Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Nisan 2007
Mehmet Fırıncı ve Mehmet Kutlular ; Mehmet Emin Birinci'yi anlattı...indirmek ve dinlemek için tıklayınız

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Enstitü

 

Nur ve Hazret-i Muhammed (asm)

Genel olarak olayların değerlendirilmesinde ölçüyü kaçıran ifrat veya tefrit şeklindeki yaklaşımlardır. Kâinat ve feleklerin Hazret-i Muhammed (a.s.m.) için yaratıldığı mânâsı ve o olmazsa varlığın ve kâinatın anlamını yitireceğine dair olan kudsî hadis, sahih midir, değil midir noktasında araştırma yapılabilir, sıhhati açısından tetkik edilebilir. Ancak bu mânânın yanlış olduğunu iddia etmek Mi’raç yaşatılmış bir zâtın gerçek konumunu bilmemek anlamına gelir. Nuraniyet sırrı Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) zaman ve mekânlar ötesi etkisi tam olarak kavranamaz.

Bir sahne hayâl edelim. Çok geniş olsun. Bir tarafından lüle taşı ile yapılmış bibloların sahneye çıktığını ve sahneye çıkan biblonun aynen canlı semazenler gibi dönmeye başladığını düşünelim. Her biblo geliyor, selâm veriyor, dönmeye başlıyor. Sürekli sahnenin bir tarafından bu cansız biblolar gelmeye başlıyorlar. Sayı arttıkça artıyor. Yüz, bin, milyon, milyar, trilyonlarla ifade edilen rakamlar ve artık saymaya takatinizin kalmadığı sayıda Mevlevî biblosu sahneyi dolduruyor. Sahnenin sizden uzaklaşmaya başladığını görüyorsunuz. Bu uzaklaşma esnasında fark ettiğiniz pek çok şeyden biri; Mevlevî biblolarının bir biri ile uyum içinde döndüğü ve ilk gelen ile en son sahneye çıkanın hep birbirini kolladığı ve hareketlerini birbirlerine göre ayarlayıp konumlarını bütün Mevlevî biblolarının durumuna göre belirledikleri. Sahneye çıkan her semazen biblosu, sanki daha önce sahneye çıkmış sayısız Mevlevî biblolarının her birinin konumunu biliyorcasına hareket ediyor ve daha önce sahneye çıkmış olanların hepsi de yeni geleni fark etmiş olmanın gereği olan konum değişikliğini gerçekleştiriyorlar. Aralarında muhteşem bir uyum ve çok süratli bir haberleşme ve intikal hali gözleniyor. Hayretler içinde karşı karşıya bulunduğunuz tabloyu anlamlandırmaya çalışıyorsunuz. Taştan yapılmış bibloların bu hayretler uyandıran tabloyu oluşturmaktan uzak olduğunu, haberleşme için gereken idrakin onlarda bulunmadığını ve bütün Mevlevî figürlerini kuşatarak kendi konumunu bütüne göre belirleyecek özelliklerin hiçbir semazen biblosunda olamayacağını düşünüyorsunuz. Bütün ihtimalleri gözden geçiriyorsunuz. Nihayetinde akla en yatkın olan izah; görünmeyen bir serzakir olduğunu, onun hem zikri yönetip, hem de her bir bibloyu kukla gibi eli ile çevirdiğini ve bu zâtın bütün Mevlevî biblolarını kullanarak bütünde bir tablo oluşturmayı murat ediyor olabileceğini düşünüyorsunuz. Dönmekten acizler, o halde çevriliyorlar. Bilmekten acizler, o halde bilen birinin bilgisi ile hareket ettiriliyorlar. Kuşatacak idrakleri yok, o halde sahnenin bütününü kuşatan birinin belirlediği konumlarda bulunuyorlar ve her an onun yeniden belirlediği konuma geçiyorlar.

