Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz? O celâl ve ikram sahibi Rabbinin ismi ne yücedir!

Rahman Sûresi: 72

07.05.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Sizin Allah'a en sevimli olanınız, az yiyip içen ve bedence hafif olanınızdır.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 136

07.05.2007


En küçük dairede, en büyük vazife var

Dördüncü Mesele

Yine Gençlik Rehberinde izahı var. Bir zaman bana hizmet eden kardeşlerim tarafından suâl edildi ki:

“Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumîden elli gündür (şimdi yedi seneden geçti aynı hâl)HAŞİYE hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun. Halbuki bir kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camii bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hadise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?” dediler.

Cevaben dedim ki:

Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil dâireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve ceset ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-î beşer dairesinden tut, tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede, herbir insanın bir nev’î vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife var. Ve en büyük dâirede en küçük ve muvakkat arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyasla, küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasip vazifeler bulunabilir.

Fakat büyük dairenin câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp, lüzumsuz, mâlâyani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harp boğuşmalarını merakla takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.

Hâşiye: Parantez içindeki not, 1946 senesine aittir.

Şuâlar, s. 184; Asa-yı Musa, s. 20

—Devamı yarın—

Lügatçe:

küre-i arz: Dünya

herc ü merc: Darmadağın, allak bullak.

mukadderat: Kader, Allah tarafından takdir edilenler.

Harb-i Umumî: Umumî savaş, dünya savaşı.

mütedeyyin: Dindar.

mütedâhil: İç içe, birbiri içinde.

nev-î beşer: İnsanoğlu.

zîhayat: Hayat sahibi.

muvakkat: Geçici.

makûsen mütenasip: Ters orantılı.

mâlâyani: Mânâsız, faydasız, boş şey.

âfâkî: Dünyaya ait sıradan meseleler ve hadiseler.

sermaye-i hayat: Hayat sermayesi.

şerik: Ortak.

07.05.2007


‘Risale-i Nurlarla tahkikî imana kavuştum’

Okuyanları küfür, dalâlet ve gaflet karanlıklarından Nur’a çıkaran ve her iki cihanı cennetlere çeviren Risâle-i Nur’u Ankara Hukuk Fakültesinde 1947’li yıllarda okurken Ziya Nur (merhumun) sayesinde tanımak saadetine nâil oldum.

Çocuk iken rahmetli babamdan öğrendiğim taklidî imanımı, İstanbul Kabataş Lisesi’ndeki ateist bir felsefe öğretmeninin zehirli telkinâtı etkisiyle kayıp etmiş ve o yüzden çok bedbaht, mutsuz, ruhen çökmüş, perişan bir halde kalmıştım.

Bu durumdan kurtulmak için çareler aradım. Okuduğum eserlerin hiç biri derdime derman, kalbî hastalıklarıma şifâ, derin manevî yaralarıma tiryak olamadı.

Helâl haram ayrımı yapmadan her türlü zevk-ü sefâyı yaşamayı hayat zannederek behimî duyguların tesiri altında kalmıştım.

Fakülteden arkadaşım merhum Ziya Nur, Risâle-i Nur’dan “Küçük Sözler” isimli taşbasmalı ispirto mürekkebiyle daktiloda yazılmış eseri bana hediye etti. Dikkatlice okudum. Çok büyük feyiz aldım. Kalbim kopkoyu karanlıklardan kurtuldu, güneşin aydınlığından daha parlak bir Nur’a kavuşmanın huzuru, itminanı, sekinesi ile derhal namaza başladım.

İlhâm-ı Rabbani olduğu muhakkak olan bu eser ile tahkikî imana kavuşmuştum. Gaflet döneminde iken terk ettiğim kazaya kalan namazlarımı coşkun bir zevk, lezzet ve huzur, huşû ile kıldım.

