Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Sen onlara aldırma ve "Selâmetle" deyiver. Onlar âkıbetlerini yakında bileceklerdir.

Zuhruf Sûresi: 89

07.07.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Bir kötülük yaptığında arkasından hemen bir iyilik yap.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 246

07.07.2007


İnsanlığın saadeti, iktisat ve çalışmaktadır

İkinci sual: Sen eskiden şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır medeniyet-i hâzıradan “mim’siz” diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?

Elcevap: Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa’y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi. Semavî Kur’ân’ın kanun-u esasîsi, “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm Sûresi, 53:39.) “Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” (A’râf Sûresi, 7:31.) ferman-ı esasîsiyle, “beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir” diye Risâle-i Nur bu esası izaha binaen, kısa bir iki nükte söyleyeceğim:

Birincisi: Bedevîlikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hâcâtını tedarik etmeyen, on adette ancak ikisiydi. Şimdiki garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, su-i istimâlât ve israfat ve hevesatı tehyiç ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek, bu medeniyet-i hâzıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Biçare avâm ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur’ân’ın kanun-u esasîsi olan “vücub-u zekât, hurmet-i riba” vasıtasıyla avâmın havassa karşı itaatini ve havassın avâma karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü zeber etti. Emirdağ Lâhikası, s. 334

Lügatçe:

aşâir: Aşiretler.

terakkiyat: İlerlemeler, gelişmeler.

medeniyet-i hâzıra: Şimdiki medeniyet, hazır medeniyet.

hayat-ı içtimaiye: Toplumsal hayat.

Medeniyet-i hâzıra-i garbiye: Şimdiki Batı medeniyeti.

kanun-u esasî: Temel kanun.

seyyiat: Kötülükler, günahlar.

hasenat: İyilikler, sevaplar.

râcih: Üstün gelme.

maksud-u hakikî: Hakiki kastedilen.

istirahat-i umumiye: Genel istirahat.

saadet-i hayat-ı dünyeviye: Dünya hayatının mutluluğu.

sa’y: Çalışma, gayret.

hâcât: İhtiyaçlar.

garp: Batı.

medeniyet-i zâlime-i hâzıra: Şimdiki zalim medeniyet.

hevesat: Hevesler.

tehyiç: Heyecana getirme.

havâic-i gayr-ı zaruriye: Zaruri olmayan ihtiyaçlar.

mübareze: Çekişme, kavga.

vücub-u zekât: Zekâtın farz olması.

hurmet-i riba: Faizin haram olması.

avâm: Sıradan biri, fakir halk tabakası.

havas: Marifet ve yaşayışça üstün olan, üst tabaka.

zîr ü zeber: Paramparça. Alt üst, karma karışık, darma dağınık.

07.07.2007


ESMA-İ HÜSNA

Murdî

Allah (c.c.), Murdî’dir. Yani mahlûkatını hayatlarının her döneminde râzı edendir. Cenâb-ı Allah kullarına sağlık, sıhhat, âfiyet, selâmet, huzur, esenlik ve kanaat verir. İyiliklerine karşılık en az bire on sevap lûtfeder, bol feyiz ve fazîlet ihsân eder ve kullarını her hal ve şartta hoşnut kılar. Cenâb-ı Hak itaatkâr kullarından râzı olduğunu ve razı olduğu kullarını ebedî hayatta sonsuz ikramlarla hoşnut kılacağını vaat etmiştir.

Murdî ismi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Cevşenü’l-Kebîr’de yer alan isimlerdendir.1

Cenâb-ı Hak salih kullarına şöyle seslenir: “Ey nefs-i mutmainne! Hoşnut olmuş ve kendisinden hoşnut olunmuş olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına gir. Cennetime gir.”2

