Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Müşriklerin Onu bırakıp da kulluk ettikleri şeyler ise bir şefaatte bulunamazlar. Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler o gün şefaat edebilirler.

Zuhruf Sûresi: 86

04.07.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Biriniz mülkünü satmak istediğinde önce komşusuna teklif etsin.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 240

04.07.2007


Yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hükmeder

Bilirsiniz ki, yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hükmeder. Ders arkadaşlarımızın çoğu fütûra düşüp tâtil-i eşgâle mecbur oluyor. Ciddî hakaikle tam meşgûl olamıyor. Cenâb-ı Hak, kemal-i rahmetinden, iki senedir ciddî hakaike nisbeten yemişler, fâkiheler nev’înden tevafukat-ı latîfeyle ezhânımızı taltif etti, zihnimizi neş’elendirdi. Kemal-i merhametinden o tevafukat-ı lâtîfe meyveleriyle, ciddî bir hakikat-i Kur’âniyeye zihnimizi sevk etti ve ruhumuza, o meyveleri gıda ve kut yaptı. Hurma gibi, hem fâkihe, hem kut oldu. Hem hakikat, hem ziynet ve meziyet birleşti.

Kardeşlerim, bu zamanda dalâlet ve gaflete karşı pek çok mânevî kuvvete muhtacız. Maatteessüf, ben şahsım itibarıyla çok zayıf ve müflisim. Harika kerâmâtım yok ki, bu hakâiki onunla ispat edeyim. Ve kudsî bir himmetim yok ki, onunla kulûbu celb edeyim. Ulvî bir deham yok ki, onunla ukulü teshir edeyim. Belki, Kur’ân-ı Hakîm’in dergâhında, bir dilenci hâdim hükmündeyim. Bu muannid ehl-i dalâletin inadını kırmak ve insafa getirmek için, Kur’ân-ı Hakîmin esrarından bazan istimdad ederim. Kerâmât-ı Kur’âniye olarak, tevafukatta bir ikram-ı İlâhî hissettim, iki elimle sarıldım.

Evet, Kur’ân’dan tereşşuh eden İşârâtü’l-İ’câz ve Risâle-i Haşirde kat’î bir işaret hissettim. Emsalleri bulunsun bulunmasın, bence bir kerâmet-i Kur’âniyedir. İşârâtü’l-İ’câz’ın bir sayfasına dikkat ettik; satırların başında bütün hurûfât ikişer ikişer olup, harika bir intizamla hurufatın vaz edildiğini gördük. Onuncu Sözde medâr-ı tevafuk 3, 4, 5, 6 rakamları, herbirisi 13’te ittifakları; o 13’ün de, Altıncı ve Sekizinci, mahrem Dördüncü Remizlerde mühim bir esrar anahtarı olduğunu gördük. Bunda şüphemiz kalmadı ki, kâğıt üzerinde daima kalacak bir keramet-i Kur’âniyedir, bir ikram-ı İlâhîdir ve doğrudan doğruya, risâlenin ve iman-ı haşrin tasdikine bir imza telâkki ettik.

Havada uçmak, su üzerinde yürümeye benzemiyor; onlar muvakkat... Hem şahsın kemaline ve ihtiyarına, belki istidrâca verilebilir. Doğrudan doğruya hakikate—hususan bu zamanda—hizmet edemiyor.

Her neyse, bir küçük mesele münasebetiyle çok konuştum ve çok da israf ettim. Ahbapla fazla konuşmak mergub olduğundan, inşaallah bu israf affolur.

Barla Lâhikası, s. 97

Lügatçe:

fütûr: Usanç, gevşeklik.

tâtil-i eşgâl: Meşguliyetlere ara verme.

fâkihe: Meyve.

ezhân: Zihinler.

kulûb: Kalbler.

ukul: Akıllar.

tereşşuh: Reşhalanma, sızıntı.

hurufat: Harfler.

istidrâc: Derece derece Allah’ın rahmetinden uzaklaşıp, azabına yaklaşması için azgın ve günahkâr kişilere verilen bir takım olağanüstü haller ve bir takım dünyevî üstün makam ve mevkiler.

