Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Mücrimler o gün yüzlerinden tanınır da perçemleriyle ayaklarından yakalanıverirler.

Rahman Sûresi: 41

24.04.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Farzları yerine getirdikten sonra, Allah'ın en çok sevdiği amel, bir Müslümanı sevindirmektir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 121

24.04.2007


Din ihmale gelmez

Sadisen: Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan frenkler, dindeki lâkaytlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hattâ diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a’mâle tebdil etmeniz gerektir. Görülmüyor mu ki, İttihatçılar o kadar harika azim ve sebat ve fedakârlıklarıyla, hattâ İslâmın şu intibâhına da bir sebep oldukları halde, bir derece dinde lâübâlilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler.

Sabian: Âlem-i küfür, bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, âlem-i İslâma dinen galebe edemedi. Ve dahilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye de, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı; ve İslâmiyet metanetini ve salâbetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübâliyâne, Avrupa medeniyet-i habise kısmından süzülen bir cereyan-ı bid’atkârâne, sinesinde yer tutamaz. Demek, âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâbvâri bir iş görmek, İslâmiyetin desâtirini inkıyadla olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuşsa da çabuk ölüp sönmüş.

Sâminen: Zaaf-ı dine sebep olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’ân’ın zuhura yakın geldiği bir anda, lâkaydâne ve ihmalkârâne, müsbet bir iş görülmez. Menfîce, tahripkârâne iş ise, bu kadar rahnelere mâruz kalan İslâm zaten muhtaç değildir.

Tâsian: Sizin bu İstiklâl Harbindeki muzafferiyetinizi ve âli hizmetinizi takdir eden ve sizi can ü dilden seven cumhur-u mü’minîndir. Ve bilhassa tabaka-i avâmdır ki, sağlam Müslümanlardır. Sizi ciddî sever ve sizi tutar ve size minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler. Ve intibaha gelmiş en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisalle onlara ittisal ve istinad etmeniz, maslahat-ı İslâm namına zarurîdir. Yoksa, İslâmiyetten tecerrüt eden, bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu frenk mukallitleri avâm-ı Müslimîne tercih etmek maslahat-ı İslâma münâfi olduğundan, âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdat edecek.

Mesnevî-i Nûriye, s. 85; Tarihçe-i Hayat, s. 125

—Devam edecek—

Lügatçe:

frenk: Avrupalı.

maslahat-ı İslâmiye: İslâmın faydası, menfaati.

a’mâl: Ameller.

vesait: Vasıtalar.

fünun: Fenler.

fırak-ı dâlle-i İslâmiye: İslâmdan sapmış gruplar.

kemmiye-i kalile-i muzırra: Az miktarda zarar veren.

salâbet: Sağlamlık, kuvvetli bağlılık.

medeniyet-i habise: Pis medeniyet.

cereyan-ı bid’atkârâne: Dinin aslında olmayan, sonradan ihdas edilen adetleri dine sokuşturmaya çalışarak, dine zarar verme hareketi.

inkılâbvâri: İnkılâba benzer değişim, inkilâb gibi.

desâtir: Düsturlar.

inkıyad: Boyun eğme.

zaaf-ı din: Dinî zayıflık.

medeniyet-i sefihane: Sefahate düşkün medeniyet.

rahne: Gedik, yarık, yıkık ve bozuk yer.

cumhur-u mü’minîn: Mü’minlerin umumu.

evâmir-i Kur’âniye: Kur’ân’ın emirleri.

ittisal: Ulaşma, bitişme, birleşme.