Beni kurtaran bu eseri Çorum’da bulunduğum sürede, benim eski perişan durumumdaki tanıdıklarıma da vermek ve onların da imanlarının kurtulmasına vesile olmak, İlâhî rızaya nail olmak için can atıyordum.

Ancak eski Türk Ceza Kanunu’nda, Müslümanların giyotini olan 163. maddesi yürürlükte olup, Risâle-i Nur’la yakalananlar için 3 seneden 8 seneye kadar ağır hapislere mahkûm olmak ve derhal tutuklanmak gibi bir risk bahis konusu idi.

Buna rağmen, Cenâb-ı Hakka tevekkül edip üç arkadaşıma verdim; okumalarını, bir lütf-u İlâhî ile sağladım.

Son derece geçim sıkıntısı çeken, pazarlarda manifatura malını seyyar olarak satan arkadaşlarım, aşk-u şevkle Risâle-i Nur’a-aile boyu-sarılmalarının bereket ve kerâmetiyle maddeten de zengin, müreffeh ve şükreden iş adamı oldular.

“Risâle-i Nur ile okumak, dinlemek, yazmak sûretiyle meşgul olanın rızkı bereketlenir” buyuran Üstadın müjdesinin tam mânâsıyla mazharı oldular.

Risâle-i Nur’u böylece hayırlı bir arkadaşımın irşadı ile tanımanın faziletiyle serfirâz olarak mezun oldum fakülteden.

Çorum-Kargı İlçesinde görev ifa ediyordum. O ilçede Yaşar Keten isimli (merhum) bir memurun ilçenin Merkez Camiinde sabah namazından sonra Risale-i Nur’u cemaate okuduğu haber verilince, hakkında soruşturma başlattım. Maksadım onu mahkûm ettirmek, tutuklamak değil, o olay vesilesi ile Nurlar hakkında takipsizlik, yani savcılıkça beraat kararı vermek idi, onu serbest bıraktım.

Bu niyetimi gerçekleştirmek için Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ve ceza hukuku profesörlerinden mütalaa ve raporlar aldım.

O lehteki ilmî, hukukî objektif beyanların ışığı altında üç sahifelik gerekçeli takipsizlik, yani beraat kararı verdim.

Bu karar merhum Sinan Omur’un sahibi ve naşiri olduğu Hür Adam dergisinde 1. sahifede takdirkâr bir üslupla haber yapıldı.

Kararın, Hz. Üstad ve avukatı merhum Bekir Berk’e sûretleri çoğaltılıp merhum M. Emin Birinci ve M. Fırıncı tarafından gönderildiğini, ibraz edildiği bazı mahkemelerdeki tutuklu Nur Talebelerinin tahliyesine, eserlerin iâdesine ve beraat kararlarına vesile olduğunu öğrendim.

Hz. Üstad’ın Ankara’ya 1959 yılında teşrif buyurduğunu bir telgraf ile öğrenince, Kargılı olup Ankara Hukuk Fakültesi talebesi olan Rıdvan ile kamyonla geceleyin Ankara’ya hareket ettik.

Ertesi gün, Beyrut Palas oteline gittik; orada yatan Hz. Üstad’ı görebilmek iştiyakı ile 20–30 kişilik bir talebe grubu otel önünde bekliyorlardı.

Ancak otel, sivil polislerin tarassudu, kordonu altında olup, kimseyi otele yaklaştırmıyorlardı.

Biz otele doğru birkaç adım yaklaşmak üzere iken, bir genç merdivenlerden otele çıkıyordu. Görevli polisler ona yönelip engellediler.

Otel müşterisi olduğunu ve çantasını almaya geldiğini söyledi ise de, polisler onu da uzaklaştırdılar. Bu karambolden faydalanarak hiçbir engel ile karşılaşmadan otelin 3. katına çıktık. Üstad’ın hizmetinde bulunan ağabeyler, onun Ankara milletvekilleriyle görüştüğünü, onlar çıkınca bizi kabul buyuracağını bildirdiler. Oturup beklerken çok heyecanlandık.

