Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Günlerin geçmesi

Günler çok mu çabuk geçiyor zamanın şeridinden, ona takılıp; haftalara, aylara hatta senelere dönüşüyor. Bir varmış bir yokmuş gibi saklambaç oynuyor. Ah anlayabilsek!.. Neden bu kadar hızlı geçtiğini? Anlamadığımız gibi, geçmesine de mâni olamıyoruz. Acizliğimiz günlerin geçmesinde, diz boyu. Önünde eğilmiş çaresizleri oynuyoruz.

Ne yapabiliriz ki, o kaçıyor biz kovalıyoruz; biz kaçıyoruz o kovalıyor. Birbirimizi yakaladığımızda saklambaç oyununa başvuruyoruz. Bazen de kör ebede bundan nasibini alıyor. Gören yakalıyor, tutan tutuyor; ama yine de kaçmanın alarmı çalmakta gecikmiyor. Zaten geçen geçecekse yakalamak hiçbir şeye yaramıyor.

Günlerin geçmesi esmer nâzlara giriftar ediyor. Mercan yüklü zamanların gölgesine düşüyor. Nâzların mukabilinde alacağı nedir? Pişmanlık; hem de gözü karası, bir yas olarak. Saniyeler koca asırlara dönüştüğünde, elde olanın sıfır olması; veda anlarına, bir cellâdın baltasını indiriyor. Öfke sadece içe bırakılmıyor: zamana ve geçmekte hiç acele etmeyen saniyelere. Artık sığınılacak ne var ki, burcu burcu kokan rûzigâr. Zemherin bir rüzgâr sanki, özge bezirgânda. Dargın ve bitkin bir bedenin isyana gelen söylemeleri; ne çare ki boşuna. Zamanın kıymeti anlaşılmayan, günler geçtiğinde de ve artık gelmeyeceğinin bilindiğinde, târumâr olmuştur. Zamana karşı süvâri kesilir mi? Ona karşı gelmek özünde saklı olanı geçme adına ne varsa, hepsini koysun önüne; durdurulabilir mi? Şüphesiz hayırlar dile gelecek; ama kalben olunmaması için umut edilecek. Dil sanki vecdeye gelmiş gibi, terennüm nidâlarında bulunacak. Muktedir olamadığında sadece temenniden ibaret kalacak. Zamanın yârenliği yoldaşlıktan çıkıp, düşman kesilecek. Her geçen saniye değerlendirilmedi mi: en kötü düşmandan daha düşman olur. Zelzelesi öyle sarsıntılı olur ki, altında kalmamak için, yapabileceğin her şeyi yaparsın. Kendini kurtarmak nasıl olunur bilinmez; imdadın yeri göğü inletir. Maksudun değildir belki, tembellikten dolayı yapılması gerekenler yapılmaz. Fiili olarak tembellik atıldığında gerçek maksada ulaşılır. İnci tanelerini toplamak belki zordur. Zoru başarmak: kolayı başarmaktan daha zevk verir. Umursanmazsa, tembellik baskın gelirse ve gereksiz meşgaleler hayatı alabildiğine kapsarsa, günler geçmekte; bir saniye bile geri durmayacaktır. Sayılı nefes bittiğinde ya da arefesinde o pişmanlık gelmekte nâz etmeyecektir. Hemen gelecek; ama son nefes yaklaştığında elde bir şey gelmeyecektir.

Ah günlerin saniyesini yakalamak!.. Tartıda, mizanda ölçmek. Mayasını keşfedip, özünde kendini bulabilmek. Okyanusun damlasında cevheri hissetmek; onda saklı olanı her daim hayatımızın yek paresi olarak görmek. Küçük şeylerden büyüklerin meydana gelmesi, damlaya damlaya göl olması misali; saniyelerden koca bir gün meydana gelmekte, daha da ileri gidip asırlara dönüşmekte. Küçüğün can damarından yakalandı mı, büyük gözümüzü korkutmayacaktır.

Ah günler! Bizi endişelendiriyor: bıçak sırtında bir hayata tabi tutuyorsun. Her an bıçağın batış hissi, nasıl dehşet veriyor. Birde, milim milim battığını hissetmek yani acıyı azar azar yaşamak; binlerce acıyı barındırıyor mahiyetinde. İniltiler artık ne duvara vuruyor, ne de gelip bize. İnilti; zamana vuruyor, onun acımasızca geçen saniyelerine. Acımasız tabiri belki tam yerinde olmadı; çünkü acımazlığa bir nevî zemin hazırlayan biziz. Sükut-u ateş olarak. Yanan ateşi söndürmek, onu tamamen kül olmaya mahkûm etmiyor. Küller sonunda kürek atıldı mı, ateşe dönüşür. Zamanın geçmesi bir ateştir. Ne kadar söndürmeye çalışsak ta, o yanmaya her zaman meyillidir.