24.04.2007


Üç rüya, üç yorum

İnsanlar uyuduklarında rüya görürler. Bu rüyalar, güzel oldukları gibi, korkutucu da olabilir. Üstad Bediüzzaman, 28. Mektub’un rüyaya ait birinci risâlesinde, rüyaların birçok yönünü açığa kavuşturmuştur. Meselâ Üçüncü Meselesinde; “Hadis-i sahihle, nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü, nevmde rüyâ-yı sadıka sûretinde tezahür etmiş. Demek, rüyâ-yı sâdıka hem haktır, hem nübüvvetin vezâifine taallûku var” demekte ve Dördüncü Meselede ise, rüya çeşitlerini tarif etmektedir: “Rüya üç nevîdir. İkisi, tabir-i Kur’ân’la ‘Karma karışık, tâbire değmez rüyalar’da (Yusuf sûresi. 44) dâhildir, tâbire değmiyor. Mânâsı varsa da ehemmiyeti yok. Ya mizacın inhirafından, kuvve-i hayaliye şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvirat yapıyor; yahut gündüz veya daha evvel, hattâ bir iki sene evvel aynı vakitte başına gelen müheyyiç hâdisâtı, hayal tahattur eder, tâdil ve tasvir eder, başka bir şekil verir. Üçüncü kısım ki, rüya-yı sadıkadır. O doğrudan doğruya, mahiyet-i insaniyedeki lâtife-i Rabbâniye, âlem-i şehadetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla âlem-i gayba karşı bir münasebet bulur, bir menfez açar. O menfezle, vukua gelmeye hazırlanan hadiselere bakar. Ve Levh-i Mahfuz’un cilveleri ve mektubât-ı kaderiyenin numuneleri nevinden birisine rast gelir, bazı vakıât-ı hakikiyeyi görür. Ve o vakıâtta bazen hayal tasarruf eder, sûret libasları giydirir. Bu kısmın çok envâı ve tabakâtı var. Bazı, aynen gördüğü gibi çıkar, bazen bir ince perde altında çıkıyor, bazen kalınca bir perde ile sarılıyor.” (Mektûbât, s. 332)

Altıncı Meselede ise, kendiyle ilgili olaylara ait gördüğü rüyaları açıklığa kavuşturuyor: “Rüya-yı sâdıka benim için hakkalyakîn derecesine gelmiş ve pek çok tecrübâtımla kader-i İlâhînin her şeye muhit olduğuna bir hüccet-i katı’ hükmüne geçmiştir. Evet, bu rüyalar, benim için, hususan bu birkaç sene zarfında o dereceye gelmiştir ki, meselâ yarın başıma gelecek en küçük hadisât ve en ehemmiyetsiz muamelât ve hattâ en âdi muhaverat yazılı olduğunu ve daha gelmeden muayyen olduğunu; ve gecede onları görmekle, dilimle değil, gözümle okuduğum bana katî olmuştur. Bir değil, yüz değil, belki bin defa, gecede, hiç düşünmediğim halde gördüğüm bazı adamlar veyahut söylediğim meseleler, o gecenin gündüzünde, az bir tâbirle aynen çıkıyor. Demek, en cüz’î hadisât, vukua gelmeden evvel hem mukayyettir, hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok; hadisat başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir.” (Mektûbât, s. 333)

Altıncı Meselede zaman, zemin ve açıklama yapmadan genel olarak bahsettiği rüyalar vesilesiyle, kendi hayatıyla ilgili mühim mânâlar ifade eden rüyalarından üç rüyası benim ilgimi çekti.

Birinci rüyası ve

hayatındaki anlamı

Tarihçe-i Hayat’ta anlatıldığı gibi; “Nurşin’de bir müddet kaldıktan sonra Hizan’a döndü. Sonra medrese hayatını terk ederek, pederinin yanına geldi ve bahara kadar evde kaldı. O sırada şöyle bir rüya görür: Kıyamet kopmuş, kâinat yeniden dirilmiş. Molla Said, Peygamber Aleyhissalatü Vesselâmı nasıl ziyaret edebileceğini düşünür. Nihayet Sırat Köprüsünün başına gidip durmak hatırına gelir. ‘Herkes oradan geçer, ben de orada beklerim’ der ve Sırat Köprüsünün başına gider. Bütün peygamberân-ı i’zâm hazerâtını birer birer ziyaret eder; Peygamber Efendimizi de ziyarete mazhar olunca uyanır. Artık bu rüyadan aldığı feyiz, tahsil-i ilim için* büyük bir şevk uyandırır.” (Tarihçe-i Hayat, s. 30)

Rüyada görülen bu hakikat, aynen, hayatı boyunca vazgeçmediği prensiplerinden biri olmuş ve bunu bütün insanlığa ilân ederek uygulamıştır.