Sonra sahnenin gittikçe uzaklaştığını fark ediyorsunuz. Sahne uzaklaştıkça Mevlevîler karıncalanan noktalara dönüşüyorlar. Aynen yükselen bir uçakta yeryüzündeki insanların küçük siyah noktacıklar şeklinde görülmesine benzer şekilde. Zamanla bu noktacıkların bir görüntüye dönüştüğünü, uzaklaştıkça görüntünün daha net fark edildiğini görüyorsunuz. Noktalardan bir bilgisayar ya da televizyon ekranındaki gibi görüntüler fark ediyorsunuz. Az önce içinde bulunduğunuz muhteşem zikrin, yukarıdan bakıldığında nasıl muhteşem bir tablo oluşturduğunu yeni fark ediyorsunuz. İlk önce kendi suretinize benzer bir şekil algılıyorsunuz. Sanki sahnedeki Mevlevî bibloları sizin bedeninizi çiziyorlar. Biraz daha uzaklaştıkça sahnedeki tablo şu an içinde bulunduğunuz ortamın görüntüsüne dönüşüyor. Biraz daha uzaklaşınca içinde bulunduğunuz mekânın yukarıdan görüntüsü oluşuyor. Sonra köyünüze, ilçenize ya da şehrinize yukarıdan bakıyorsunuz. Sonra uzaklaşma devam ettikçe sahnedeki tablo dünyanın uzaydan çekilmiş fotoğraflarına dönüşüyor. Daha sonra yıldızları, galaksileri içeren muhteşem bir uzay fotoğrafına... Uzaklaşmaya devam ediyorsunuz ve biraz daha yukarıdan bakıldığında nasıl bir tablo ile karşılaşacağınızı merakla bekliyorsunuz.

Şimdi şöyle bir çevrenize bakın. Kendi bedeninize, çevrenizdeki nesnelere, çiçeklere, şelâlelere, okyanuslara, gökyüzünü donatan yıldızlara, aya, güneşe... Sonra hepsinin dönen zerrelerin oluşturduğu şekiller olduğunu hatırlayın.

İşte tam şu an, milyarlarca yıldır kâinat sahnesinde durmaksızın devam eden ve sayısız semazen ile sergilenen ve durmadan dönüşün harikalığı ile birlikte, uyumla dönüşün oluşturduğu muhteşem bir tablo oluşumuna şahit olduğunuz, bir Mevlevî zikrini izliyor olduğunuz duygusu ile bu sayfaya, harflere, bedeninize ve çevrenize bakın. Bu tarif edilmez duyguyu iliklerinize kadar hissetmeye çalışın. Hayatı bir de bu yönden algılayın. Haberleri bu bakış ile izleyin. Trafiği Mevlevî ayini gibi izleyin. Arka planda dönen Mevlevî biblolarını aklınızdan hiç çıkarmayın. İnanın hayat çok daha güzel, her şey çok daha güzel düşünülebilir olacak. Hepsinin serzakiri konumunda olan Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) her şey ile irtibatı çok daha belirgin şekilde anlaşılacaktır.

13.04.2007


 

Bir istikamet ve sadakat abidesi: Zübeyir Gündüzalp

Zübeyir Gündüzalp, 1920 senesinde Konya’nın Ermenek ilçesinde dünyaya geldi. Asıl adı Ziver olup, Üstad, Zübeyir bin Avvam Hazretlerine atfen ismini Zübeyir olarak değiştirmiş ve bu isimle tanınmıştır. İlköğretimini Ermenek’te yaptıktan sonra ortaokulu Silifke’de okuyup bitirdi (1939). Bu tarihten itibaren önce Ermenek’te, sonra Konya’da Posta telgraf muhabere memuru olarak çalıştı. Konya’da bulunduğu sıralarda Nurlarla tanıştı ve ömrünün sonuna kadar iman hizmetini en güzel şekilde ifa etti.

36 yıl evvel Hakk’ın rahmetine kavuştu. Vazifesini tamamlayıp mübarek emaneti Rahmana teslim etti. “İman insanı insan eder belki insanı sultan eder. Hakikî imanı elde eden kâinata meydan okuyabilir” vecizesine masadak oldu.

Ruhunda hissettiği büyük boşluğu, Kur’ân-ı Azimüşşan’ın mükemmel tefsiri olan Risâle-i Nurla doldurdu. O, artık hakikî imanı elde etmiş ve kâinata meydan okuyordu. Gizli din düşmanlarının en faal ve en etkili oldukları, güvenlik görevlilerini, mahkemeleri yanılttıkları, dine hizmet etmekten başka hiçbir gayeleri olmayan insanların tahammül sınırlarını aşan baskılara maruz kaldıkları bir dönemde hizmet etti. Afyon Ağır Ceza Hakiminin;

-Risâle-i Nur’un talebesi imişsin? Sözlerine karşılık;

-Evet, Risâle-i Nur talebesi olduğumu memnuniyetle ve ilaân edercesine söyleyebilirim. İnkâr etmek, Risâle-i Nur’un bana verdiği fazilet dersleriyle zıt olduğu için, bu cürmü işlemem. Risâle-i Nur okuyucusu olan bir kimse okuduğunu gizleyemez; bilâkis, iftiharla bilâperva söylemekten çekinmez... diyerek karşılık verecektir.