Cenâb-ı Hakkın her şeyi hayat sahiplerinin imdâdına koşturduğunu kaydeden Bedîüzzaman, güneş, ay, gece, gündüz, kış, yaz gibi âlemin devri ve bitkilerin, muhtaç ve aç hayvanların imdadına gelmelerinde; hayvanların şerefli, ama zayıf insanların imdadına koşmalarında; gıda maddelerinin, latîf ve nazik yavruların ve meyvelerin imdâdına uçmalarında; yiyecek ve gıda zerrelerinin beden hücrelerinin imdâdına yürümelerinde büyük bir yardımlaşma kanununun câri olduğunu, Cenâb-ı Hakkın, kullarını hoşnut kılarak kendini sevdirmek ve tanıttırmak için, her mevsimde âleme şefkat ve lütuf gösteren bir umûmî erzak sofrası dizdiğini ve bütün canlılara her an ikramda bulunduğunu beyan eder.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, bütün hayat sahipleri hayatlarında, varlıklarında ve hayatlarının devam ve bekalarında sayısız isteklere sahiptirler. Canlıların maddî ve mânevî erzak istek ve ihtiyaçları ummadıkları yerlerden tam bir intizamla münasip vakitlerde verilmektedir. Cenâb-ı Hakkın mutlak cemâli ve rahmeti bütün mahlûkatı cilveleriyle süslendirerek sevindirmiş ve kendisinden râzı etmiştir.

Âdî midenin hal diliyle yaşamak duâsını kabul ederek nihâyetsiz mu’cizâtlı maddî gıdalar ve yemeklerle onu minnettar ve râzı eden Cenâb-ı Hakkın, kâinatın en ehemmiyetli neticesi, arzın halîfesi, Hâlıkın en güzîde mahlûku ve kulu olan insanın, yüksek insaniyet duygularıyla dâima arzu ettiği, ünsiyet ettiği ve fıtraten istediği cismânî lezzetlerin dâr-ı bekada verilmesi ile ilgili hadsiz umumî duâlarını da kabul buyurması şânındandır. İnsanın beka talebini içeren duâlarına haşr-i cismânî ile fiilen cevap vermesi, insanı ebediyen minnettar ve razı etmesi ve hoşnut kılması Cenâb-ı Hakkın rahmetinin lâzımıdır. “Orada nefislerin iştihâ duyacakları ve gözlerin zevk alacağı her şey vardır. Siz orada ebedîsiniz” (Zuhruf Sûresi: 71) âyeti buna delil teşkil etmektedir.

Bedîüzzaman’a göre, Cenâb-ı Hakkın her bir ism-i şerifi, karanlık ve yalnızlık dehşetini yaşayan her mahlûkun her an imdadına yetişmekte, her insanın bütün duygularına huzur vermekte; bütün âlemlerini aydınlatmaktadır.

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2:256

2- Fecr Sûresi: 27-30

07.07.2007


Çamdağı’nda inşirah geceleri -2

–Dünden devam–

“Medeniyet adı altında nefsin özgürlüğünden usandık o kalabalık şehirde. Burada nefisleri zincire vuracağız. Kalp özgür, vicdan hür olacak. Vicdanın hakikati haykırmasını duyabileceğiz burada. Toplumdan kaçmak çare değil elbette. Ama inanıyorum bu programdan sonra başımız dik duracak. Emin atacağız adımlarımızı. İnsan ekseninden başlayarak yorumlayacağız hayatı. İman eksenini ve Risâle-i Nur’u anladıktan sonra kendimizi kaybetmeyeceğiz kalabalık topluluklarda. Sürüleşmeyeceğiz. Levent Bilgi Ağabeyimiz ne diyor kitabında: ‘Her risâle, sürüden ayrılışın bir çığlığı. Bediüzzaman’ın Risâleleri sürüleşmeye karşı bilinçli bir duruştur.’”

Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti:

“Bu arada İhsan’a üzücü bir haber. Çeşmeyi açınca su akmayacak musluktan. Seyda’nın çeşmesinden su getirmek zorundayız. Tepe, çeşme ve ova arasında mekik dokuyacağız.”

İhsan meraklı bir şekilde söylendi. “Biliyorsunuz bizim mesleğimizde nefsi öldürmek yok, nefsi ıslâh var. Böyle giderse yanlışlıkla nefsi öldürebiliriz, bundan endişeliyim...”

“Hiç sanmıyorum” dedi Alptekin.. “Senin nefsin ölecek olsaydı sıcak yaz günlerinde oruç tuttuğun zaman ölürdü. Ama iftarda vaziyeti kurtarıyordun...”

“Neyse! Şartlar zor olacak burada, ama sabretmeliyiz” diye araya girdi Server.

İhsan’ın yüzündeki tebessüm gitmişti, ellerini havaya kaldırdı ve kararlı bir edayla “Zora razı olduğumuz için buradayız. Ayışığı altında Risâle-i Nurları okuyacağımız ve çayları yudumlayacağımız geceleri heyecanla bekliyorum.”

