Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onlar (peygamberler) mutlaka bizden yardım göreceklerdir. Galip gelenler de şüphesiz Bizim ordumuz olacaktır.

Sâffât Sûresi: 172-173

21.01.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kıyâmet ancak kötü insanların başına kopar.

Câmiü's-Sağîr, c: 3, 3871

21.01.2007


Saadetimiz Ermenilerle dostluğa bağlıdır

Suâl: “Ermeniler zimmîdirler. Ehl-i zimmet, zimmettarlarıyla nasıl müsâvi olur?”

Cevap: Kendimizi dev aynasında görmemeliyiz. Kabahat bizde. Tamamen zimmetimize alamadık, bihakkın adâlet-i şeriatı gösteremedik. Şeriat dairesinde, hukuklarını istibdâdın sünnet-i seyyiesiyle muhâfaza edemedik; sonra da istedik, kuvvetimiz kalmadı. Ben şimdi Ermenilere bir nevî zimmî-i muâhid nazarıyla bakıyorum.

Suâl: “Ermeniler bize düşmanlık edip, hile ve hıyânet ediyorlar. Nasıl dostluk üzerinde ittifak edeceğiz?”

Cevap: Düşmanlığın sebebi olan istibdat öldü. İstibdâdın zevâliyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki, şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir. Fakat mütezellilâne dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhâfaza ederek, musâlaha elini uzatmaktır.

Birşey söyleyeceğim: Eğer mümkündür, Ermeniler birden sahîfe-i vücuttan silinsin. Olabilir. Yalnız, size husumetin bir faydası olsun. Yoksa, mutlaka husumet zarardır. Halbuki, Âdem zamanından yolda arkadaşlık eden bizimle gelmiş büyük bir unsurun zevâli değil, belki küçük bir kavmin mahvı dahi “Önünde, dikenli bir ağacın kabuğunu soymak kadar güç engeller var”dır (Arap atasözü). Ömer Dilân Kabîlesi bin senedir yine Ömer Dilân’dır. Hem de, onlar uyanmışlar; siz uykudasınız, rüyâ görüyorsunuz. Hem de, fikr-i milliyette müttefik ve kavîdirler; siz, ihtilâfla şimdilik boşsunuz, hem de galebe etmek istiyorsunuz. Onlar sizi mağlup ettiği silâh ile, yani akıl ile, fikr-i milliyetle, meyl-i terakkî ile, temâyül-ü adâlet ile mağlûp edebilirsiniz. Bence şimdi kılıç vuran, o kılıncın aksi döner, yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir. Kılıç olmalı, lâkin aklın elinde. Hem de dostluğun sebebi vardır. Zîrâ komşudurlar. Komşuluk, dostluğun komşusudur. Hem de onlar uyandılar, dünyaya yayıldılar, terakkiyât tohumlarını topladılar; vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye îkaz, bizdeki fikr-i milliyeti hüşyâr ediyorlar.

İşte şu noktalara binâen, onlarla ittifak etmek lâzımdır. Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehâlet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafîdi husumet beydir. Ermeniler bize düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar.

Münâzarât, s. 67-69

Lügatçe:

zimmî: İslâm dairesi altında yaşayan gayrimüslimler. zimmettar: Vergiyi alan, toplayan, alacaklı. müsâvi: Eşit. zimmî-i muâhid: İslâm devletine cizye ödeyerek korunmakta olan gayrımüslim. istibdat: Baskı, diktatörlük.

vâbeste: ...e bağlı, ilgili. musâlaha: Sulh, barış. husumet: Düşmanlık. meyl-i terakkî: İlerleme meyli. terakkiyât: İlerlemeler.

zaruret: Muhtaçlık, şiddetli ihtiyaç, fakirlik. hafîd: Torun.

21.01.2007


Bediüzzaman neden ağlar?

Risâle-i Nur Külliyatını okuyan hemen herkesin fark ettiği bir husus vardır. Risâle-i Nur’un dopdolu olması... İşlediği konuların önemi açısından bakılırsa bu son derece normaldir. Bununla beraber içerdiği örnekler ve hikâyeler söz konusu olduğunda da Risâleler bu doluluğundan bir şey kaybetmez. Meselâ örneklerin ve hikâyelerin içinde de hepimiz için ölçüler olabilmektedir. Bilhassa Risâlelerin müellifinin kendi başından geçen ve Risâle-i Nur’un metinleri arasına geçirdiği hayat halleri böyledir.