Kafkas asıllı, Konya’nın Ermenek ilçesine yerleşmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi (1920). Asıl adı Ziver olup Üstad, Zübeyir bin Avvam Hazretlerine atfen ismini Zübeyir olarak değiştirmiş ve bu isimle tanınmıştır. İlköğretimini Ermenek’te yaptıktan sonra ortaokulu Silifke’de okuyup bitirdi (1939). Bu tarihten itibaren önce Ermenek’te sonra Konya’da Posta telgraf muhabere memuru olarak çalıştı. Konya’da bulunduğu sıralarda Nurlarla tanıştı ve ömrünün sonuna kadar iman hizmetini en güzel şekilde ifa etti.

Emirdağ’da Üstad’ı ziyaret edip (1946) yanında kalmak istediğini bildirdi ancak, memuriyetine devam etmesi, daha sonra yanına alınacağı cevabını aldı. 1948’de Afyon’da tutuklanarak Bediüzzaman’la birlikte altı ay hapis yattı. Bu tarihten itibaren Üstadın vefatına kadar hep yanında kaldı.

Üstad’la hapis yatarken yanlışlıkla serbest bırakıldığında bu fırsattan yararlanıp özgürlüğüne kavuşma şansına sahipti ancak, o, yapılan yanlışlığa itiraz ederek tahliyeyi engelledi ve böylece Üstadından ayrılmadı. Nurcuların takibata uğradığı, kanunsuz bir şekilde tutuklandıkları, eziyet gördükleri hengâmda, Risâle-i Nurları okuduğunu söyleyerek kendi kendini ihbar etti. Her halükârda iman hakikatlerini mahkûmlara, savcılara, hakimlere izah ediyordu. Çünkü, onun tesbitlerine göre Risâle-i Nurları okuyan hakimler, yanlış hüküm vermezlerdi. Nitekim Risâle-i Nurlar ve Nurcular hakkında açılan yüzlerce dava, beraatla neticelendi.

Zübeyir Gündüzalp, Nurların “Kara Sevdalı”sıdır. İnsanların imanını kurtarmaya vesile olmak için gecesini gündüzüne katmıştır. İman aşkıyla yanıp tutuşurken Hakime:

“Eğer komünistler mürekkep ve kâğıdı yok etmek imkânını da bulsalar, benim gibi birçok gençler ve büyükler fedai olup hakikat hazinesi olan Risâle-i Nurun neşri için, mümkün olsa derimizi kâğıt, kanımızı mürekkep yapacağız” der.

Onun için Risâle-i Nura, Bediüzzaman’a talebe olmak, en büyük bir şereftir. Oysa, bu yüzden tutuklanıp yargılanmaktadır. Suç olarak görülen bu fiili kendisinden sorulduğunda:

“Bediüzzaman Said Nursî gibi bir dahinin şakirdi olmak liyakatini kendimde göremiyorum. Eğer kabul buyururlarsa, iftiharla, ‘Evet, Risâle-i Nurun şakirdiyim...” diye haykırırken, orada hazır bulunan Üstad da “kabul ediyorum” diyecektir.

Bediüzzaman Hazretleri de onunla özel olarak ilgilenmiştir. Pakistan’ın önemli simalarından olan Ali Ekber Şah’ın, Emirdağ’dan uğurlandığı sırada yanlarına gelen Zübeyir Gündüzalp için Üstad:

“Biz bir veziri uğurlamaya geldik, başka genç bir veziri de karşılamaya gelmişiz.” ve bilâhare:

“Hayır hayır, ben Zübeyir’i karşılamaya geldim” demiştir.

Zübeyir Gündüzalp’ın hizmetteki yerini Bediüzzaman Hazretlerinin:

“Zübeyir bana merhum biraderzadem Abdurrahman yerine verilmiştir diye manevî ihtar aldım. Hakikî fedakâr Zübeyir, en lüzumlu ve hizmete şiddetli ihtiyacın zamanında buraya imdada geldi...” ifadelerinde görmekteyiz.

27 Mayıs 1960 İhtilâlinden sonra memleketi olan Ermenek’te mecburî ikamete tabi tutuldu. Burada bir süre kaldıktan sonra, gizlice Ermenek’ten ayrılarak Ankara’ya gitti. Altı ay kadar Ankara’da kaldı ve 1961’de İstanbul’a geldi. 2 Nisan 1971 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

Üstad Hazretlerinin ahirete irtihalinden sonra Meşveret sistemini tesis etti. Hizmeti meslek ve meşrep açısından şekillendirdi. Risâle-i Nur Külliyatının neşri, İttihat Mecmuası, Yeni Asya Gazetesi ve Yayınevinin kurulması gibi yayın faaliyetlerini başlattı.

