Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Haberiniz olsun ki, "Allah doğurdu" demeleri de onların uydurmalarındandır. Şüphesiz onlar yalancılardır.

Sâffât Sûresi: 151-152

14.01.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Allah'ın kulları olan kadınları dövmeyiniz.

Câmiü's-Sağîr, c: 3, 3863

14.01.2007


Kış perdesi bahara hazırlıktır

“O her şeyi en güzel şekilde yarattı” (Secde Sûresi: 7.) âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:

Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:

Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribâtı, hazin firâk perdeleri arkasında, tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhâfaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, vebâ gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidad çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güyâ umum inkılâblar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.

Fakat insan, hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan, zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana âit gàyesi bir ise, Sâniinin esmâsına âit binlerdir. Meselâ, kudret-i Fâtıranın büyük mu'cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telâkkî eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zâhiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder. Meselâ, "kar"ı pek bâridâne ve tatsız telâkkî ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gàyeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.

Sözler, 18. Söz, 2. Nokta, s. 210

Lügatçe:

müşevveş: Karışık.

tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniye: Kusurlardan münezzeh olan Allah'ın celal ve büyüklüğünün tecellileri, görüntüleri.

tâzib: Azap verme.

tahavvül: Değişim.

zâhirperest: Görünüşe ehemmiyet veren.

hodgâm: Kendini beğenmiş.

Sâni: Sanatla yaratan Allah.

kudret-i Fâtıra: Herşeyi benzersiz surette yoktan yaratan Allah'ın kudreti.

taslit: Musallat olma.

bâridâne: Soğukça.

14.01.2007


Modern cehalet: Ülfet

“Bilmediklerimi ayağımın altına koysam, başım göğe değer” diyordu İmam-ı Âzam. Modern çağ ise, tam aksine, ‘bilgiç’liğiyle başını göğe erdirmeye çalışıyordu. Ama sadece ‘ülfet’e bina edilmiş mâlumât yığınlarıyla.

Bediüzzaman insanoğlunun varlığa ait ap açık zannettiği bilgilerin, ‘ülfet’e yani alışkanlıklara dayalı bir takım mâlûmâtlar olduğunu söyler. Bu ise, cehaletin üzerine serilmiş bir perdedir. Hem de ‘cehl-i mürekkep’ denilen çifte cehalet.1

Bu bakımdan modern çağın, bilmeyen ve bilmediğini de bilmeyenlerle dolu olduğunu söylesek, herhalde abartmış olmayız.

İnsanlığın, bu denli ülfet ve gaflete düştüğü bir asır var mıdır acaba? Bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor. Kendini bilir zannediyor, bildiğini ilim sayıyor modern insan ya da bilim.

İşte Bediüzzaman, bu ‘bilmişliğin’, insanı, fikrî dalâlete düşürdüğünü söyler. Öyle ki zahirperest insan, gördüğünü, ülfet sayesinde hakikatin ta kendisi sanmaktadır.

Bediüzzaman, bu modern cehalete, ilginç bir örnekle dikkat çekmiştir:

“Meselâ; ‘Bu elektrik kuvvetiymiş’ deyip, o ince ve derin hakikati ehemmiyetsiz yapıp âdi gösteriyorlar. Halbuki, kudretin o mucizesinin hikmetleri iki sayfayla ancak ifade edildiği halde, birtek isim takmakla, o hakikati ve o küllî hikmeti gizleyip, gayet küçük ve basit bir perdesini yerine ikame ederek, o mucizeli eseri, kör kuvvete ve serseri tesadüfe ve mevhum tabiata isnad edip, Ebu Cehil’den daha echel bir dereceye düşüyorlar.

“İşte, İrade-i İlâhiyenin nâmuslarının ünvanları olan âdetullah kanunlarının birisine beşer, aczinden mahiyetini bilemediği o kanunun mahiyetine ‘elektrik’ namını verip, tenvirdeki harika mucize-i kudreti âdileştirmekle ve malûm birşeymiş gibi ‘elektrik kuvveti’ diye bir isim takmakla, bunun gibi çok harikulâde mucizât-ı Kudret-i İlâhiyeyi cahilâne âdileştiriyorlar.”2

Evet insanoğlu, bildiğini sanıyor sadece. Halbuki, yaptığı şey, sadece ve sadece kâinatta hayret verici bir şekilde işleyen düzeni, gördüğü şekliyle ifade ve isimlendirmekten ibaret. Meselâ, koca aslanın, kendisi aç olduğu halde avını yavrusuna vermesini ‘içgüdü’yle; geminin, su üzerinde batmadan durmasını ‘suyun kaldırma kuvveti’yle; daldan kopan elmanın yere düşüşünü ‘yerçekimi’ ile izah ediyor, vs.

Ve bütün bunları ilim/bilim telâkkî ediyor modern çağ. Her şeyi böylece açıklayıveriyor, vuzuha kavuşturuyor kendince.

Hakikat-i halde sadece gizliyor; İlâhî kudret eserini âdîleştiriyor, bayağılaştırıyor, sıradanlaştırıyor.

Halbuki bilinmesi gereken o ki, kâinatta ve dünyada cereyan eden tüm kanunlar, Cenâb-ı Hakkın ilim, irade ve kudretinin tecellîsinden ibaret ve meleklerce de temsil edilmekte. Nitekim Bediüzzaman “o cereyan eden nâmuslar, şu hükmeden kanunlar, itibârî emirlerdir, vehmî düsturlardır; ademî sayılır. Onları temsil edecek, onları gösterecek, onların dizginlerini ellerinde tutacak melâike denilen ibâdullah olmazsa, o nâmuslara, o kanunlara bir vücud taayyün edemez, bir hüviyet teşahhus edemez, bir hakikat-i hariciye olamaz”3 demektedir.

Bu anlamda melekler, kâinatın his ve duyguları gibidir aslında. “Kâinattaki ruhanîlerin bir delil-i vücudu ve numunesi, insandaki kuvvelerdir ve lâtifelerdir”4 demiştir Bediüzzaman. Yani küçük bir kâinat olan insanda his ve duygular ne ise, büyük bir insan olan kâinattaki kuvvet ve kanunlar da odur. Sözgelimi insandaki ‘sevgi-nefret’ duyguları, büyük insan olan kâinatta ‘çekme-itme’ kanununa tekabül eder. Karbon ve oksijen atomları arasındaki ilişkinin ‘aşk-ı kimyevî’ tâbir edilmesi de, bu açıdan mânidardır. Bunun gibi kâinatta meleklerce temsil edilen başka kanunların, insandaki duygulara işaret ettiğini söyleyebiliriz.

Bütün bu mânâlar dikkate alındığında, Bediüzzaman’ın tabiat hadiseleriyle ilgili nitelemelerinin de, ne kadar mânidar olduğu ve ülfet perdesini yırtıp attığı anlaşılır. Meselâ o, bizim ülfetle bir çırpıda ‘gökgürültüsü’ deyip geçiverdiğimiz hadiseyi, ‘melek-i ra’dın yüksek ve şiddetli tesbihatı’5 şeklinde yorumlar. Öyle ya, gökgürültüsünü ‘hava moleküllerinin, ısınma sonucu genişleyerek, hızla daha soğuk havanın bulunduğu yere dolması’ şeklinde basit bir hava hadisesi olarak görmek nerede; aynı hadiseyi, ra’d meleğinin şiddetli tesbihatı olarak düşünüp, Allah’ın heybet ve azametini tefekkür etmek nerede... Heyhat! Bediüzzaman, hakikatten yoksun kalmış bilim ve felsefenin öğretileri için, insanların ‘kuvve-i mâneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz, sırf maddî, felsefî düsturların talimi’6 derken ne kadar haklıydı.

Gökgürültüsü, ra’d meleğinin tesbihâtı olduğu gibi, aslında her bir tabiat olayı ve kâinatta cereyan eden herbir kanun, Allah’ın iradesinin tecellisi ve meleklerce temsil edilmekteydi. Ne var ki, ‘aklı gözüne inmiş’ materyalist bilim, gözlemleyemediği (!) ve deneyle (!) sabitleyemediği için bu gerçeğe gözünü kapıyor ve eşya üzerindeki kalıplaşmış algısını yani ‘ülfetini’ ilim telakkî ederek ‘modern cehaletine’ devam ediyordu.

Dipnotlar:

1- Mesnevî-i Nuriye, s. 165

2- Emirdağ Lâhikası, s. 350

3- Sözler, s. 471

4- Lem’alar, s. 347

5- Emirdağ Lahikası, s. 36

6- Mektubat, s. 409

İsmail TEZER

14.01.2007


Bediüzzaman'ın talebelerinden Hakkı Yavuztürk'ün hatıraları-4

‘Eskimez yazı’ ecdatla bağlarımızı kurdu

Süleymaniye'deki 50 numaralı evden ayrılıyoruz

1954 yılına çok değişiklerle giriyorduk. Süleymaniye Kirazlı Mescit'teki 50 numaralı evde bazı değişiklikler oluyordu...

