Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Ekim 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Biz de onu yumuşak huylu bir evlâtla müjdeledik.

Sâffât Sûresi: 101

23.10.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Birinizin saçı varsa bakımını iyi yapsın.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 450

23.10.2007


Terörün yegâne çaresi, İslâm hakikatleridir

Beşeriyeti dehşetli sadmelere uğratan, tehdit eden, anarşiliğin, ifsat ve tahribin, yegâne çaresi ancak ve ancak İlâhî, semâvî bir dinin ezelî ve ebedî hakikatleridir, hakikat-i İslâmiyettir. Risâle-i Nur, hakikat-i İslâmiye ve Kur’âniyeyi müspet ve müdellel bir şekilde insanlığın nazar-ı tahkikine arz ve ifade etmektedir. Barla Lâhikası, s. 9

***

Hem ehl-i siyasete hiç münasebetimiz olmadığı halde, kat’î bilsinler ki, bu memlekette, bu asırda, milleti anarşilikten, tereddî ve tedennî-i mutlakadan kurtaracak yegâne çaresi, Risâle-i Nur’un esâsâtıdır.

Kastamonu Lâhikası, s. 99

***

Hem hükümet, bu millet ve vatanın hayat-ı dünyeviyesine ve siyâsiyesine ve uhreviyesine pekçok faydası bulunan bu Kur’ân lemeâtlarına ve Kur’ân dellâlı olan Risâle-i Nur’a, değil ilişmek, belki tamamıyla terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara keffâret ve gelecek şiddetli belâlara ve anarşîliğe karşı bir set olabilsin.

Sözler, s. 141

***

..anarşistliğin emniyet-i umumiyeyi bozmaya dehşetli çalışmasına karşı, Risale-i Nur ve şakirtleri, iman-ı tahkikî kuvvetiyle bu vatanın her tarafında o müthiş ifsadı durduruyor ve kırıyor, emniyeti ve âsâyişi temine çalışıyor.

Lem’alar, s. 260

***

Risâle-i Nur, beşeri anarşistlikten kurtarmaya bir derece vesile olduğu gibi, İslâmın iki kahraman kardeşi olan Türk ve Arabı birleştirmeye, bu Kur’ân’ın kanun-u esasîlerini neşretmeye vesile olduğunu düşmanlar da tasdik ediyorlar.

Emirdağ Lâhikası, s. 458

Lügatçe:

sadme: Darbe, yıkıcı müdahaleler.

hakikat-i İslâmiye ve Kur’âniye: Kur’ân ve İslâm hakikati.

müdellel: Delilli, ispatlı.

nazar-ı tahkik: Araştırıcı, tahkik edici bakış.

tereddî ve tedennî-i mutlaka: Mutlak bir alçalma ve gerileme.

hayat-ı dünyeviye ve siyâsiye ve uhreviye: Ahiret, siyaset ve dünya hayatı.

lemeât: Lemalar, parıltılar.

dellâl: İlan edici.

terviç: Revaç verme, değerini arttırma.

iman-ı tahkikî: İnandığı şeylerin aslını, esasını bilerek inanma.

kanun-u esasî: Ana prensipler, ana esaslar, ana kanun.

23.10.2007


Kâinatı okuyorum

“Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten

daha hayırlıdır.” (Hadis-i Şerif)

Sabahın erken vakitleriydi. Güneş zulmete ışığını yakmıştı. Kimileri bu zamanı, ‘sabahın körü’ diye nitelendirirken ben her şeye rağmen sabahın nurunu izliyorum. Karanlığı aydınlığa çeviren nuru...

Güneşin göz kamaştıran nuruna dalarken, etrafımdaki kuşlar, hayretengiz bir edayla zikre koyuluyordu. Lisanlarının “Allah” lâfzını haykırdıklarını hissedebiliyordum, zahiren anlayamasam da...

Ruhumun pencerelerinden zâkirleri aramaya koyuldum. Kimileri bir asmanın önünde çarptı gözüme... Kimileri de bir ceviz ağacının doruğunda...

Tesbih edişlerine hayran kaldım desem yalan olmaz. En önemlisi de bunu içtenlikle yapmalarıydı.

“Keşke onlar kadar içten yapabilsem!” diye geçiyorum içimden. Belki lisânım tesbihini, tekbirini, hamdini yapıyordu zahiren ama ya kalbim ne diyordu bu konuya? İç muhasebemin çok karmaşık ve çetin yollardan geçeceğini düşünerek, gözümü tekrar ufuklara kaldırıyorum.

