten ve bilgilendiren, sistemin işleyişinde ağırlığı olan bir kuvvet. Yargı, yasama, yürütmenin üstünde medyayı görüyorum. Görüntülü medyaya bakıyorsunuz, sabahın dokuzunda millet göbek atıyor. Vah Türkiye’m vah! Dokuz buçukta göbek atılmaz. Dokuz buçukta insanları eğiten, bilgilendirici programlar hazırlanır. Kadınlar, çocuklar, emekliler için programlar olabilir, kurslar ve seminerler olabilir, bir hobi işlenebilir, maalesef hiçbirini göremiyoruz. Birileri çıkıp takır takır göbek atıyor. Akşam herkesin evinde bulunduğu, yemek öncesi ve sonrası haberlerden sonraki yayın akışına bakıyoruz, reyting almak uğruna farklı espriler yapılıyor. Vah Türkiye’m vah!

“Bir şey yapmalı” sözü var. Sizce ne yapmalı?

Toplum olarak kenetlenmemiz gereken, ayrımcılığın yapılmadığı bir döneme girmemiz gerekiyor. Değişik fikirler ve düşünceler olabilir. Birbirini sevmeyen kesimler olsa da önemli olan saygılı olabilmek. Bunu başarmamız lâzım. Demokrasi fikirler manzumesi...

SİYASET:

Gençliğinizde siyasete girmek ve milletvekili olmak gibi bir amacınız var mıydı?

Benim bir misyonum vardı Hüseyin Bey. Ben tanınmış biriyim, illâ da milletvekili olup parlamentoya gireceğim diye bir girişimim olmadı. Mesut Yılmaz bana belediye başkanlığı teklif etmişti. Ben de lokal bir bölgede hizmet etmektense, tüm Türkiye’nin sorunlarına çözüm aramak daha uygun olur diye düşündüm, milletvekilliğini tercih ettim. Ben çevre konusunda yurtdışında eğitim almış bir bilim adamıyım. Şimdi de üniversitede hocalık yapıyorum. Doğal sistemlerin gelecek nesillere en iyi şekilde aktarılması için çaba sarf ediyorum. Bunun yanında, kırk yıllık san’at hayatımdaki tecrübelerimle Türkiye’nin kültür ve san’at hayatına katkıda bulunmaya gayret gösteriyorum.

Sizin siyasete girdiğiniz dönemde siyasete pek de iyi bakılmıyordu. Bu sizi tedirgin etti mi? Sonuçta halk üzerinde olumlu bir imajınız vardı.

Hayır. Bazı siyasetçiler kendilerini önemli bir şahsiyet olarak düşünüp, halka yukardan bakmışlar. Bunun yanında, çıkar ilişkilerine giren siyasetçiler olmuş, Meclis içinde veya belediye başkanlığı döneminde takım değiştirir gibi, parti değiştirenler olmuş. Halk da “Bunlar istikrarlı ve tutarlı insanlar değiller” demiş.

Biz kalkmışız, siyasetçilerimizi idam etmişiz. Çok büyük bir yanlış. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan’ı idam etmişiz, ipte sallandırmış, büyük boy fotoğraflarını gazetelere basmışız. Sonra mozele yapmış, kabristanlarını göklere çıkarmışız. Biz toplum olarak kendimizi mahkeme etmeliyiz, nereden gelmişiz, nereye gidiyoruz?

Siyasete girip milletvekili olduğunuz dönemde, sizi yadırgatan şeylerle karşılaştınız mı?

Bir kaç ay Meclis ağır aksak çalıştı. “Milletvekillerine onca para veriyorlar, nedir bu iş” dedim. Bazı vekiller Meclise geliyor, gelmiyor halbuki tüzüğe göre üç defa gelmezse, milletvekilliği düşer. Mesuliyetsiz insan çok gördüm. Bu arada işine bağlı, çok düzgün çalışan milletvekilleri de var.

Bu milletvekilleri Meclisin işleyişini engelliyor muydu?

Kötü örnek oluyorlar. Bunlar arasında bazı vekiller, tahmin edilmeyen liste sıralamasıyla hasbel kader Meclise girmişler. Onları küçük görmüyorum, onlar arasında da değerli insanlar vardır. Ancak milletvekili milletinin sorunlarıyla ilgili konuşabilen, fikir üreten, çözüm getiren insan demektir. Birçokları konuşamıyor. Konuşamıyorsan, haklarını savunamıyorsan ne diye milletvekili oldun kardeşim?