Muhsin Ağabeyimiz çeşitli sebeplerle Almanya'ya gideceğini beyanla teksir edilmeye hazır mumlu kâğıtlara daktilo edilmiş, Pencereler-Bediüzzaman Said Nursî adlı risâlecikleri bize bırakarak, 'Bunları siz Üstad'tan müsaade alarak teksir edersiniz. Okul biterse Üstad'a gidersiniz, hizmetinde bir süre kalırsınız' gibi tavsiye ve temennilerle Almanya'ya gitmişlerdi.

50 numaralı ev boşaltılmış sayılırdı. Ahmed Aytimur Ağabeyin hemşehrisi olan ev sahibi, evi kiraya vermek ve tamir ettirmek isteğiyle, bizi çıkardıktan bir müddet sonra, evin tamamen çökerek yıkıldığını duymuş ve giderek bizzat da görmüştük. Duymuştuk diyorum, çünkü o semte pek gitmiyorduk.

Cerrahpaşa ile Aksaray arasında bir yerde Aytimur Ağabeyimiz bir dokuma atölyesi açmıştı. Hüseyin isimli bir kardeşle ortak çalıştırıyorlardı. Oraya gider, oturur, Kur'ân hattına çalışır, Risâle-i Nur okurduk. Gerçi Horhor taraflarında bir iş hanının odası da vardı. Oraya giderdik, ama ekseri ders ve Risâle-i Nur çalışma yerimiz bu havlu dokuma atölyesi idi.

Mehmed Emin, Özer ve ben Kur'ân yazısını artık seri şekilde hem okur, hem de yazar bir hale gelmiştik.

Kur'ân harfleriyle Risâle yazar,

Üstada gönderirdik

Risâleleri asıllarına bakarak veya şeffaf kâğıtlar üzerine koyarak yazıp bitirdikten, yani asıl Risâlelerden bir nüsha bu sûretle elde ettikten sonra, bu artık bizim olan Risâleyi ciltçiye gönderir, ciltlendirir, sonra da Bediüzzaman Hazretlerine gönderirdik. Üstad Hazretleri bunları tashih eder, arkasına ismimizle duâ yazar ve iade ederlerdi. Biz de bu el yazımızla yazılmış ve Bediüzzaman Hazretleri tarafından ekseriyâ tashih edilerek iade edilmiş ve kendi el yazılarıyla duâ yazılmış Risâleleri, büyük bir hatıra olarak hıfzeder, saklardık.

Öyle oluyordu ki, bazı günler mektep tatili ve müsait zamanlarımızda günde sekiz-on sayfa (Daktilo sayfası büyüklüğünde) yazdığımız oluyordu.

Biz bunlara Kur'ân harfleriyle yazılmış olduğu için, Kur'ân harflerine izafeten 'eskimez yazı' ismini takmış 'eskimez yazıyla çoğaltılmış Risâle-i Nurlar' diyorduk. Kâinatın kurulmasıyla var olan, bizi ve dünyamızı aydınlatan Güneş 'Şu kadar milyon yıl evvel yaratılmıştır. O halde eskidir' demek hiç kimsenin hatırına gelmediği gibi...

Maddî ve manevî âlemimizi nurlandıran ve ışıklandıran Kur'ân'ın da harfleri dahil hiç bir parçasına eski demek gönlümüze sığmıyordu. Onun için 'eskimez' diyorduk.

Evet, bu Kur'ân harflerini öğrenmemiz, ecdadımızla bağlarımızı, köprülerimizi kurmaya büyük bir vasıta olduğunu veya olacağını, o zamanlar pek takdir edemiyorduk ama, yine de şevkle yazıyorduk.

Hiç unutmam, okulumuzda Yunanistan mı, Bulgaristan mı, birisinden gelme bir göçmen Türk öğrenci arkadaşımla, bir de benden başka eskimez yazıyı bilen hiç kimse yoktu. Okul öğrencilerini tarihî yerlere götürmek, tarihî eserleri göstermek hususunda sınıfta yapılan bir sohbet anında, benim bu harfleri mektup yazacak kadar öğrenmiş olmamı gören yaşlı edebiyat hocamız, çok hayret etmişti.