80 senelik bereketli ömrünü iman ve Kur’ân hakikatlerine seve seve feda eden, bu uğurda ve imanlı örnek bir nesil yetiştirme adına her türlü sıkıntıya, meşakkate katlanan, kutlu dâvâsından asla feragat etmeyen; ömrünün 28 senesi hapishanelerde, sürgünde, gözaltında tek kişilik soğuk taş hücrelerde geçirmesine rağmen yılmayan; kâfirlere, zındıklara tabasbus, asla teslim-i silâh etmeyen; İslâm’ın ve yüce ilminin izzetini her olumsuz şartlar altında şerefle koruyan, evlenmek, çoluk-çocuk sahibi olmak gibi meşrû dünya zevklerinden hak dâvâsının zaferi için feragat eden fedakâr ve cefakâr büyük bir insanın saadet ve şerefine ve ayrıcalığına nâil olacaktık. Onun heyecanı ile dizlerimiz titriyordu.

Huzura, hamden lillah, kabul edildik.

—Devamı yarın—

07.05.2007


ESMA-İ HÜSNA

Mücemmil

Allah (c.c.), Mücemmil’dir. Yani, sonsuz güzellik ve cemâl sahibi olan Cenâb-ı Hak mahlûkatı dilediği gibi güzelleştirir, her şeye dilediği gibi güzel şekil ve hoş sûret verir.

Mücemmil ism-i şerifi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği1 Cevşenü’l-Kebîr’de zikredilmiştir.

Bedîüzzaman’a göre, her bahar mevsiminde yaprakların muntazaman çıkması, çiçeklerin ince ölçülerle açılması, meyvelerin bin bir hikmetle ve rahmetle gelişip olgunlaşarak dalların ellerinde, mâsum çocuklar gibi, rüzgârın esmesiyle oynaması ve içindeki latîf zikir ağzı gözlerden kaçmamalıdır.

Bir kerem eliyle yeşillenen yaprak dili ile, bir lütuf neşesiyle tebessüm eden çiçek lisânıyla ve bir rahmet cilvesiyle gülen meyve kelimesi ile ifâde edilen hikmetli sistem içindeki dengeli ve âhenkli ince ölçü ve bu ince ölçü içinde görünen dikkatli san’atlar, nakışlar ve bu san’atlar, nakışlar içinde yer alan rahmet ve ihsân tecellîlerini gösteren ayrı ayrı hoş kudret tatlıları ve ayrı ayrı güzel kokular ve bu hoş kudret tatlıları içinde birer kudret mu’cizesi olan tohumlar ve çekirdekler, gayet açık bir sûrette bir Sâni-i Hakîmin, Kerîm’in, Rahîm’in, Muhsin’in ve Mücemmil’in varlığını, birliğini, rahmetinin güzelliğini ve terbiye ediciliğinin kemâlini gösterir.2

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 244

2- Sözler, s. 611

07.05.2007


Nurdan Dualar

Kur’ân’ı bize şifa kıl!

Allahım! Kur’ân’ı, bizim için, onu yazan ve benzerleri için, her türlü hastalıktan şifâ, bize ve onlara hem dünyada, hem de âhirette dost, dünyada yoldaş, kabirde arkadaş, Kıyâmette şefaatçi, Sırat üzerinde nur, Cehenneme karşı perde ve örtü, Cennette arkadaş ve bütün hayırlara bizi sevk eden rehber ve önder kıl. Bunu fazlın, cömertliğin, keremin ve rahmetinle yap ey merhametlilerin en merhametlisi ve ey bütün cömertlerden daha cömert olan! Duâmızı kabul buyur.

Allahım! Kendisine hakla bâtılı ayırt eden Kur’ân-ı Hakîmin indiği zâta, onun bütün âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle. Âmin.

Mektûbât, s. 202

07.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004