13.04.2007


 

İslâm dünyasını geri bırakan maddî ve manevî sebepler nelerdir? -5

1- GİRİŞ VE AMAÇ : Dünya tarihinde benzerine rastlanmayan, Asr-ı Saadet olarak isimlendirilen ve insanlığa yaşayabileceği en mükemmel, müreffeh dönemi yaşatan, Çin Seddinden Avrupa’nın ortalarına kadar üç kıt'aya hükmeden ve asırlarca coğrafyasında yaşayan farklı etnik, din ve kültüre sahip, insanlara barış, huzur ve saadet getiren İslâm dininin mensupları olan Müslümanlar ve İslâm Dünyası, neden ve nasıl, hangi sebeplerle dünyanın en karışık, sürekli savaş ve kaosla çalkalanan bir bölgesi haline gelmiştir. Neden geri kaldık ve İslâm Dünyasını geri bırakan maddî ve manevî sebepler nelerdir? Bu çalışmamızda bu sorulara cevap aramaya çalışacağız.

2- İSLÂM ÜLKELERİNİN EKONOMİK,

SOSYAL VE SİYASAL YAPILARI

Genel bakış

Yeryüzünde değişik ülkelerde yaşamakta olan 1,5 milyar dolayında Müslüman bulunmaktadır. Müslüman ülkelerden 57’si bağımsız iken halen bağımsızlık mücadelesi veren üç ülke bulunmaktadır (KKTC, Filistin ve Çeçenistan). Müslüman ülkelerin % 90’ı Sünnî’dir.

Etnik yapı olarak, çoğunun Asya ve Afrika kıtalarında olmalarının etkisiyle buradaki halklardan oluşmaktadır ve çok renkli bir görünüm arz etmektedirler. Müslümanların çoğunluğu Araplar, Türkler, Kürtler, Farslar v.s. ırklardandır.

Siyasal yapı

İslâm ülkelerinin birçoğu, geçen yüzyılda bağımsızlığını kazanmış ülkelerdir. Nitekim Osmanlı Devleti’nden sonra dünyada sadece Türkiye, Afganistan ve İran olmak üzere üç bağımsız ülke kalmıştı. Zamanla hepsi bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Şu anda 57 bağımsız İslâm ülkesi bulunmaktadır.

Birçok İslâm ülkesinde çok partili parlamenter sistem uygulanmakla birlikte muhalefetlerin etkinliği yoktur. Ancak çok partili demokrasinin bütün İslâm ülkelerinde aynı düzeyde uygulandığı söylenemez. Bazı ülkelerde görünüşte çok partili bir sistem olmasına rağmen, ülke diktatörlükle yönetilmektedir. Diğer bazı ülkelerde de demokratik parlamento ile birlikte krallık göze çarpmaktadır. Bir kısmında da sadece krallık vardır. Ortadoğu ülkelerinin çoğu etnik yapılarından dolayı istikrarsız bir siyasal yapı arz etmektedirler.

Ekonomi

İslâm ülkelerinin büyük bir kısmının ekonomisi, sömürgecilikten kısa bir süre önce kurtulmuş olması, iç barışın sağlanamamış olması, eğitime yeterli önemin verilmemiş olması ve savaşlar gibi sebeplerden dolayı kötü durumdadır.

Genelinde, tarım sektörü ekonominin itici gücü olmasına rağmen, bölgede hammadde üretimi de oldukça yüksektir. Bütün olarak incelendiğinde, dünyanın pek az ülkesinde bulunan yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip oldukları görülür. Bu ülkelerin sahip oldukları kaynakların dünya üretimi içindeki payını şöyle sıralayabiliriz.

Dünya petrol üretiminin % 70’i, kauçuk üretiminin % 70’i, uranyum yataklarının % 39’u, kalay üretiminin % 52’si, şekerpancarı ve şekerkamışı üretiminin % 31’i, doğalgaz üretiminin % 51’i, fosfat üretiminin % 41’i, bor yataklarının % 67’si.

Bunun dışında Malezya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Fildişi Kıyıları ve Maldivler gibi turizm ve eğitime verdikleri önem sayesinde ekonomileri iyi olan ülkeler de bulunmaktadır.