Zamanın ipi; kopma endişesinin muammasında. Tenha bir vadide; içsel bir felâketin gününde. Esiri olmamak, canhıraş bir uğultuda kulakları kapamak; kızıllığa bürünen hazlarda. Lâlenin renginde, gülün nâzında, papatyanın beyazında, sarmaşığın dolambacında zaman. Hangi rengi verirsen, o rengin havasında. Sen ona bağlısın o sana değil. Sen dur desen de geçer. Gezgindir, seyran eder; seni de, beni de, onu da alıp gider. Çocukluktan gençliğe getirip, gençlikten ihtiyarlığın yolunu gösterir. İşte varacağın menzil. Zamanın acımasızlığı belki de ihtiyarlıkta daha çok tezâhür etmekte. Gençliği düşündürüp, ahlar oflar çektirir: “Ah! O gençlik elimde olsaydı, neler yapardım” denmekte. Ah gençlik! Sen en güzel nimet; ama çabuk kaybolup giden bir baharsın. Senden geçenler, ahu fizârda. Sende olanlar, kıymetini bilmemekte.

Fadime KAYA

07.07.2007


Kur'ân âşığına...

Kur’ân âşığı , nurlar aşığı,

Gönüller sultanı, Şahin Hocamız.

Bir an olsun hizmetten geri kalmadın,

Hep canı gönülden hizmete koştun.

Hayat kaynağı hep hafızlardı.

Kur’ân’a hizmeti şiar edindi.

Talebenin göz nuru Akhisar’ın süruru,

Ege’nin yorulmaz hizmet aşığı.

Kalbin rahat, kabrin pür nur,

Rahmet-i Rahman hep yoldaş olsun.

Âlimler, peygamber varisleridir.

Sizin gibiler ümmet rehberidir.

Yokluğunuz ruhlarda hüzün bıraktı.

Sizin yolunuz da hep ilerlemek,

Son nefese kadar hep sözüm ola.

Gurbet Hilal BAYBARA

07.07.2007


Filistin iç savaşı kime yarar?

Klâsik Ortadoğu coğrafyası, “emperyalist laikçi yapılanma ve Osmanlı Devleti’nin yerini dolduracak başka bir siyasî aktörün ikâme edilememesi” gibi çeşitli örtülü sebepler yanında; görünürde, İsrail-Filistin uyuşmazlığı sebebiyle “istikrarsızlık yarımadası” hüviyetini kazanmış bulunuyor. Madem görünürdeki istikrarsızlık unsuru olarak “İsrail-Filistin uyuşmazlığı” ileri sürülüyor; öyle ise, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) gibi postmodern ve neoliberal küresel projeler yokmuş varsayımından hareket edilerek, Ortadoğu’da istikrarın tesis edilebilmesi için “İsrail-Filistin barışı” yeter ve gerek şart olarak kabul edilmelidir. Aynı beklentiler varsayımı altında; İsrail’in huzura ulaşabilmesi ve klasik Ortadoğu’nun istikrarlı bir yapıya kavuşturulabilmesi için, “uyum ve uzlaşı temelinde” İsrail ve Filistin adlı iki eşit devletin taraflarca kabulü sağlanmalıdır.

İleri sürdüğümüz bu görüşün gerçekte dayanaksız ve göz boyama amaçlı propagandalardan esinlendiği gerçeğine rağmen, Ortadoğu sorununu İsrail-Filistin gerginliğine dayandırmak bile çözüm için önemli ve somut bir uğraş alanı sunmaktadır. O sebeple, burada Ortadoğu’da yaşanan diğer sorunların varlığını yadsıyarak doğrudan Filistin-İsrail sorunu üzerinde odaklanmayı denemekteyiz. Bu ciddî yoğunlaşma gayretimize rağmen, Filistin-İsrail gerilimi üzerinden Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyası’nın (GOC) geneline yönelik projelerin provasının etkisinden kurtulamıyoruz. Dolayısıyla, Filistin-İsrail hesaplaşmasına değinirken, GOC’nin tamamını ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesini (GOP) göz önünde bulundurmak zorunda kalıyoruz. Buradan hareketle, İsrail-ABD-AB mihverinin örtülü operasyonları sayesinde ikiye bölünen Filistin’in, görünenin ötesinde, gerçekte hangi amaçlara hizmet etmek üzere parçalandığı hususu epeyce zihnimizi yoruyor.

Yine de biz, öncelikle Filistin’de neler olduğu sorusu üzerinde yoğunlaşmak durumundayız. Bugün İsrail tarafı, ABD’nin de doğrudan desteğiyle Filistin Devleti’ni ikiye bölmüş bulunuyor. Dillendirilen fikirlerden en baskın olanına göre; ABD-AB-İsrail mihveri, “Hamas-El Fetih gerilim ve cepheleşmesini” bütün bu coğrafyadaki ülkelere yayma hesapları güdüyorlar. Bu açık gerçeği göz ardı ederek, “küçük hesaplar” peşinde koşan Mahmut Abbas ve Muhammed Dahlan ikilisi, kendilerince “İsrail mandası” üzerinden “tarihi haklarını” koruyacaklarını zannediyorlar. Benzer bir hatayı, “ters mantıkla” Hamas yöneticileri de yapmış bulunuyorlar.

