Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Evvelki kavimlere de Biz nice peygamberler göndermiştik. Onlara hiçbir peygamber gelmedi ki, onu alaya almış olmasınlar.

Zuhruf Sûresi: 6-7

12.05.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Mü'minin yitik malı olan ilmi elde ettiğinizde, onu kaybolmaktan koruyunuz.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 142

12.05.2007


Hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var

Birinci Nükte

Risâle-i Nur’un en mühim bir esası şefkat olmasından, nisâ taifesi şefkat kahramanları bulunmaları cihetiyle daha ziyade Risâle-i Nur’la fıtraten alâkadardırlar. Ve lillâhilhamd bu fıtrî alâkadarlık çok yerlerde hissediliyor. Bu şefkatteki fedakârlık, hakikî bir ihlâsı ve mukabelesiz bir fedakârlık mânâsını ifade ettiğinden, şimdi bu zamanda pek çok ehemmiyeti var.

Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük numunesi şudur:

O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, “Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.

Eğer hakikî şefkat sû-i istimal edilmeyerek, biçare veledini haps-i ebedî olan Cehennemden ve idam-ı ebedî olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalışsa, o veledin bütün ettiği hasenâtının bir misli, validesinin defter-i a’mâline geçeceğinden, validesinin vefatından sonra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de, değil dâvâcı olmak, bütün ruh u cânıyla şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlât olur.

Lem’alar, 24. Lem’a, s. 259, 2004

—Devam edecek—

Lügatçe:

nisâ: Kadın, hanım.

fıtraten: Yaratılışça.

vazife-i fıtriye: Yaratılıştan gelen vazife.

inkişaf: Gelişmek, açılmak.

şekvâ: Şikâyet.

idam-ı ebedî: Dirilmemek üzere yok oluş.

hasenât: İyilikler.

defter-i a’mâl: Amellerin kaydedildiği defter.

12.05.2007


Zulmetten nura çıkan bir genç

Kargı ilçesinde görevli bulunduğum sırada, Risâle-i Nurlara kavuşmak sayesinde küfür-dalâlet bataklığından kurtulan ve imanın güneşlerden daha parlak nuruna kavuşan bir bahtiyar genci tanımıştım.

O zaman adı Doğan idi. Dindar bir aileye mensubdu. Kargı’nın asude, temiz muhitinde yetişmiş terbiyeli edebli bir gençti.

Ancak Ankara Hukuk Fakültesi’nde talebe iken tanıştığı kötü arkadaşları onu ne yazık ki kötü alışkanlıkların içine itmiş, sigaraya içkiye başlamış, kız arkadaşları ile güya gönül eğlendirme gafletine kapılmıştı.

Bir âlimin “Kötü arkadaş şeytandan daha kötüdür, iyi arkadaş ise meleklerden daha iyidir” hikmetli sözündeki gerçek bir kere daha tecellî etmiş idi. Zira şeytanın yapamadığı fiili, kötülüğü, iman nuru ve edebinden mahrum kötü arkadaş rahatlıkla yapabiliyor; nefse cazip gelen peşin zevkleri yalanlarla süsleyip insanları yoldan çıkarıyor. İki cihanını da berbat edip karartabiliyor. Dünyasını cehenneme, ahiretini de zindana çeviriyor. Yıllar önce ölen babasının otoritesinden de mahrum olan Doğan da, bu kötü arkadaş tuzağına düşen bahtsızlardan biriydi.

Vicdanen muzdarip ve huzursuz olduğu bir gün içkili sarhoş bir halde ilçesindeki bir camide imam olarak tanıdığı bir hoca efendiye rastlar.

“Hocam! Ben Kur’ân okumayı bile bilemiyorum. Rahmetli babamın mezarına gidelim onun için Kur’ân okumanı rica ediyorum” der.

Doğan’ın içinde bulunduğu perişanlığı, çöküntüyü hisseden hoca efendi onu reddetmez. Kazanmayı tercih eder; teklifini olgunlukla, hoşgörü ile kabul edip vakit gece olmasına rağmen kabristana giderler.

Doğan’ın ağlayarak babasının mezarına kapandığını görüp çok duygulanır. Hoca, huşu ile Yasin-i Şerif’i okur. Doğan’ı teskin eder. Onun günahlarının ezikliğinden kurtulup huzura kavuşmak için çırpınan ve arayış içinde bir kimse olduğunu, aradığını ancak Risâle-i Nur’da bulabileceğine emin olur.

Kargı’da Nur hizmetlerini aşk ile şevkle üstlenmiş olan Sadık Karagöz’e, gördüklerini anlatır. Ona “Doğan’a sahip çıkın; onu ancak sizin okuduğunuz eserler, battığı çamurdan kurtarır” der.

Rahmetli Sadık Ağabey, derhal Doğan’a şefkatle yaklaşır ve Risâle-i Nur’dan Küçük Sözler eserini hediye eder.

Doğan, gökte ararken yerde bulmuş olduğu, Hızır gibi yetişen bu eseri, bir çırpıda okur. Çölde uzun süre susuz kalıp da ölmek üzere olan bir zavallının buz gibi suyu bulduğunda hissettiği şükran duyguları ve coşkun heyecanla eseri bağrına basar. Yepyeni, huzurlu ve saadetli bir dünyaya yeniden doğmuş gibi olur.

Bu eserden aldığı feyizle aklı, ruhu, duyguları doyuma ulaşır. Batıl, şaşma fikirler, saplantılar ve günah aşılayan meyillerden bu lütf-u İlâhî ile kurtulur.

Bu eserler sayesinde mücrim iken mü’min, facir iken salih bir insan olmanın hazzını tadar.

Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemîn’in enginlerden daha engin rahmetinden hissedâr olur.

İmanını Kur’ân nurları ile kemâle ulaştıran, kalbini itminanla dolduran Rabbine hamdü senâlar eder.

Eserin müellifi Bediüzzaman’ı yegâne üstad, mürşid-i kâmil olarak kabul eder ve ona minnet ve şükran hisleriyle dolar taşar.

Bu coşkulu hislerle onu ziyaret için Emirdağ’a gider. Derhal yüksek huzura kabul edilir. Kapısının eşiğine kemal-i hürmet ve tazim ile diz çöker.

Üstad:

“Kardeşim sen hoş safa geldin. İsmin nedir?” diye sorar.

“Doğan efendim” deyince:

“Rıdvan mı?” dedin.

“Doğan efendim”

“Ha demek Rıdvan”

“Evet efendim ismim Rıdvandır” diye yeni ismini ruhu canla kabullenir.

Üstad:

“Kardeşim, Risâle-i Nurları bir defa okumak beni on defa ziyaret etmeye bedeldir. Farz namazlarını kılarsan, dünyevî işlerinin hepsi sana ibadet sevabı kazandırır” buyurur.

Rıdvan, Kargı’ya döner dönmez ilk işi, Üstadımızın tensib buyurduğu kutlu ismini nüfus kütüğüne resmen de tescil için mahkemeye dâvâ açmak olur. Artık eski ismi yerine onu herkes Rıdvan olarak tanır ve çağırır.

Samsun’da hayatı noktalanan ve oradaki asrî mezarlıkta yatan Rıdvan, Nur eserlerine ve Üstad’a bütün varlığı ile bağlılığın, vefanın, sadakatin ve Hak yola şevkle dönüşün örneği olur. Günah yüklerinden arınarak gerçek âleme o haliyle yürüyen bahtiyarlar zümresine katılır.

Abdullah BATTAL

12.05.2007


ESMA-İ HÜSNA

Mezkûr

Allah (c.c.), Mezkûr’dur. Yani Cenâb-ı Hak kullarınca zikrolunan, her an hatırlanan, her an anılmaya lâyık olan, unutulması mümkün olmayan, unutulması tehlike ve hüsran demek olan, kâinatın bütün zerrelerince tesbih ve tazim olunan, adı dillerden düşmeyen, Kendisine secde edilen, boyun eğilen ve itaat edilendir.

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bildirdiği1 Mezkûr ismi Kur’ân’da fiil sîgasıyla gelmiştir. Kur’ân’da Cenâb-ı Hak, “Beni zikredin; Ben de sizi anayım. Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin”2 buyurmakta, Allah’ı çok zikreden erkek ve kadınlar için Allah’ın mağfiret ve büyük ecirler hazırladığını bildirmektedir.3

Gerek kalbî zikir, gerekse aklî tefekkür yoluyla Allah’ın her an anılması, hatırlanması ve zikredilmesinin insana, Allah’a yönelişte huzur ve yükseliş kazandıracağını, böylece insanın her âdi saatini ibâdet hükmüne getireceğini ve dünyevî işlerini uhrevî amellere çevireceğini beyan eden Bedîüzzaman, ömür sermayesini güzel kullanan insanın, ömrünün dakikalarına ebedî hayatta sümbüller verecek çekirdekler hüviyeti kazandırabileceğini kaydeder.4 Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, bütün zâkirlerin zikirleri ile elde ettikleri feyizler, Mezkûr olan Cenâb-ı Hakkı bütün kalplere ve akıllara göstermeye yetmektedir.5

(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsnâ)

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2:255

2- Bakara Sûresi: 152

3- Ahzab Sûresi: 35

4- Mektubat, s. 440

5- Sözler, s. 603

12.05.2007


Kâinatı okumada yeni bir dil: Said Nursî örneği

Fas’ta “Kur’ân’da İ’câz ve Hitabının Evrensel

Oluşu” başlıklı uluslararası konferans düzenlendi. Sempozyuma Türkiye’den katılan İhsan Kasım Salihî “Kâinatı Okumada Yeni Bir Dil: Said Nursî

Örneği” başlıklı bir tebliğ sundu.

Fas Kralı 6. Muhammed’in himayesinde, Rabat şehrinde 27-29 Nisan 2007 tarihlerinde gerçekleştirilen “Kur’ân’da İ’câz ve Hitabının Evrensel Oluşu” başlıklı sempozyumda Bediüzzaman Said Nursî’nin görüşlerine yer verildi.

5. Muhammed Üniversitesi Ekdâl Âdâb ve İnsanî İlimler Fakültesi bünyesindeki Şerîf el-İdrisî Toplantı Salonunda gerçekleştirilen sempozyumda başta Fas olmak üzere, Suudî Arabistan, Cezayir ve diğer bazı İslâm ülkelerinden birbirinden değerli ilim adamları, araştırmacı ve yazarlar tarafından tebliğler sunuldu.

Sempozyuma “Kâinatı Okumada Yeni Bir Dil: Said Nursî Örneği” başlıklı tebliğiyle Türkiye’den katılan İhsan Kasım Salihî, tebliğin gayesini şöyle özetledi:

“Bu tebliğimde Kur’ân-ı Kerim’in maâni-i celilesini (yüce mânâlarını) idrak etmede Said Nursî’nin ortaya koyduğu metodun pek çok yönlerinden birisini ortaya koyacağım. Bu yön, Allah-u Teâlâ’nın kâinattaki âyetleriyle Kur’ân-ı Kerim âyetleri arasındaki tetâbuk ve uyuma dairdir. Bu uyum aynı zamanda mezkur iki kitabı okumada da söz konusudur.”

(www.bediuzzaman.net)

12.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004