İkinci rüyası ve hayatındaki anlamı

İstanbul’da Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de bulunduğu zaman, Sünûhat risâlesinde yazdığı gayet acib bir vâkıâ-i ruhâniyeyi “Rüyada Bir Hitabe” başlığı ile şöyle anlatmaktadır:

“1335 senesi Eylül’ünde, dehrin hadisâtının verdiği yeis ile şiddetle muztarip idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Mânen rüya olan yakazada bulamadım. Hakîkaten yakaza olan rüya-i sadıkada bir ziya gördüm. Tafsilatı terk ile bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki: Bir Cuma gecesinde nevm ile âlem-i misâle girdim. Biri geldi, dedi:

‘Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor.’

Gittim, gördüm ki; münevver, emsâlini dünyada görmediğim, selef-i salihînden ve âsârın mebuslarından her asrın mebusları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicab edip, kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki:

“‘Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var, fikrini beyan et!’

“Ayakta durup dedim:

“‘Sorun cevap vereyim.’”

Bu rüyanın tafsilatı Tarihçe-i Hayat kitabının 117-118’nci sayfalarından okunabilir. Burada benim ilgimi çeken ve üzerinde durmak istediğim konu; rüyada bir topluluk görüyor ve bu topluluk “..münevver, emsâlini dünyada görmediğim, selef-i salihînden ve âsârın mebuslarından her asrın mebusları içinde bulunur bir meclis..”tir. Ve bu meclisteki biri, Üstad Said Nursî’ye “Ey felâket, helâket asrının adamı” diye hitap ediyor. Buradan da anlıyoruz ki, Üstad Bediüzzaman son asrın, yani helâket ve felâket asrının temsilcisidir.

Bir ilginç nokta da, Bediüzzaman’ın bu rüyada “Sorun cevap vereyim” diyerek, küçüklüğünde gördüğü rüyada Peygamber Efendimizin (asm) kendisine tevcih ettiği “ümmetinden suâl sormamak” şartını sadakatle koruduğudur.

Üçüncü rüyası ve hayatındaki anlamı

“Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: ‘Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir.’

“Birden, o hâlette iken, baktım ki, mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: ‘İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et.’

“Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’câzın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.”

Bu rüyada da, Kur’ân’a hücum edileceği ve Kur’ân’ı koruyacak olanın Kur’ân’ın kendi mucizeliği olacağı ve bu mucizeliğin beyanında Üstad Bediüzzaman’ın görevlendirildiği anlaşılıyor.

Bu üç sadık rüyada görüldüğü gibi, Üstad Bediüzzaman Said Nursî, son asrın temsilcisidir. Görevi, Kur’ân’ın mucizeliğini açıklayıp, Kur’ân’a ve dolayısıyla İslâma gelebilecek saldırıları bertaraf etmektir. Bu görevini yaparken de, birçok prensipleri olacak. Bu prensiplerin en önemlilerinden biri, her ne konuda olursa olsun kimseye soru sormamak ve her konudaki soruya ilm-i Kur’ân’la cevap vermek.

İşte üç rüya ve bunlardan çıkarttığım üç küçük yorum. Büyük Üstad’ı, vefatının 47. yıldönümünde bir kere daha bu şekilde hatırlayalım istedim.

Dipnotlar:

* “Tarihçe-i hayatında yazılmamış o rüyada mazhar olduğu bir hakîkati sonradan şöyle anladık ki:

“Molla Said Hazret-i Peygamberden ilim talebinde bulunmasına karşılık, Hazret-i Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, ümmetinden suâl sormamak şartıyla ilm-i Kur’ân’ın talim edileceğini tebşîr etmişler. Aynen bu hakîkat, hayatında tezahür etmiş; daha sabavetinde iken bir allâme-i asır olarak tanınmış ve katiyen kimseye sual sormamış, fakat sorulan bütün suallere mutlaka cevap vermiştir.” (Tarihçe-i Hayat, s. 30, Haşiye notu) (Bu rüyayı gördüğü zaman 12-13 yaşlarındadır)

M. Fahri UTKAN

24.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004