Ilgıt ılgıt esen rüzgâr hepsinin başlarını okşadı. Kuş sesleri, yeşilliğin rahatlatan saltanatı ve her tarafta fıtrîlik...

“Çamdağı böyle arkadaşlar. Geceleri biraz serin olabilir. Zorluklar musikinin nağmeleri olacak burada. Her şey bir başka olacak. Biliyorsunuz özrümüz kalmadı artık. Kendimizi yenileyip ebediyet yolunda o yola yakışan şevkle koşmalıyız.”

“Yani ‘Eğer şu âlemin nizamlarını bilmezsek, padişahını tanımazsak cezaya müstehak oluruz! Özrümüz kalmadı! Zira on beş gün, güya bize mühlet verilmiş gibi ilişmiyorlar. Elbette biz başıboş değiliz..’ diyen Seyda’ya ‘Belî Üstadım’ mı diyeceğiz?” diye sordu İhsan.

“Aynen öyle, Belî Seyda.”

“Sadakte Üstadım!”

Bu ahit, onlara can vermiş olmalı ki kalktılar. “Hızlı olalım” dedi Server, “Geceye kalmadan çadırı kurmalı.”

Eşyaları alıp tepeye çıktılar. Tepeye varınca Alptekin ile İhsan katranı ve meşhur çam ağacını aramaya başladılar. “Boşuna bakınmayın” dedi Server. “Işıktan hoşlanmayanlar ve Seyda’nın hatıralarına tahammül edemeyenler onu kestiler.”

“Ne esef verici! Güneşi balçıkla sıvamaya kalkmak kadar ahmakane bir iş bu!”

“Öyle, ama ümitvâr olmalıyız. O ağaçların yerinde şimdi yeni filizler çatladı.”

“Nerede onlar!”

“Dünyanın her yerinde. Risâle-i Nurları okuyup imanlarını kurtaran herkes...”

Çadır kurma işi bittikten sonra hızla çeşmeye koştular. Abdestlerini tazelediler, bidonlara su doldurdular. Güneşin gurûb etme zamanı gelmişti. Yemyeşil düzlüğe seccadeleri serdiler, kâinat mescidince mevcudatla birlikte ibadet etmenin feyzi sardı herkesi. Gurûb edenlerden, batanlardan yüz çevirmek. İbrahimvârî “Batıp gidenleri Sevmem” demek... Çamdağı’nın manevî havası şimdiden hâkim olmuştu herkesin kalbine...

***

Gece... Sessizliğin her tarafa hâkim olduğu hafif rüzgârlı bir gece. Kulluğunu arttırmaya gelen gençlerin alacağı önemli kararların olduğu gece...

“Allah’ın, Çamdağı’nda nimet olarak sadece ekmek verdiğini düşünürdüm şimdiye kadar” dedi İhsan.

“Evet doğrudur” dedi Alptekin, “Herkes ilgi alanına göre düşünür..”

İhsan, Alptekin’e aldırış etmeden devam etti:

“Ama akşam namazından sonra anladım ki, Çamdağı’nın kendisi başlı başına bir nimet. Burada bulunmak, Rabb-i Rahim’le irtibatlı olmak, mevcudatla birlikte kulluk vazifelerini yerine getirmek nimetlerin en güzeli imiş.”

–Devam edecek

Zübeyir ERGENEKON

07.07.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Şeytan hizmetçi kılığına girmiş ve yirmi sene Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri’nin yanına gidip gelmişti. Bir türlü gönlüne vesvese vermeye, ona isteklerini yaptırmaya muvaffak olamamıştı.

İyice çaresiz kaldığı bir gün durumu ona bildirmeye karar verdi:

“Ey Üstad! Yoksa siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?” dedi.

Hazreti Cüneyd:

“Sen lânetli İblissin. Geldiğin andan beri seni tanıyorum.” dedi.

Şeytan şaşkınlığını yenemedi. Dedi ki:

“Ey Sultanü’l Muhakkikin! Sizin kadar yüksek dereceye ulaşan başka bir büyük zat tanımıyorum. Yirmi senedir size hiçbir isteğimi yaptırmayı başaramadım.”

Hazreti Cüneyd bu defa kızdı:

“Defol mel’un!” dedi. “Şimdi de beni kendini beğenme hastalığına düşürerek mi mahvetmek istiyorsun! Yirmi senede yapamadığını yirmi saniyede mi yapacaksın? Defol karşımdan!”

Şeytan bir daha gözükmedi.

Süleyman KÖSMENE

07.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004