Hâlbuki birkaç hafta içerisindeki sıcak gelişmelere bakılınca bile, hem ABD-İsrail güdümüne giren “El Fetih” ve hem de “başına buyruk” olduğunu zannına kapılan Hamas, ne olursa olsun törpülenerek daha da marjinalleşmeye ve Ortadoğu gerçeğinden belki de tamamen kopmaya mahkûmdurlar. Zaten ABD-AB-İsrail mihveri, yakın dönemde bu durumun bir benzerlerini, “Fethu’l İslâm-Hizbullah rekabeti” üzerinden Lübnan’da ve etnik ya da mezhep ölçeğinde de Irak’ın çeşitli bölgelerinde hızlı bir şekilde denenmek üzere olduklarının sinyallerini daha şimdiden vermiş bulunuyorlar. Ama bütün bu “neoemperyalist zorlamalara” rağmen, bölge insanının değerleri ve şahsiyetli Müslüman kimliği bu tarz “yamanma ve yavrulanmalara” sempati beslemeye pek müsait değildir.

Bu durumun farkında olmalarına rağmen; üçlü mihver, “duygu, his, heves, hesap, nefret, önyargı ve kininin esiri” oldukları için, “İsrail’in geleceğini tehlike altına atma pahasına” Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyası’nda yüzlerce “kent devleti” oluşturma projelerine Filistin toprakları üzerinde start vermiş bulunuyorlar. Gerçekten İsrail’in tatminsizliği ve neredeyse bütün klâsik Ortadoğu coğrafyasındaki devletleri “küçük devletçiklere parçalayarak” kontrolü altına alma hayali sebebiyle, bu kutsal coğrafya bir türlü “barışın yumuşak ve sıcak yüzüyle müşerref” olamıyor. Kuşkusuz, bu ümitsiz ve üzücü süreçte “kılavuz proje” ise bilindiği gibi BOP ya da GOP’tur.

Ne yazık ki, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) denen neoemperyalist projenin değişik versiyonları açık dille seslendirilebiliyorsa bunun başlıca sebebi “halktan kopuk ve Batılılara bağımlı” Arap Devletlerinin yöneticileridir. Dolayısıyla bugün Filistin, Lübnan, Sudan, Irak ve Yemen gibi devletlerde başlatılmış olan “parçalara ayırma süreci” ve sırasıyla bütün Büyük Ortadoğu Coğrafyasına yaygınlaştırılma hedefi güdülen “ufalama ve uydulaştırma” hesaplarının başlıca sorumlusu da yine aynı “halktan kopuk” Arap Hükümetleridir. Meselâ, toprakları işgal altında bulunan Filistinli grupların, “asıl düşmanlarını” unutup kendi aralarında “küçük hesaplar” uğruna boğazlaşmalarına bütün Arapların seyirci kalmasını gerçekte “Arap devletlerinin ve hatta Arap Ligi’nin” dışa bağımlı ve güdümlü yapıya sahip olmalarından başka neyle izah edebiliriz ki?

Ortadoğu’daki Müslüman halklar bir tarafa bırakılırsa; işte, böyle müsait ortamdan cesaretle, durumu tamamen kontrol altına alma içgüdüsüyle hareket eden İsrail ve ABD, bölgeyle ilgili projelerine hayatiyet kazandırabilmek adına, hem bölge ülkeleriyle oynuyorlar ve hem de herkesle alay edercesine projelerinin farklı versiyonlarını deneyerek en uygun olanı netleştirmeye çalışıyorlar. Bölgede bunca oyunlar oynanır ve şaşırtıcı umursamazlıklar yaşanırken; hızla palazlanarak Batı’ya kafa tutacak konuma gelmek üzere olan Rusya ve Çin’den hiçbir ciddî tepki gelmemektedir. Bunda, bölgedeki “örgütlü kesimlerin zayıflığı” ile ekonomik yapıların kontrolden çıkmış olmasının çok büyük etkisi vardır.

Öte yandan, bölgede yaşanan bunca hukuk dışılığa, acımasızlığa, gözyaşına ve aymazlığa karşın; bölge ülkelerinden hiçbirisi ve bütün İslâm dünyası hiçe sayılarak, Filistin iç kargaşası başta olmak üzere, bütün bu coğrafyanın endişe verici geleceğini belirlemekle ilgili olarak BM-AB-ABD-Rusya’dan müteşekkil “dört büyük aktör” belirlenmiş bulunuyor.

Yani dünyaya deniyor ki; bu coğrafyayla ilgili her şeye ABD, AB ve Rusya ile birlikte, dünyanın geriye kalanını temsilen de Birleşmiş Milletler (BM) “ortaklaşa” karar verecekler. Ancak, Rusya’nın buradaki konumu geçici ve oyalama taktiğinden başka bir şey değildir. Tabiî ki, bu dörtlünün lideri de ABD olduğu için; ABD Başkanı Bush’un isteği doğrultusunda, “sürecin arabulucu hakemi” olarak da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’i tayin ediyorlar.

Dr. Sıddık ARSLAN

AB-Uluslar arası İlişkiler Uzmanı

e Siyaset Bilimi Doktoru

07.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004