Biraz önce dağların arkasına saklanmış olan güneş, semaya doğru yükselmeye başlamış. Geceye hâkim olan karanlık, nurun okşamasına dayanamamış anlaşılan... Bu hengâmede gözümü kuşların olduğu ağaca çeviriyorum. Kuşların yerinde olmadığını görünce ağacı okumayı unuttuğumu fark ediyorum. Aslında okumayı unuttuğumuz ya da atladığımız o kadar çok şey vardı ki kâinatta.

Hani bir inci olan sözde buyuruyordu ya Üstad “..bütün mevcudâtın lisan-ı haliyle vird-i zebanıdır” diye Bismillah için... İşte ağacın o sarsılmaz dik duruşu, kıyam halini uyandırdı zihnimde. Gözümü asmaya çevirdiğimde, rükûya eğilmiş bekliyordu. Geriye secde kalmıştı diye düşünmeye başladım. Hızlıca önümdeki bahçeyi tarayarak secde halini almış birçok bitki buldum. Önümdeki bahçede namaza duranları görünce, 9. Söz’deki cümle takıldı aklıma: “Namaz dahi bütün ibâdâtın envâını şamil bir fihriste-i nuriyedir.”

Nurânî bir fihristenin küçük bir örneğini daha bulabilmenin sevinci düştü üzerime... Tefekkür mesleğini az da olsa icra edebilmenin saadeti...

Kâinatı okuyup-yorumlamaya devam ediyorum “kırmızı, yaldızlı kitaplarımla”. Karşımda sıra sıra dizilmiş dağları, etrafımdaki bitkileri, çiçekleri okurken, akan suyun şarıltısına da kulak veriyorum kendimce...

Kâinatı okuyorum sessizce...

Okumak ve yorumlayabilmek duâsıyla...

[email protected]

Furkan DEMİR

23.10.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Peygamber Efendimizin (asm) yirmi yaşlarında üyesi bulunduğu etkili bir sivil toplum örgütü olan Hılfu’l-Fudûl’ün amacı, Mekke’de zulüm ve haksızlığa uğramış kimselere yardımcı olmak, mazlûmun hakkını alıncaya kadar zalimle mücadele etmekti.

Bir gün, Has’am kabilesinden bir adam, yanına kızını da alarak Mekke’ye gelmişti.

Mekke eşrafından Nübeyh b. Haccac adamın güzel kızını görünce, zorla çekip kaçırdı.

Baba çaresiz caddenin ortasında bir başına kalakaldı. Etrafına bakındı. Hiç kimse kendisine yardım etmiyordu. Çaresizce adamın peşinden koşmaya, koşarken de avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı:

“Bu ne edepsizlik! Bu ne yüzsüzlük! Bu ne arsızlık! Bu ne vurdumduymazlık!”

“Bu adama karşı bana yardım edecek kimse yok mu?” Adama:

“Git de derdini Hılfu’l-Fudûl’a anlat, Hılfu’l-Fudul sana yardım eder” dediler.

Adam geri döndü, Kâbe çevresine geldi ve:

“Ey Hılfü’l-Fudûl mensupları! Yetişin imdadıma!” diye feryat etti.

Hılfü’l-Fudûl üyeleri kılıçlarını sıyırmış oldukları halde, sokaklardan, evlerden, koşarak geldiler.

“Anlat derdini ahbap!” dediler.

Adam: “Nübeyh bana zulmetti, kızımı elimden zorla kaçırdı” dedi. Hılfü’l-Fudûl üyeleri derhal adamla birlikte Nübeyh’in evine gidip, kapısına dayandılar.

Nübeyh dışarı çıkınca ona çıkıştılar:

“Yazıklar olsun sana! Sen utanmaz mısın? Arlanmaz mısın? Adamın kızını kaçırmışsın; doğru mu? Bilirsin ki, biz haksızlıkları önlemek için and içmişiz!”

Nübeyh ciddiyetsizce:

“Doğru… Ne olacak?” diye diklendi.

Hılfu’l-Fudûl üyeleri kılıçlarını kınından hızla çıkarıp Nübeyh’in karşısına geçtiler:

“Adamın kızını derhal teslim et! Yoksa kelleni yerde bile bulamazsın!” dediler.

Nübeyh işin ciddi olduğunu anlayınca:

“Baş üstüne” dedi, içeri girdi. Ardından dışarı çıktı ve:

“Tamam, teslim edeyim. Fakat bu gece benim yanımda kalsın!” diye yalvardı.

Hılfu’l-Fudûl üyeleri:

“Hayır! Olmaz! Vallahi bir an bile müsaade etmeyiz!” dediler. Çaresiz kalan Nübeyh, kızı getirip teslim etti.

Süleyman KÖSMENE

23.10.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri