Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Bunlar organize işler

Agos gazetesinin yayın yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de ensesine kurşun sıkılarak öldürüldü. Beş buçuk ay geçtikten sonra Dink Davası nihayet pazartesi günü başladı.

Hrant Dink öldürüldüğünde birçok yorum yapılmıştı. Ben bu yorumlardan (‘tahmin’ de diyebiliriz) ikisini zihnime not ettim. Biraz sonra birbiriyle bağlantılı olduğunu göstermeye çalışacağım bu iki yorum/tahmin şunlar:

1) “ Hrant Dink’i ‘ yalnız kurtlar ‘ öldürmüş olabilir “... Bildiğiniz gibi ABD’de silaha, bombaya sarılıp çeşitli eylemler yapan kişi ya da küçük gruplar bulunuyor. Bunların herhangi bir örgüt bağlantısı yok. O manada organize değiller. Bir şeye kafayı takıyor, plan yapıyor, sonra da saldırıya geçiyorlar. O tip kişilere ‘yalnız kurt’ deniyor. Bu yoruma/tahmine göre Hrant Dink’i öldüren O.S. ve onu azmettiren Yasin Hayal iki, bilemediniz üç kişiden oluşan, aşırı milliyetçi birer ‘yalnız kurt’.

2) “ Katille empati kurmalıyız “... Yine bildiniz gibi Dink’i öldüren O.S. 18 yaşından küçük. Hatta bu yüzden davaya ilişkin yayın yasağı kondu. Peki bizden niye empati kurmamız, yani katilin ruhsal ve zihinsel dünyasını anlamaya çalışmamız isteniyordu? Çünkü Ermeni meselesi üzerine çok gidildi. Soykırım tartışmaları filan yapıldı. Konferanslar düzenlendi. Fransa’da 1915 soykırımını tanımayanların cezalandırılmasına ilişkin karar alındı. İşte böyle bir ortamda, müstakbel katilin sinir uçlarıyla oynanmış oldu. O da galeyana geldi. Cinayeti işledi.

Olaya bambaşka açılardan bakan bu iki yorum/tahmin, aslında birbiriyle ilişkili. Özetle ikisi de: “ Bu bireysel bir olaydır “ diyor.

Bense hem Danıştay saldırısının, hem de Hrant Dink suikastından sonra bunların bireysel eylemler olmadığını, birtakım karanlık güç odaklarıyla bağlantılarının bulunduğunu yazdım.

Yani iki olayın da bireysellikle alakası yoktu bana göre. Bu işler “ organize “ işlerdi.

Neticede benimki de bir yorum/tahminden ibaretti. Ancak aradan geçen sürede ortaya çıkan ipuçları bu tahminin daha gerçekçi olduğunu ortaya çıkardı.

Bugün Ümraniye ve Eskişehir’deki evlerde ele geçirilen silah ve patlayıcıların “görünen” sahipleriyle Danıştay saldırısı arasında bağlantılar ciddi biçimde inceleniyor.

Hrant Dink cinayeti de bundan farklı değil. Bu ve benzeri işler için örgütlenmiş kişilerin genç fanatiği kullandıklarını görüyoruz.

Peki elimde henüz yeterli miktarda delil olmadan bu fikri nasıl öne sürebildim? Aslında biraz tarih kitabı okumak, biraz da devletin işleyiş (belki de ‘ işlemeyiş’ demek daha doğru!) biçimini bilmek yeterli.

Tarih: Dink davasının ilk celsesini izleyen bir arkadaşım, “Kendimi 1909 yılında sandım” dedi. 1909 gazeteci Hasan Fehmi Bey’in siyasi bir cinayete kurban gittiği yıldır. Cinayetin arkasında devlete egemen olmaya başlayan İttihatçılar vardır.

Zor kullanarak topluma şekil vermeye çalışan İttihatçı zihniyet bugün ( İttihat ve Terakki Cemiyeti çoktan tarihe gömüldüğü için) ‘ Yeni İttihatçılık’ olarak devam ediyor.

Devlet: Türkiye’de hiçbir siyasi cinayet ya da ciddi saldırı, bireysel eylem değildir. Bizde ‘sokaktaki vatandaş’ namus filan uğruna birbirine kurşun sıkar ama siyasi cinayet işlemez, sağa sola bomba atmaz. Böyle bir davranış gösterebilmesi için arkasında örgüt olması gerekir.

Yukarıda saydığım gerekçelerden sonra şunu söyleyebiliriz: Hrant Dink cinayeti düpedüz ‘ siyasi’ bir olaydır. Bağlantıları derindir. Mahkemenin o karanlığa ışık tutmasını bekliyoruz.

Ancak kendi payıma umutlu değilim: Çünkü Susurluk skandalının dahi “ çözülmediği “ bir ülkede yaşıyoruz.

Sabah, 4.7.2007

Emre AKÖZ

05.07.2007


 

Çete fışkırıyor

Çetelere yönelik operasyonların yoğunlaştığı dönemde Zaman konuyla ilgili habere ‘Deştikçe çete çıkıyor’ başlığını atmıştı. Gerçekten bu topraklar çeteler açısından çok verimli, iklim de son derece elverişli. Ankara’nın bozkırından, Anadolu’nun kıraç topraklarından bile çete fışkırıyor. Sokaklar, mahalleler çeteden geçilmiyor; sağımız solumuz, önümüz arkamız hep çete. Her biri ‘gözünü karartmış ve şiddete eğilimli Türkiye’yi kurtarılacak yer’ olarak görüyor.

Aralarında dağa çıkmaktan söz eden de var, silah üzerine yemin eden de... Milli Mücadele gibi, Kuvayı Milliye gibi Kurtuluş Savaşı dönemlerinin oluşumlarını ve kavramlarını bugüne taşıyanlara da sıkça rastlanıyor. Bazı sivil toplum örgütleri ne yazık ki çete oluşumlarını andırıyor. Bu gidiş hiç hayra alamet değil. Çünkü bu çeteleri andıran oluşumlar toplumda ayrılık tohumları ekiyor. Dost düşman diye cephelere ayırıyor. Kutuplaşmaya zemin hazırlıyor.

Daha Ümraniye operasyonunun boyutları anlaşılamadan yenileri patlak verdi. Bir gecekonduda çıkan patlayıcıların, el bombalarının sırrı çözülemedi henüz. Yargı safhasında yayın yasağı konduğu için ilgili haberler kamuoyuna çok sınırlı biçimde yansıtılabiliyor. Açığa çıkan ilk bilgiler bile Ümraniye çetesinin basit bir oluşum olmadığı, en az Susurluk kadar derin ve karmaşık ilişkiler ağının parçası olduğuna işaret ediyor. Danıştay saldırısıyla irtibatından dem vuranlar oldu. Kuşkusuz içyüzünü tüm yönleriyle yargı ortaya dökecek.

Umarım bu çete öncekiler gibi başka yönlere çekilmez, yan yollara sapılmaz, ana güzergahta ilerlenir. Malum, Atabeyler çetesi bir sarı zarfın içinde kayboldu, gitti. Buzdağının altına inilmesi bir yana üstü bile tam anlaşılamadı. Yine Küre operasyonu saunanın dört duvarı arasında buharlaştı. Bağlantılarının üzerinde pek durulmadı, daha çok ‘fuhuş operasyonu’ olarak görüldü.

Ümraniye’nin ardından bir başka operasyon kamuoyuna yansıdı. Derneğin adı; Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi... İsim neler çağrıştırmıyor ki. Mücadele, savaş... Peki kiminle? Herhalde siyasi düşünceleri, dar ideolojik kalıpları dışında kalan herkesle... Bu derneğe güvenlik birimleri operasyon yaptı. 18 kişi emniyetteki sorgulamalarının ardından dün mahkemeye sevk edildiler. 12’si tutuklandı. Aralarında dernek başkanı da var. Ele geçen silahlar arasında el bombası da var.