Çoğu İslâm ülkesinin GSMH’ si 1000 $’dan daha aşağı seviyededir. Ekonomisi kötü olan ülkelerin, genel olarak tarım ve hayvancılıkla uğraştığı göze çarpmaktadır. İslâm Konferansı Örgütü üyesi ülkelerin ekonomileri 2004 yılında yüzde 5.7 büyümüştür. Bununla birlikte, dünya nüfusunun yüzde 22’sini oluşturan İslâm Konferansı Örgütü üyesi ülkelerin, dünya gayr-ı safi gelirinden aldığı pay % 5, dünya ticaretinden aldığı pay ise yalnızca % 8’dir.

Milletlerarası verilere dayanılarak yapılan hesaplamalara göre dünya petrol rezervlerinin % 64,51’i sekiz körfez ülkesinde bulunmaktadır. 1990’lı yıllara girmeden önce British Petroleum tarafından yapılan bir araştırma sonucuna göre 1988 yılı üretimi esas alınır ve yeni petrol kaynaklarının da keşfedilemeyeceği varsayılırsa İran, Irak, Abu Dabi ve Kuveyt’in petrol rezervlerinin en az 100 yıl, Suudi Arabistan’ın ise 95 yıl hiç zorlanmadan ihtiyaçlara cevap verebileceği belirlenmiştir.

Eğitim

İslâm ülkelerinin geçmişine baktığımızda eğitim bakımından zirveye ulaştıkları ve asırlarca lider olduklarını görürüz. Avrupalı ülkeler tarafından takip edilmiş ve örnek alınmışlardır. Bilim, san’at, edebiyat ve eğitimde en önde yer almışlardır. Ancak bugüne baktığımızda, eğitim sisteminin gelişmiş olduğu söylenemez. Bazı ülkelerde hâlâ zorunlu eğitim sistemine geçilemediğinden dolayı, kız öğrenci sayısının oldukça düşük olduğu göze çarpmaktadır. Modern anlamda eğitimin genellikle şehirlerde yoğunlaştığı, bilimsel usullerden mahrum oldukları ve teknik okulların azlığı dikkat çekmektedir.

İKÖ tarafından organize edilen başlıca uluslararası İslâm üniversiteleri

* Nijer İslâm Üniversitesi (Niamey-Nijer)

* Uganda İslâm Üniversitesi (Uganda)

* Malezya Uluslararası İslâm Üniversitesi (Malezya)

* Bangladeş İslâm Üniversitesi (Bangladeş)

3- İSLÂM DÜNYASININ BATI İLE

KARŞILAŞTIRILMASI VE İSLÂM DÜNYASININ

GERİ KALIŞ SEBEBLERİ

Tarihte, başta Asr-ı Saadet olmak üzere, birçok dönemde bütün dünyaya örnek olabilecek bir medeniyet sunmuşken, neden sonradan Batı karşısında geri kalmışız? Yazılan kitaplar Kur’ân’a ayna olması gerekirken gölge haline gelmiş, dinî ilimler ve dünyevî ilimler gibi bir ayrıma gidilerek, kâinat ulemânın gündeminden çıkarılmış ve felsefe ehline bırakılmıştır. Ayrıca dünyevî ve uhrevî ayırımdan yola çıkarak dünyayı fen ve felsefeye, ahireti ise ilahiyata ait gören ve pozitivist izler taşıyan bir tasnife gidilmesi de sorunun temelini teşkil etmektedir.

Günümüz İslâm dünyasına baktığımızda ekonomik, siyasî, sosyal ve kültürel yönden geri kaldığımız bir gerçektir. Geri kalma sebeplerini birçok yönüyle değerlendirmek mümkündür. Biz burada ekonomik, sosyal, siyasal, eğitim, kültürel, psikolojik ve fert bazında bir değerlendirmeye tabi tutacağız.

Ekonomik faktörler

Çalışma isteği ve kazanma arzusu zenginleşmede iki önemli saiktir. Bizi maddeten geri bırakan sebepler;

- Çalışma meylinin ve şevkinin kırılması,

- Dünyanın, ahiretin tarlası olması gerçeğini idrak edemeyişimiz,

- Tevekkül sırrının yanlış anlaşılması; gayret ve çalışmanın sonunda olması gereken tevekkülü, işin başında yaparak tembellik etme,

- “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” hadisini anlamayan bazı adamlar ve vaizler, çalışma meylini ve şevkinin kırılmasına sebep olmuşlardır.