Hatta bazı durumlarda bir olay birden çok fazla ölçü ve ders verebilmektedir. Bu türden bir olay Bediüzzaman Eskişehir hapsindeyken başından geçer. Bu hadise Risâleleri tanıyan herkesin az-çok bildiği bir hadisedir. Risâle-i Nur’un belki de en çok okunan yerlerinden birinde yazılıdır ve en temel derslerden biri olarak bilinir. Gelin görün ki bu kadar çok okunmasına rağmen hâlâ yeni dersler ve ölçüler verebilmektedir.

Bediüzzaman Said Nursî, Eskişehir hapsinde iken karşısındaki lisede dans eden kızları görür. Onların haline üzülür, hatta ağlar. Gençlik Rehberi, Meyve Risâlesi, 29. Mektûb gibi birden fazla yerde anlatılan hadisenin üzerinde bir vesileyle düşününce, bakın neler düştü benim zihin dünyama:

Bir kere Said Nursî bu gençlere üzülmüştür. Onlara kızmamıştır, köpürmemiştir. Ehl-i din için ilk ölçü budur. Sinirlenmemek, kızmamak. Bir diğer deyişle Bediüzzaman “Vay kâfirler, vay günahkârlar!” türü bir yaklaşıma kesinlikle girmemiştir.

İkinci ölçü: Zaman zaman bu türden kızgın ve öfkeli yaklaşımların yanlış olduğu anlatılırken, duygusal tepkiler vermenin de yanlış olduğu söylenir. Oysa Bediüzzaman’ın yaptığı şey ağlamaktır. Hatta o kadar samimîdir ki–Meyve Risâlesinin 3. Meselesinde geçtiği üzere—talebeleri “Acaba bir şey mi oldu?” diye merak ederler. Çünkü hıçkırıkları hayli şiddetlidir. Yani Bediüzzaman duygularını kullanmamış da değildir. Ama doğru şekilde kullanmıştır. Acaba biz üzülüyor muyuz? Bediüzzaman gibi samimî olabiliyor muyuz?

Demek ki böyle manzaraları gördüğümüzde “Ne halleri varsa görsünler” gibi bir yaklaşım da bizden istenmemektedir. Çünkü ortada sonsuz hayatlarını kaybeden, eşref-i mahlûkat olarak yaratıldığı halde esfel-i safilîne yuvarlanan insanlar söz konusudur.

Üçüncü ölçü de burada ortaya çıkıyor. Bu hâle tepkisiz kalmamak! Günahın, kötülüğün acayip bir biçimde normalleşmeye yüz tuttuğu ahirzamanda bu, ne kadar da önemlidir! Bediüzzaman ağlayarak, üzülerek o insanlara “Size kızmıyorum, değer vermeye gayret ediyorum” demiştir, ama bu “Yaptığınızı normal kabul ediyorum”, “Normal görüyorum” demek de değildir. Tam tersine yapılan şey doğru değil, normal hiç değildir. Zaten Said Nursî bu yüzden ağlamıştır.

Bu ölçüyü gözden kaçıran bazı ehl-i dinin ve hususan bazı ehl-i hizmetin takındığı sözümona uzlaşmacı tavrın günahın normalleşmesine davetiye çıkardığı gözden uzak olmasa gerek. Bu normalleşmenin adeta bir bumerang etkisiyle yine dindar insanların dindarlıklarını vurduğu da gözlerden kaçmıyor. Böyle bir ortamda Bediüzzaman’ın karşısındaki lise talebelerine ve—aslında—günaha karşı takındığı tavrın önemi çok daha net anlaşılıyor. Kesinlikle Bediüzzaman günaha karşıdır, tepkisiz değildir. Ama öylesine ince bir tepki gösterir ki...

Bütün bu üç kategoride anlatmaya çalıştığım ince tepkileri göstermek elbette herkesin yapabileceği kadar kolay değildir. Ancak hemen belirtelim Risâleler zaten bir bütün olarak bu kültürü de vermektedir. Bir Risâle-i Nur talebesinden beklenen de böyle ölçülü davranmaktır.