Neyle suçlandıklarına bir bakar mısınız: Yağma, ihaleye fesat karıştırma, zimmet, dolandırıcılık, tarihî eser kaçakçılığı, yasadışı yardım toplama... Ve devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye yönelik provokatif eylemler düzenlemek. Ne kadar ağır bir iddia. Bu nasıl vatansever örgüt? Kime karşı güç ve kuvvet birliği yaptıkları da anlaşılıyor. Bu tip her oluşumda olduğu gibi burada da iddiaya göre devletin içinde bazı uzantıları var. Bundan sonra söz yargının.

Daha kaç tane çete var, sayısını bilen yok. Dün konuyla ilgili birine sordum, söylediklerine inanamadım, Ümraniye benzeri çete sayısını yüzlü rakamlarla ifade etti. Bu şartlarda çetelerin birinci öncelikli tehdit olduğu ve bir devlet sorununa dönüştüğü ortada... Üzerine sadece siyasi iradenin gitmesi yeterli değil. Sağlam devlet politikası gerekiyor. İçerideki uzantılarının temizlenmesi için topyekün mücadele elzem.

Seçime giderken çetelerle mücadeleye ilişkin siyasi partilerin dişe dokunur vaadi bulunmadığını söylemek lazım. Belli kesimler Susurluk ağının içinde bir eski ülkücü bulunduğu için ‘eski hesapların’ dürtüsüyle üzerine gitti. Susurluk’un günümüzdeki versiyonları konusunda ise siyaset ile medya benzer duyarlılığı ve kararlılığı sergilemekten uzak görüntü içinde... Eğer Türkiye çeteleri çökertemezse, korkarım bir gün çeteler devleti çökertecek.

Zaman, 4.7.2007

Mustafa ÜNAL

05.07.2007


 

Hayatımız tehlikede…

Dün bir arkadaşım “Hayatımız tehlikede…” diyordu, “özellikle Hrant Dink davası bu karanlık yapıları, çeteleri çözmezse hayatımız gerçekten tehlikede…”

Haklı…

Önceki gün Dink davasının ilk duruşması yapıldı.

Bu dava, biraz da bu nedenle, bu yakın tehlikeden, bu tehlikenin ifade ettiklerinden ötürü Türkiye’nin son yıllardaki en önemli davalarından birisidir.

Zira Dink davası her gün bir yenisi ortaya çıkan, ucu devletin içine uzanan çetelerin, farklı olanı, farklı düşüneni katletmeyi kendisine hak gören ve meşru gören bir zihniyetin üzerine hukuk ve siyaset yoluyla gitmenin son fırsatıdır…

Belki de son imkânıdır…

Çetelerin üzerine gitme, küstah şiddet gösterilerinin belini kırma, eğer mümkün olacaksa, bu dava etrafındaki seferberlik üzerinden gerçekleşecektir.

Olup biten, ülkede yaşanan şunu gösteriyor: Bu seferberlik sadece hukukun değil, aynı zamanda siyasetin ve toplumun seferberliği olmalıdır.

Dink davasının ilk oturumu bir zihniyetin temsilcilerini “konuk ediyordu”.

Gözlemcilere göre birbirlerini tahkir edecek ifadeler veren ve mahkeme salonunda yan yana oturan sanıklar ilginç bir şekilde fırsat buldukça gülüşüyorlar, birbirleriyle keyif içinde konuşuyorlar, kimi önde gelen sanıklar etrafa ısrarlı ve tehditkar bakışlar fırlatıyorlardı.

Tutuksuz yargılanan kimi sanıklar ara verildiği anlarda müdahil tarafın yanıbaşında bitiyor, bakışlarını dikiyor, kimisinin aile fertleri tehdit içeren sohbetler yapıyorlardı.

Denebilir ki her çete, üstelik kendisine milliyetçi adı veren her çete, özellikle tetikçileriyle nobrandır, küstahtır, tehditkardır…

Ama sorun bu değil…

Sorun şu:

Bu kez sanık sandalyesinde oturan sanıkların bir kısmı, en azından tetik çektiğini, azmettirdiğini kabul eden sanıklar her an sokakta karşılaşacağınız türden, yaptıkları iftihar eden, öldürmeyi kendilerine hak gören, takdir edilmeyi bekleyen, her an saldırmaya hazır insanlar…

Kimisinin ruh sağlığı bozuk, kimisinin davranışları, kimisi sıradan mahalle çocuğu…

Sorun şu:

Bugün resmi Türkiye’nin karanlıkta kalan kısmı açılan davalarla, yüzlerce internet sitesi, onlarca gazetesi ve televizyon kanalıyla, “işte Türk düşmanların” başlıklı listeler yayınlayarak, cinayetleri, saldırıları alkışlayarak yazarlara, düşünce insanlarına, azınlıklara, farklı düşünenlere düşman, hain diye bakan insanlar yetiştiriyor…

Bunlardan her gün yüzlercesini üretiyor…

Meşrebine, eğilimine göre vurmaya, öldürmeye hazır insanlar…

Dink’i öldürenler. Malatya vahşetini yapanlar, Danıştay’a saldıranlar bunlar arasından çıkıyor…

Bugün resmi Türkiye’nin karanlıkta kalan yapıları küçük işaretlerle, uzaktan yönlendirmelerle bu insanları kullanıyor. Mahalle çetesine indirgenmiş gruplara amatör görüntülü cinayetler işletiyor.

Tehlike sandığınızdan daha büyük ve daha yakın…

Dava tutanakları aleni ve ortada…

Değil mi Dink duruşmasında bir savunma avukatı, müdahil avukatları ve Dink ailesini hainlikle suçlayıp, bu devlete ait olmadıklarını vurguluyor, bu ülkeyi terk etmelerini söylüyordu?

Değil mi Hrant Dink’i “Türkiye’ye düşmanlığı belgeli ölü” olarak tanımlarken, Hüseyin Kocadağları, Abdullah Çatlıları rahmetle ve kahraman olarak anıyordu?

Değil mi ki ikrar edercesine Dink cinayeti işleyen grubun da bu kahramanlardan olduğunu haykırıyordu?

Ve ırkçı dil bir mahkeme salonunda dile getirilebiliyorsa, meydan okuma, cesaretlendirme ayyuka çıkmış demektir…

Tehlike çok yakında demektir…

Dink davasına dikkat kesilin…

Bu Türkiye’nin en büyük hukuk davasıdır, bu bir yol ayrımı davasıdır…

Yeni Şafak, 4.7.2007

Ali BAYRAMOĞLU

05.07.2007


 

Türkiye’nin arınma sınavı

Türkiye’nin özgürleşmesini, demokratikleşmesini ve yenileşmesini engelleyerek, kendi tahakkümlerini devam ettirmek isteyen çevrelerin meşum cinayetlerinden biri olarak tarihe geçen Ermeni kökenli vatandaşımız Hrant Dink’in katledilmesine ilişkin yargı süreci ilk duruşmayla yeni bir aşamaya geldi.

Dink’i okuduğunu anlayamayan, toplumda kin ve nefreti kışkırtmak isteyen Türk Gladyosu’nun önce hedef göstermesi sonra da vurdurmasıyla Türkiye ciddi bir sınav veriyor. Dink’in yaşamaya güçlenerek devam eden gazetesi Agos’ta Ali Bayramoğlu, Dink davasının ehemmiyetini şöyle anlatıyor: “ Bu dava toplumuyla, basınıyla, demokratıyla Türkiye’nin sınavı olacaktır. Bu her şeyden önce bir ahlak sınavıdır.”

Soruşturma aşamasında yaşananlar ve ortaya çıkanlar, güvenlik kuvvetlerinin polisiyle jandarmasıyla bu cinayette ciddi ihmallerin ötesinde şaibe altında kalmasına yol açmıştır. Şimdi, mahkeme safhasında bu iddialar bütün cepheleriyle ele alınırsa, bu kurumlar şaibe altında kalmaktan kurtularak, suça karışan mensuplarını yargı önüne çıkarabilirler. Türkiye böylece devlet olarak içeride ve dışarıda, bir hukuk devleti olduğunu gösterebilir. Fakat bunun gerçekleşebilmesi için kamuoyunun desteği ve siyasi iradeye ihtiyaç var. Çünkü Dink davasının bir cinayeti aşan ve ucu Türk Gladyosuna varan bir örgüte dayandığı giderek yaygınlaşan bir kanaate dönüşüyor. Bu istikamette Dink davası dışında, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay saldırısı etrafında ortaya çıkan emekli askerin etrafındaki çetelere ilişkin bilgileri artık sağır sultan bile duydu. Bu itibarla hakim ve savcılar, buralardan gelebilecek tehditlere karşı siyasi iradenin ve halkın desteğini yanında hissetmeli. Bu hususta bilhassa medyaya ciddi görevler düşüyor. Medya bu bilgileri derinleştiren muhabir çalışmalarının yanında, soruşturmayı engelleyen her kesimden kurum ve kişilere karşı eleştirel bir yayın yapmalıdır. Türkiye’yi karanlık senaryoların odağı olmaktan kurtarmanın yolu, bu odakları deşifre etmek ve yargılamaktan geçiyor. Bu bakımdan bazı medya kuruluşlarının ve bilhassa yargının üzerine düşeni tam anlamıyla yaptığı söylenemez. Bu itibarla Türkiye’nin acil bir güvenlik reformuyla beraber bir yargı reformuna ihtiyacı var. Cinayetleri ve ardındaki örgütü çözebilecek olanlar son tahlilde basın ve yargıdır. Kamuoyunun bu hususta artık sessizliğini terk ederek, kurumları ve siyasi iradeyi harekete geçirecek bir sese ve hareketliliğe kavuşması gerekmektedir.

Dink’in katledilmesine ilişkin ilk davada, müdahillerin isteği kabul edilerek davanın genişletilmesi kararı alınması müspet bir gelişme olarak kaydedilmelidir. Fakat bu genişletilme kararı için neden müdahillere ihtiyaç duyuluyor? Hepimizin tanık olduğu, kamuoyunun önünde gelişen hadiseler neden savcıların dikkatini çekmiyor? Gerçekten anlaşılması ve kabul edilmesi zor. Şemdinli Davası Savcısına ve en son hakimlerine Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun hukukun temel prensipleriyle bağdaşması zor muamelelerde bulunması, acaba savcı ve hakimleri bu tür davalarda çekingen davranmaya mı yöneltmiştir? Zanlılardan birinin avukatının mahkeme girişinde hâlâ Ermenilere ve Ermeniliğe saldırabilmesi işin vahametini gösteriyor.

“Hepimizin Hrant hepimizin tanık” olduğu Dink davası, Türkiye’nin gerçekten bir ahlak ve arınma sınavına dönüşüyor.

Bugün, 4.7.2007

Murat YILMAZ

05.07.2007


 

‘Vatanseverler’

İsim çok fiyakalı.. Ne? ‘Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Derneği.’

Neyse ki polis isme aldanmamış...

Bu ‘vatansever’ derneğe yönelik polisin bir yıldır sürdürdüğü takip ‘Girdap Operasyonu’yla sonuçlandı.

Ne oldu?

Operasyon kapsamında derneğin başkanı Taner Ünal’ın da aralarında bulunduğu 18 kişi, 40 ayrı suçtan adliyeye sevk edildi.

***

İçişleri Bakanlığı Mülkiye müfettişlerinin gerçekleştirdikleri inceleme sonucunda yaptıkları suç duyurusuyla Nisan 2006’da başlayan işlemler, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın emriyle operasyona dönüşmüştü...

Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nce düzenlenen operasyon kapsamında...

VKGB Başkanı Taner Ünal...

Dernek yöneticileri Ahmet C, Vehbi Ş, Salih Zeki B, Yasin A, Levent B, Mesut S, Ahmet K. ile Halit B, Savaş K, İlhami D, Ahmet Y, Mehmet D, Mehmet B, Osman A, Mehmet Ali D, Mehmet E, Hüseyin T adlı kişiler geçtiğimiz hafta sonu gözaltına alındı.

Neden?

Ankara...

Mersin...

Antalya...

İstanbul...

Konya, Giresun, Muğla, İzmir ve Diyarbakır’da yapılan eşzamanlı operasyonda gözaltına alınan kişilerin, ‘suç işlemek amacıyla örgüt kurdukları, yönettikleri, suç örgütüne üye oldukları, yağma, ihaleye fesat karıştırma, zimmet, dolandırıcılık, tarihi eser kaçakçılığı, yasa dışı yardım toplama, kaynağı belli olmayan gelirlerle suç örgütünü finanse etme, devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye yönelik provokatif eylemler düzenlemekten’ yargılanmaları gerektiğine inanılmasından.

***

Bu ‘vatanseverler’ neler yapmışlar?

İddiaya göre şehit olan bir yüzbaşının eşine verilen yaklaşık 100 bin YTL’yi dolandırmak amacıyla çalışmışlar.

Başka?

‘Ev, işyeri ve oto kurşunladıkları, adam kaçırdıkları, işkence yaptıkları, tabancayla adam yaraladıkları, Mersin, Diyarbakır, Ordu ve Bilecik’te düzenlenen bayrak mitingleri ile şehit cenazelerinde toplulukları provokatif eyleme sürüklemeye çalıştıkları ve silah ticareti, Diyarbakır ilinde bir gazete muhabirinin tehdit edilmesi’ gibi 40 ayrı suçu işlemişler.

***

Ayrıca..

Gözaltına alınan 18 kişinin ev, işyeri ve arabalarında yapılan aramalarda...

1 el bombası...

5 tabanca...

4 av tüfeği...

3 kuru sıkı tabanca...

370 mermi...

274 av tüfeği mermisi...

1 çelik yelek...

3 kelepçe...

1 cop...

2 adet gaz maskesi, resmi kurumlara ait mühür ve soğuk damgalar, tarihi eser olduğu belirtilen iki kılıç, yağdanlık ve tablolar, çok sayıda çek, senet ve makbuz, Özel Kuvvetler Komutanlığı’na ait düzenlenmiş sahte kimlik, sahte askeri kimlikler, basın kartı ve polis kimliği ele geçirilmiş..

***

Emniyet Genel Müdürlüğü...

Operasyon kapsamında mahkemeye sevk edilen kişilerin bazı üst rütbeli askerlerle irtibatlı oldukları savıyla haklarında işlem yapılması için Genelkurmay Başkanlığı’na suç duyurusunda bulunacaklarını da ifade etmişler.

Biz, ‘aşırı milliyetçi’ parti milletvekillerinin baz morfin kaçakcılığından ömür boyu hapis giydiğini çok gördüğümüz için..

Hamasete abananların dolandırıcı çıktığına fazlasıyla şahit olduğumuz için...

Vatansever geçinip de ‘insandan’ söz etmeyenlerden hep kuşkulanırım.

Vatandaş sevmeyen vatansever olmaz çünkü.

Bu kuşkularımın geçerliliğini ispatlayan örnekler ne yazık ki son zamanlarda fazla çoğaldı.

Geçenlerde de söyledim ‘vatanseverlik’ kisvesi altında oluşan ‘suç ekonomisinin’ boyutlarını ıskalamamak lazım.

‘Vatanseverlik’ gibi kutsal bir değeri, suçları kamufle etmek için kullanabileceklerini çok uzun zaman önce keşfetti bunlar çünkü.

Star, 4.7.2007

Mehmet ALTAN

05.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004