04.07.2007


Bediüzzaman'ın resmî nüfus kayıtları

Bediüzzaman ve ailesinin nüfus bilgileri ile ilgili olarak devlet kayıtlarında ciddî mânâda verilere rastlayamıyoruz. Sebebine gelince, eski nüfus kayıtları yeni kabul edilen Latin harflerine çevrilince, bir takım zorluklarla karşılaşılmış olması ve bu konuda ciddî ve iyi bir çalışmanın ortaya konulamamasıdır. Bu sıkıntı sadece konumuzla alâkalı Bediüzzaman’ın ailesi ile de sınırlı değildir. Vatandaşlarımızın nüfus kayıtları sağlıklı olarak en çok yaklaşık yüz elli sene öncesi verilerine dayanabiliyor.

Bediüzzaman’ın nüfus kayıtlarından ilki Bitlis’in ilçesi Hizan’a bağlı Nors köyü ile başlar. Nurs diye telâffuz edilen bu köyün bugünkü resmî kayıtlarda ismi Kepirli diye geçer. Bu ilk kaydı incelediğimizde en çok Bediüzzaman’ın doğum tarihi dikkatimizi çeker. H. 1288 ve M. 1872 olarak kayıtlı olan bu tarihin doğru olmadığı, gerek Bediüzzaman’ın beyanları ve gerekse çeşitli araştırmalardan anlaşılıyor. İşte yazımızın girişinde ifade ettiğimiz gibi nüfus kayıtlarının maalesef iyi çalışılmadığı veya çeviri yapılırken yanlışlıklar yapıldığı açıktır. Bu kaydın tescilinin de 04.08.1906 tarihinde yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda iddiamız kuvvet kazanmaktadır.

Bediüzzaman ve ailesinin soyadı, kanun çıktıktan sonra “Okur” soyadı ile tescillenmiştir. Ancak sadece Abdülmecid Efendi ‘Ünlükul’ soyadını almıştır. Yani isminin anlamını kendisine soyadı seçmiştir.

***

Bediüzzaman’ın Cumhuriyet döneminde ikinci nüfus kaydı Kastamonu’da görülmektedir. 1936 yılında mecburî ikamete tabi tutularak, aynı zamanda nüfus kaydı da Kastamonu ili Merkez ilçe Arız mahallesine nakledilmiştir.

***

Bediüzzaman’ın devlet nüfus kayıtlarında en son bilgilerine Afyonkarahisar ili Emirdağı ilçesi Çilli mahallesinde rastlıyoruz. “Ankara’daki CHP hükûmeti Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nin beraat kararına rağmen, Said Nursî’nin Afyon’un Emirdağ ilçesinde zorunlu iskâna tâbî tutulmasını emretti ve daha önce Kastamonu’ya aldığı nüfus kaydını bu defa Emirdağ’a nakletti.” (www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=SaidNursi&SubSection=Biyografi&Page=3

***

Afyon ve Kastamonu vilayetleri kayıtlarında Bediüzzaman’ın baba adı ‘Mirze’ diye geçmektedir. Halbuki Bitlis kaydına bakıldığında “Mirza” diye yazıldığı görülecektir.

Sonuç itibariyle; devlet nüfus kayıtlarına bakarak yaptığımız bu ufak çaplı araştırmadan anlaşılıyor ki, Bediüzzaman’a hayatında rahat vermeyenler resmî kayıtlarında bile gerçekleri gizlemeye çalışmışlardır. Bunun açık örneğini isminde yaptıkları tahrifattan da anlıyoruz. Bediüzzaman’ın ismi Said iken nüfus kayıtlarına ısrarla Sait diye geçmiştir.

Temennimizi, devlet nüfus kayıtlarının gerçeklere uygun tanzim edilmesi yolunda gerekli girişimlerin yapılması konusunda dile getirelim.

Bediüzzaman’ın, kendi beyanıyla ilk nüfus ve ikamet bilgilerini, 1921'de İstanbul’a gelişinde doldurduğunu, nüfus tezkeresinden öğreniyoruz. Söz konusu tezkereyi aşağıya alıyoruz:

MALİYE NEZARETİ, EVRAK-I NAKDİ VE LEVAZIM MÜDÜRÜYETİŞURA-YI DEVLETİN GAYR-I DEVAİRDEN MESALİH-İ ŞAHSİYEYE DAİR VERİLEN MAZBATAYA MAHSUS VARAKADIR Kıymeti Beş KuruşturDEVLET-İ

ÂLİYE-İ OSMANİYE TEZKERESİDİR

İsim ve şöhreti:

Bediüzzaman Said Efendi.

Pederi ismiyle mahall-i ikameti: Müteveffa Mirza Efendi.

Validesi ismi:

Müteveffiye Nuriye Hanım.

Tarih ve mahall-i velâdeti:

1295 (bin iki yüz doksan beş) ve 1293 (bin iki yüz doksan üç). Hizan Kazası, Nurs Karyesi.

Milleti: Müslim.

San’at ve sıfat ve intihab selâhiyeti:

Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azasından.

Müteehhil ve zevcesi

olup olmadığı: Mücerred.

Derecat ve sınıf-ı asliyesi: —

EŞKALİ, SİCİL-İ NÜFUSA KAYID OLUNAN MAHALLİ

Boy: Orta. - Göz: Ela.

Sima: Buğday.

Alâmet-i farika-i sabite: Tam.

Balâda isim ve şöhreti, hal ve sıfatı muharrer olan Bediüzzaman Said Efendi, Devlet-i Aliye-i Osmaniye tebâiyetini haiz olup ol sûretle ceride-i nüfusta mukayyed olduğunu mü'şir işbu tezkere ita kılındı.

— 26 Eylül 1337 —

Nezâret-i Umûr-ı Dâhiliye

Bu nüfus tezkeresinden de anlaşılıyor ki, Bediüzzaman H. 1293 ve R. 1295 yılında doğmuştur. Bu tarih de M. 1878 yılına denk geliyor.

(Ayrıntılı bilgi için: http://www.risaleinurenstitusu.

org/index.asp?Section=SaidNursi&SubSection=

DogumTarihi)

Mehmet Selim MARDİN

04.07.2007


ESMA-İ HÜSNA

Beşîr

Allah (c.c.), Beşîr'dir, Mübeşşir'dir. Bu isimler, Cenab-ı Hakkın müjdeleyen, sevindiren, müjdeci gönderen, en küçük bir iyiliği görmezden gelmeyen, taltif eden, ödüllendiren, müjdeleri gerçek olan, vaatlerini hakîki mükâfâtlarla ve Cennetin ikramı ile gerçekleştiren sonsuz müjde sahibi olduğunu bildirir. Her bir peygamber Cenab-ı Hak tarafından gönderilen birer müjdecidir.1 Her bir Allah kelâmı, Cenab-ı Hak tarafından nâzil buyurulan birer müjde haberi niteliğindedir.

Kur'ân ölümden başı dönen insanlığa mutlak hayrı, Cenneti, Allah'ın cemâlini, ebedî hayatı ve dâimî saadeti tebşir eder, yani müjdeler. Kâinatta gözümüzle gördüğümüz her şey dünyanın fenâsını ve bâkî âhiretin geleceğini bize müjdeler tarzda tanzim edilmiştir.

Beşîr ismi2 ve bu ismin tef'îl babından ism-i fâil şekli olan Mübeşşir3 ismi Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tarafından Cevşenü'l-Kebîr'de zikredilmiştir. Bu isimler Kur'ân'da fiil halinde yer alır.

İlgili âyetlerden bir kaçı şöyledir:

"Rableri onlara, katından bir rahmet, bir rızâ ve içinde kalıcı nimetler bulunan ebedî cennetleri müjdeler. Doğrusu büyük ecir Allah katındadır"4

“Cenab-ı Hak, Hazret-i İbrâhim (a.s.) için de, ‘Doğrusu o, mü'min kullarımızdandı. Onu sâlihlerden bir peygamber olarak İshak'la müjdeledik’5 buyurur.

"‘Rabbim Allah'tır’ deyip de sonra dosdoğru olanlara, (ölümleri ânında) melekler inerler ve 'Korkmayınız! Mahzun olmayınız! Size vaat olunan Cennetle müjdeleniniz! Biz dünya hayatında da, âhirette de size dostuz! Gafûr ve Rahîm olan Allah'ın ikramı olarak burada canlarınızın çektiği her şey ve her ne isterseniz var!' derler."6

"Îmân edenlere Allah tarafından büyük bir lütuf bulunduğunu müjdele!"7

"Ey Muhammed! Biz seni hak ile müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik!"8

"Mü'min erkek ve kadınları defterleri sağdan verilmiş ve ışıkları önlerinde olarak koştuklarını gördüğün gün onlara, 'Müjdeler size! Bu gün, içlerinden ırmaklar akan ve orada ebedî kalacağınız Cennetler sizindir!' denir. İşte büyük kurtuluş budur."9

İhtiyarlık ve ölüm gibi hayatın acı gerçekleri karşısında Kur'ân'dan başka her şeyin dehşet, vahşet, ümitsizlik ve çâresizlik verdiğini bizzat yaşadığını ve hissettiğini belirten Bedîüzzaman, kendisi için "ihtiyârlığın alâmeti olan beyaz kıllar saçıma düştüğü bir zaman" dediği bir gün, İstanbul'daki Bayezıt Câmiinde hafızları dinlemeye başlar.

Kur'ân'dan, "İman edenlere müjdele!" (Bakara Sûresi: 25) âyeti kulağına ilişince, rûhunda bir fırtına kopar. Görür ki, Kur'ân büyük bir tesellî, ümit, ricâ, müjde ve nûr kapısı açmıştır. Herkesi korkutan ve ağlatan ölüm, kalpte "îmân" olduğu takdirde, Kur'ân nazarında idam değildir, ayrılık değildir, yok olmak değildir. Tam tersine, ölüm Kur'ân nazarında Cennete, ebedî hayata ve mutlak müjdeye bir çağrıdır.

Kur'ân'ın yüksek bir ümit ve müjde ile dolu olduğunu her ehl-i insafın hissedebileceğini müjdeleyen Bediüzzaman, böylesine hadsiz bir tesellî ve müjde kaynağı bir kitap göndererek kulları ile muhatap olan Cenab-ı Hakkın hadsiz şükredilmeye lâyık olduğunu kaydeder.

"Îmân eden ve salih amel işleyenlere, altlarından ırmaklar akan Cennetler olduğunu müjdele" (Bakara Sûresi: 25) âyetinin tefsirinde, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Allah'ın rızâsını, lütfunu, kurbiyetini, yakınlığını, Cennetini ve saadet-i ebediye gibi tebşîrât ve müjdelerini tebliğle mükellef ve memur tutulduğunu beyan eden Bedîüzzaman, Cennetin Cenab-ı Hakkın fazl-ı kereminden bir hediye olduğunu, amelin ücreti mukabilinde vacip bir hak olmadığını, çünkü hak ve ücretin verilmesinin beşâret ve müjdeyle ifâde edilmeyeceğini, oysa Kur'ân'da Cennetten müjde olarak bahsedildiğini; bundan dolayı yapılan ibâdetlerin Cennet için değil, sırf Allah rızâsı için yapılması gerektiğini kaydeder.

Bediüzzaman'a göre, mü'minlerin lütuf ile, nûr ile, Cennet ile ve Allah'ın rahmeti ve rızâsı ile tebşîr edilmeleri cemâlî isimlerin tecellîlerindendir.

Dipnotlar:

1- İsrâ Sûresi: 105; Furkan Sûresi: 56; Ahzab Sûresi: 45; Fetih Sûresi: 8; Sâf Sûresi: 6.

2- Mecmuatü'l-Ahzab, 2: 250

3- A.g.e., 2: 238

4- Tevbe Sûresi: 21

5- Saffât Sûresi: 111-112

6- Fussilet Sûresi: 30-32

7- Ahzab Sûresi: 47.

8- Bakara Sûresi: 119

9- Hadid Sûresi: 12

04.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004