Eve dönüş filmiyle darbe konusu gündeme geldi. Bir sinemacı olarak darbeler konusunda neler söylemek istersiniz?

Darbe çağ dışı bir şey. Hiçbir zaman tasvip etmem. 1979’ta Norveç’teydik. Birçok genç ideolojik farklılıklar yüzünden tanımadığı başka gençleri katletti, bunlar acı şeyler. Bundan sonra askerî darbe kesinlikle söz konusu olmamalıdır. Demokrasiyi geri götürüyor.

Ben barışçı bir adamım, kavgadan yana değilim. Irkçılığı hiçbir zaman kabul edemem. Benim için Türk’ü, Kürd’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Arap’ı birdir. Yeter ki insan olsun, başımda taşırım. İnsanî değerleri içinde barındırıyor olsun. Ben insanlara kişilikleriyle, değerleriyle, Allah’ın yarattığı mümtaz ve mukaddes özel bir varlık olduğunu bilerek değer veririm. Kötü insansa, ondan uzaklaşırım.

Eski bir milletvekili ve Mehmet Ağar’ın çevre ve kültür danışmanı olarak Türkiye siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben muhalefete sesleniyorum; birbirinizi tenkit etmeyi bırakın. İktidar olduğunuzda ne yapacaksınız, onu açıklayın. Bir tanesinin projesini bana söyleyebilir misiniz? Ancak Mehmet Ağar bunları konuşmaya başladı. Halkın oyunu almak için sadece san’atçı, bilim adamı, yazar gibi insanları partiye alıp siyasette güzel bir vitrin hazırlamak yetmez, projeleri ortaya koyacaksın. Ediz, halkın sevdiği insan olabilir, partiye farklı oy getirebilir, esas olan parti programıdır. Toplum kaynaşmamış birbirine girmiş. Bu sorunları çözmemiz gerekiyor.

Niye yeniden DYP’den siyasete girdiniz?

Mehmet Ağar, daha önceleri de Meclisten tanıştığım, çok çalışkan ve dinamik bir insan. Türkiye’de gezmediği yer yok. Mesele tekrar milletvekili, önemli bir mevkide olmam değil. Ben bu memleketin evlâdıysam, bilgim çerçevesinde hizmet etmek isterim.

Mehmet Ağar’ın Kürt sorununa yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ağar “Pişmanlık duyup ovaya gelsinler” dedi. Ben 1960’lı yıllarda yedek subaylığımı Ağrı’da yaptım. Oradaki insanlar bana çok yakınlık gösterdi. Bana hep “Çerkez Hoca” derlerdi. Bana çok yakınlık gösterdiler. Daha sonra milletvekilliğim sırasında da oraya gittim. Doğulu insanın sıcak yaklaşımı hiçbir şeye benzemiyor. Gani ruhlu insanlar. Bu insanlar nasıl hakir görülebilir. İnsanlara ayrım yapmamak gerekir. İnsanları kazanmak gerekiyor. İki tarafın da anaları babaları perişan. Baba olmak, ana olmak, evlâdını kaybetmek kolay değil. Allah kimseye vermesin...

Devlet öncelikli tehlike olarak irticayı görüyor. Siz ne söylemek istersiniz?

“İrtica tehlikesi var” demek toplumu bölüyor. Bunlar asırlardır süre gelen inançlar. Bunlara saygılı olmak lâzım. Kimi inançlıdır, kimi az inanır, kimisi hiç inanmaz, bunlara karşı saygılı olmak gerekiyor. Bu farklılıkları kavgaya dönüştürmemek, uzlaşıcı bir tavır geliştirmek lâzım. Çünkü insanların düşüncelerini ve inançlarını değiştiremezsiniz. Şu ülkede herkese yetecek kadar yiyecek var, topraklarımız bereketli… Mühim olan insanca yaşamak, biz bunu başaramıyoruz.

Sizce Türkiye’nin en büyük çevre ve kültür sorunu nedir ?

Yönetimde olan, seçilmiş birçok insanın çevrenin önemini kavrayamamış olması. İnsan çevrenin önemini kavrarsa, çözümü ardından gelir. Ormanların yanması, tabiî kaynakların kirlenmesi, erozyon, denizlerin kirliliği gibi konularda evvelâ yetki verilmiş kişilerin bilinçli olması gerekiyor.