- Geçim kaynağı olarak asıl olan; san’at, ziraat ve ticaretin terki ile memuriyet ve askerlik ile iştigal etmemiz: Özellikle Osmanlının son zamanlarında Müslümanlar memuriyet ve askerliğe rağbet göstermiş, ticaret ve san’at gayrimüslimlerin eline geçmiştir. Günümüzde dahi insanların teşebbüs ruhları körelmiş, bunun sonucu olarak tembellik ve rahatlığa düşkünlük ile memuriyete yönelmişlerdir. Oysa memuriyet, hamiyet ve hizmet için olmalıdır. Memuriyeti sadece geçim kaynağı ve menfaat için yapmak bir nev’î dilencilik ve çingeneliktir. Memuriyet ve askerliğin bize münhasır kalması, neslin etrafa saçılıp dağılmasına ve servetin zayi olmasına sebep olmuştur

Sosyal Faktörler

Toplum tabakaları arasında meydana gelen isyanlar, çatışmaya sebep olan görüş ayrılıkları ve ihtilâllerin insanlığın gelişimine bir engel olduğu gerçeği inkâr edilemez. Tabakalar arasında uçurumlar, yüzyılımızın en yıkıcı akımları olan sosyalizm ve komünizmin doğmasına da sebep olmuştur. Yardımlaşmanın en güzel örneğini oluşturan zekât ve diğer yardım vasıtalarının yerleşmesi ile bu olumsuzluklar ortadan kalkabilir. Böylece zenginle fakir arasında köprü teşkil edilerek toplumsal barış sağlanmış olur.

Bugünkü bankacılık sisteminin temelinde “Sen çalış, ben yiyeyim.” anlayışı yatmaktadır ve bugünkü Batı medeniyetinin ekonomik temeli bankacılık sistemine dayanmaktadır. Bankalar aracılığı ile insanlar tüketime özendirilerek, ahlâksızlaştırılmakta, bataklığa sürüklenmektedir.

Fransız İhtilâli ile dünya geneline yayılan ve İslâm dünyasına da sirayet eden ırkçılık mânâsındaki menfi milliyetçilik, Avrupa’nın parçalanmasına sebep olduğu gibi İslâm dünyasının da parçalanmasına sebep olmuştur.

Kişisel faktörler

Cehalet, bunun sonucu olarak da dinde ayrılıkların ortaya çıkması, kötü ahlâk ve davranışları doğuran fakirlik ve toplumsal birliğin bozulması, kin ve ayrılıkların ortaya çıkması gibi üç temel hastalık, toplumların geri kalmalarına sebep olmuştur.

Ümitsizliğe kapılma, kendini üstün görme, nefsini düşünüp başkasını düşünmeme, başkalarının tembelliğini kendine mazeret gösterme, işi başkasına bırakma, rahatını fazla düşünme, Allah’ın vazifesine karışma gibi davranış bozuklukları da kişinin, dolayısıyla toplumun geri kalmasına sebebiyet vermektedirler.

Bugünkü medeniyet harikaları, Allah’a şükrü gerektiren bir nimet olması gerekirken, insanları heva ve heveslerine tabi kılarak tembelliğe, gelenek ve adetlerle gerekli olmayan ihtiyaçları zorunlu ihtiyaçlar haline getirerek kanaatsizliğe ve iktisatsızlık yoluyla sefahate, israfa, zulme ve harama sevk etmiştir.

Siyâsî faktörler

İslâm âleminin geri kalmasında, siyasî olarak antidemokratik ve baskıcı rejimlerin iktidarda olması önemli bir sebeptir. Baskıcı rejimlerde insanların fıtrî kabiliyetleri de körelir. Birçok Müslüman ülkenin son zamanlara kadar Batının sömürgesi altında olduğu da bir gerçektir.

Psikolojik ve manevî faktörler

1. Yeisin (ümitsizliğin) yayılması, (Ümitsizlik Müslümanların kalbine yerleşen çok dehşetli bir hastalıktır, Batılıların Müslümanları sömürge altına almalarında önemli bir etkendir. Aynı zamanda insanları kendi menfaatlerini düşünmeye sevk ederek yüksek ahlâkı öldürür.)

2. Doğruluğun ölmesi,

3. Adavete (düşmanlığa) muhabbet edilmesi,

4. Müslümanları birbirlerine bağlayan manevî bağların bilinmemesi,

5. İstibdat (baskıcı rejim) arzularının yayılması,

6. Himmetin şahsî menfaate hasredilmesi.

13.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004