Tüm bu zorlukları aşsanız bile uygulanması gereken bir dördüncü ölçü daha dikkatimi çekti ve en az ilk üçü kadar zor bir ölçüydü bu:

Bediüzzaman şiddetli bir biçimde ağlayan kişi olduğu kadar sonra 3. Mesele’yi yazan kişidir de. Yani bu kadar üzülmesine rağmen ümidini kaybetmez. Hatta tam tersine daha fazla gayret göstermeye başlar. Sanki o insanlara “Size üzüldüğüm halde ümidimi de kaybetmiyorum. Ve Gençlik Risâlesini yazıyorum” demektedir. “Okuyunca ve istifade edince sizin de bu durumdan kurtulmanıza vesile olan eserler yazıyorum. Sizin için Meyve Risâlesini, Haşir Risâlesini, Tabiat Risâlesini... Risâle-i Nur’u yazıyorum.” Ve yazar Bediüzzaman... Kim bilir? Belki de ağladığı o lise talebelerinden bile Risâle-i Nurla kendilerini kurtaranlar çıkmıştır... Bu kadar çok üzüldüğü halde ümidini kaybetmemek de benim şimdilik algılayabildiğim son önemli ölçü oluyordu.

Elhâsıl karanlık dünyamıza Bediüzzaman’ın gözyaşlarından bile Nurlar aksediyordu...

Küçük bir not: Bediüzzaman Said Nursî liseli talebelere kızmadan ağlayarak tepki gösterirken, onları bu hale sokmak için uğraşanlara, dinsizliği ve ahlâksızlığı bilinçli ve kasıtlı olarak yaymaya çalışanlara ise ağlamamış ve hatta çok da kızmıştır. Ayrıca dikkate değer ve incelenmesi gereken bu ölçüyü belirtmeyi de bir eksik ve yanlış anlaşılmaya sebep olmamak için yazmayı bir borç biliyorum.

[email protected]

Ahmet Tahir UÇKUN

21.01.2007


Dinlediğimiz müziğe dikkat!

Adnan Menderes Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Eskin, “‘Hard rock ve heavy metal’ türü müzikler, ergenlerde intihar eğilimlerini geliştirmekte ya da bu tür müziklerle bu yöndeki mesajlar iletilmektedir” (aa) demiş.

Bu tespit, İslâmın bazı müzikleri helâl, bazılarını ise haram kılmasının altında ne kadar büyük hikmetler yattığının ispatı.

Bediüzzaman Hazretleri “Şeriatça bazı savtlar (sesler) helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet, ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları iras eden sesler helâldir. Yetimâne hüzünleri, nefsânî şehevâtı tahrik eden sesler haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır” (İşârâtü’l-İcâz, s. 71-72) der.

Demek oluyor ki, dinlenilen müzik, insanın ruh ve vicdanında bıraktığı tesire göre hüküm alıyor.

Bediüzzaman, “Şeriatca haramdır” dediği müzikler arasında, insana ‘yetimâne hüzünler’ veren sesleri de zikretmiştir. ‘Yetimâne hüzünleri’ tetikleyen müzik türleri; kişilerin kimsesizlik, sahipsizlik ve yalnızlık duygularına kapılarak psikolojilerinin bozulmasına ve giderek intihara kadar sürüklenmelerine yol açan müziklerdir. “Hard rock ve heavy metal” türü müziklerin bu mânâda oldukları düşünülebilir. Habere göre bu, çeşitli bilimsel kaynaklarda açıkça ifade edilmektedir: “Bu iddialardan bir tanesi, heavy metal türü müzik parçalarının sözlerinin içine ‘backward masking’ denilen bir yöntemle gençleri intihara yönlendiren mesajların yerleştirildiğidir. Söz konusu müzik türünün yaygın olduğu ABD’de çocuğunu intihara kurban veren ailelerin bu müzik endüstrisini mahkemeye verdiği yaşanan bir olaydır.” (aa)

İşte ‘en büyük insanlık dini’ olan İslâmın hükümlerinin ne kadar insanî ve hikmetli olduğu, bu haberle bir kez daha teyid edilmiş oluyor.

Esasında, insanın, Kâinatın Yaratıcısına iman ile, varlık âlemindeki mânevî sesleri işitebileceğini nazara veren Bediüzzaman Hazretleri, böylelikle kâinatın topyekûn ‘İlâhî bir musikî dairesi’ olacağını söyler. Mü’min insan, varlıklardan gelen fıtrî sesleri işitmekle, iç dünyasında ulvî mânâlar hissetmektedir. Fakat Allah inanmayan bir insan, o güzel seslerden mahrum kalmakta, aynı sesler onun dünyasında matem seslerine dönüşmektedir. Çünkü sevdiği ve ilgili olduğu herşey, gözünün önünden birer birer yokluk âlemine kaymakta ve bu da onun ruhunda onulmaz yaralar açmaktadır. İşte İslâm, insanın ruh ve vicdanında böylesi olumsuz mânâlar uyandıran müzikleri haram kılarak, insanı maddî-manevî felâketlerden korumaktadır.

21.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004