Ben rakip partili olarak konuşmuyorum, bazı şeyleri söylemem gerekiyor. Medyatik ve güler yüzlü olan Kültür Bakanı Atilla Koç, “Altmış beş yaşını bitirmiş san’atçı evinde otursun” diyor, halbuki Mimar Sinan en güzel eserlerini seksen yaşından sonra vermiş. Picasso doksan yaşında resim yapmış. İnsanları fizikleriyle irdeleyemezsin. Ben altmış altı yaşındayım, ben evde mi oturayım Atilla Bey? Böyle mi istiyorsun?

Çevre Bakanı Osman Pepe “Ormanları biz imanımızla koruyoruz” diyor. Herkeste iman var. Ediz Hun’da, Osman Pepe’de, Ali’de, Veli’de de iman var. Ama ormanlar bilim, teknoloji ve önceden alınacak tedbirlerle korunur. Bunlara dayanamıyorum, söylüyorum. Ben bu eleştirilerimi kimseyi rencide etmek için söylemiyorum.

Projelerden bahsettiniz, sizin ne gibi projeleriniz var?

Sulak alanların ihyası, erozyona karşı tedbirler, tabiî hayattaki biyolojik zenginliklerin korunması. İnsanlar dışındaki diğer canlı varlıkların da o ülkelerin birer zenginliği olduğunu ortaya koymak. Meselâ, kurtlar aç kalıyor, köye iniyor. Aç kalan bir canlı ne yapabilir? Biz aç kalsak, gidip bir dükkandan hırsızlık yapmak zorunda kalırız. Bu hayvan da koyun çalmaya gidiyor. Halbuki İspanya yabanî kurtlara helikopterlerle et atıyor. Kanada’da kışları, Nisan ayında uyanan ayıların tarlaya girmemesi için elma, armut atılıyor.

Çevreyle ilgili bir çok konu var. Bu sorunlarla uğraşırken, saçını tarayacak vaktin olmayacak. İnsanları bilinçlendireceksin. Merzifon’a, Sivas’a, Van’a gittiğinizde, “Çevre bu şekilde işliyor, korumak da sizin göreviniz” diyeceksin. Halka da, “Adam boş konuşmuyor, bu işin havasında değil” dedirtmen gerekiyor.

Ediz Hun kimdir?

1941 İstanbul doğumlu. Norveç’te Oslo ve Trondheim Üniversitelerinde biyoloji ve çevre bilimleri fakültesinden mezun oldu. Türk sinemasının eski jönlerinden olan Hun, Yeşilçam’a 36 yıl emek verdi. 1991-1993 yılları arasında Çevre Bakanlığı Müşaviri ve İstanbul Çevre İl Müdürü olarak görev aldı. Hun, halen Bahçeşehir Üniversitesi’nde çevre derslerine girmekte.

Anavatan Partisinden milletvekili olan Ediz Hun, milletvekilliğinin ilk günlerinde şaşkınlığını gizleyemedi. Meclis’in bir saat çalışıp paydos etmesini hayretle karşıladı ve “Bitti mi şimdi? Bu kadar maaş al, sonra 1 saat çalış. Yazık bu milletin parasına. Bu ne beleşçilik” diyerek endişesini dile getirdi

Hasan Hüseyin KEMAL - Fotoğraf

04.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (02.12.2006) - Moskova’dan bir hidayet hikâyesi

  (27.11.2006) - Thomas Michel: Papa, bütün inançlara saygı mesajı vermeli

  (24.11.2006) - Atilla Yayla: Tartışmadan korkanlar fikri olmayanlardır

  (20.11.2006) - Atatürkçü düşünce sistemi diye birşey yok

  (15.11.2006) - En büyük idealimiz bağımsız Filistin

  (13.11.2006) - Demokratlar Bush’a nefes aldırmaz

  (06.11.2006) - Türkiye’ye tuzak kurulmak isteniyor

  (04.11.2006) - Filistin tüm Müslümanların dâvâsı

  (02.11.2006) - “Asıl okumam gereken kitabı okumamışım”

  (30.10.2006) - Şiddetin artmasından hepimiz sorumluyuz

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004