(Son Şahitler, 4. cild, s. 433-34)

14.01.2007


ESMA-İ HÜSNA

Musavvir

Allah (c.c.), Musavvir’dir. Yani yarattığı varlıklara dilediği gibi sûret biçer. Emir ve irâdesince şekil verir ve her şeyi muhtelif şekiller içinde tanzim eder. Bütün kâinatın şekli ve sûreti Allah’ın sonsuz tasvîr kudretinin eseridir. Gökyüzü, yeryüzü, tabiat, ağaçlar, canlılar, hayvanlar, kuşlar, balıklar, denizler, ufuklar, dağlar, bağlar, bahçeler, çiçekler, yapraklar ve tümüyle âlemde dört mevsim değişen ve tazelenen, şairlere ve ressamlara ilham kaynağı teşkil eden sûretler ve şekiller hep bu yüksek tasvîr hakîkatine delâlet ederler.

Bütün sîmâları Musavvir-i Alîm tasvir eder. Sîmâlarda esas uzuvlar bir olduğu halde, şekilde ve sûrette görünen farklılıklar, Allah’ın dilediği gibi sûret ve şekil verdiğinin şâhitleridirler. Hâlık Teâlâ tasvîr sıfatıyla her sîmâya ayrı bir mühür vurmuştur.1

Musavvir ismi Kur’ân-ı Kerîm’de yer aldığı gibi, Peygamber Efendimizden (a.s.m.) Ebû Hüreyre (r.a.) tarîkiyle de rivâyet edilmiştir.2

Kur’ân’da Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Ana rahminde sizi dilediği gibi tasvîr eden (şekillendiren) Odur. Ondan başka İlâh yoktur. O Azîz’dir, Hakîm’dir.”3 Bir diğer âyette Cenâb-ı Hak, “O Allah Hâlık, Bâri’, Musavvir’dir; en güzel isimler Onundur. Göklerde ve yerde olanlar Onu tespih ederler. O Azîz’dir, Hakîm’dir”4 buyurur.

Her baharda, her şey öylesine yeni sûretler ve yeni şekillerle donatılır ki, her bahar mevsiminde yeniden hayat sahnesine çıkan varlıkların zerrelerine kadar bütün sûretlerinin, “Yâ Musavvir! Ya Musavvir!” diye zikrettiklerini5 beyan eden Bedîüzzaman, şu âlem sarayında görünen mükemmel, süslü ve nakışlı eserlerin, açık bir şekilde gayet kemâldeki fiillere delâlet ettiğini, çünkü eserlerdeki kemâlin fiillerdeki kemâlâttan ileri geldiğini ve onu gösterdiğini, fiillerin kemâlinin ise zarûretle mükemmel bir Fâile ve o Fâilin isimlerine; meselâ tasvir fiilinin, Musavvir isminin kemâline delâlet ettiğini kaydeder.6

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, Sani-i Hakîm, Cennetin, dünyanın, göklerin, yeryüzünün, bitkilerin, hayvanların, cinlerin, insanların, meleklerin, rûhânîlerin ve küllî-cüz’î bütün eşyanın şekillerini isimlerinin cilveleriyle tahdit ediyor, tanzim ediyor, her şeye birer muayyen miktar ve sûret veriyor. Tayin ettiği hudut içinde ilim ve hikmet cetveliyle o şeyi tasvîr ediyor. Varlıkların sîmâlarında Musavvir ismini okutturuyor.7

Bedîüzzaman’a göre, her bir zîhayat, teşekkülünde Musavvir isminin sayısız tecellîlerine mazhardır.8 Başta insan olmak üzere bütün hayvanâtın, su katrelerinden açılan pek çok mânidâr sûretleri ve bahar çiçeklerinin tohum ve zerreciklerden açılan çok câzibedâr sîmâları Fettâh ve Musavvir isimlerini okutturuyor.9 Bütün kâinatta tasarruf eden Musavvir isminin ve tasvîr fiilinin cilvelerini, baştan başa her şeyde müşâhede etmek mümkündür.10

(Risâle-i Nur'da Esma-i Hüsna,

Süleyman Kösmene)

Dipnotlar

1- Lem'alar, s. 162-163; 2- Tirmizî, Daavat: 86; 3- Âl-i İmran Sûresi: 6; 4- Haşir Sûresi: 24; 5- Sözler, s. 302; 6- A.g.e., s. 567; 7- A.g.e., s. 574; 8- Mesnevî-i Nuriye, s. 49; 9- Şuâlar, s. 73; 10- A.g.e., s. 150

14.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004