Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

O küçük Tevhide’ye nasıl kıydınız?

Kozan İmam Hatip Lisesi 11. sınıf öğrencisi Tevhide Kütük, öğretmenler günü nedeniyle düzenlenen kompozisyon yarışmasında birinci oluyor. Törende ödülünü almak üzere sahneye çıktığında kaymakam ve garnizon komutanı talimat veriyor: ‘İndirin onu.’

Suçu neydi?

Dağlıca baskınını mı gerçekleştirdi?

Gabar’da askerlerimize pusu mu kurdu?

Yeni terhis olmuş 33 askerimizi Bingöl’de otobüsten indiren o muydu?

‘Ben Tümgeneral Yılmaz’ deyip komutandan istihbarat mı zarfladı?

Hayır...

Başörtülüymüş. Sahneden inerken gözyaşlarına boğuluyor küçük Tevhide: ‘İniyorum ama neden?’ Cevap arıyor, bu anlamsızlığa. Aldığı cevap karşısında büsbütün yıkılıyor: ‘Senin kılık kıyafetin uygun değil.’

Göz yaşları sel olup akıyor.

Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan devreye giriyor: ‘Yapmayın, sırası değil. Gerekirse soruşturma açarız.’

Dinleyen yok.

Biliyorum, bu sahnelere aşina gözlerimiz. Sırf eşi baş örtülü diye cumhurbaşkanının önünde köşe kapmaca oynayan paşalara bile tanık olmadık mı, yakın tarihte?

Bu komedi daha ne kadar sürecek, bilmiyorum. Ama artık birilerinin kafasına ‘dank’ etmeli. Çünkü; Ötekileştirici, ayrıştırıcı, farklılaştırıcı, itici, kırıcı ve çatıştırıcı yaklaşımlar, toplumun birleşme yerlerini kanatıyor.

Kanama devam ettikçe, buna en çok sevinenler kuşkunuz olmasın Türkiye’nin kaosa sürüklenmesi ve parçalanmasını isteyenlerdir.

Geçenlerde Dağlıca yazılarım üzerine arayan bir emekli subay anlattı: ‘5 yıl Doğu’da görev yaptım. Bir gün elimize bir bildiri geçti. T.C komutanlarına diye başlıyordu. PKK, oturmuş subaylara hitaben bir bildiri hazırlamış.’

‘Nasıl yani?’ diye sordum.

İbret vericiydi: ‘Subaylara şöyle sesleniyorlardı: Sizin ne kadar zor şartlarda çalıştığınızı biliyoruz. Başörtüsü yüzünden çoğunuz dışlanıyorsunuz. Eğer bize katılırsanız kesinlikle başörtüsü sorun olmayacaktır. Çok özgür çalışırsınız.’

Düşünebiliyor musunuz? Bebek katilleri, Türk subayına ‘Gel bize katıl, bizde başörtüsü sorunu yok’ diyebilecek kadar cüretkar davranabiliyor.

Öfkem büyük ama ne çare. Önemli olan, bundan ders çıkarmasını bilmektir.

Merak edenler için eklemeliyim, bildirinin örneği emekli subayın arşivindeymiş. Tahminim odur, Genelkurmay’ın arşivinde de vardır.

Ayrıca, yorum yapanlara kolaylık olsun. Birinci kuşak akrabalarımda ve etrafımda türbanlı bir kişi bile yok. Hani, bazıları türbana tepki gösterirken ‘ Benim annem de başörtülüdür...’ diye söze başlar ya, o misal...

Temel hak ve özgürlük alanları genişletip ortak paydada buluşabilirsek, inanıyorum ki, doğacak sinerjinin önünde kimse duramaz. 84. yılını geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti’ni kimse yıkamaz, kimse öyle numara falan da veremez.

Yeter ki, ‘Benim cumhuriyetim’ değil, ‘Bizim cumhuriyetimiz’ diyebilelim...

Star, 27.11.2007

Şamil TAYYAR

28.11.2007


 

Askerî yaklaşım tekliyor

İki tipik olay: Birisi Kozan’da yaşanıyor, diğeri Tunceli’de... Türkiye’nin iki sancılı alanında askeri yaklaşımın nasıl bir sorun haline dönüştüğünü sergiliyor. Kozan’daki yeni.

Öğretmenler Günü dolayısıyla düzenlenen kompozisyon yarışmasında İHL öğrencisi Tevhide Kütük birinci oluyor. Bir ödül töreni düzenleniyor. Genç kız ödül alacak. Kürsüye davet ediliyor. Bu sırada törene katılan garnizon komutanı “çıkarın bu kızı dışarı” diye sesleniyor. Bir kargaşa oluyor, tartışmalar arasında kız öğrenci gözyaşları içinde dışarı çıkarılıyor. Bu arada salon boşalıyor. İçeride sadece garnizon komutanı, kaymakam ve birkaç protokol kalıyor.

Garnizon komutanının tepkisi, kız öğrencinin başörtülü olmasına... Halkın tepkisi de garnizon komutanının başörtüsü konusundaki tavrına...

İkinci olayı, CHP Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya, Taraf’tan Neşe Düzel’e anlatıyor. Geçen sene temmuz ayı. Tunceli’de, Garnizon’da mayına basıp şehit olan iki polis için tören düzenleniyor.

Törene DTP’li Tunceli Belediye Başkanı Songül Abdil Erol da katılmış. Yüzbaşı Belediye Başkanı’nın kolundan tutup çekiyor, protokolden çıkarmak istiyor. Belediye Başkanı da “Niye çıkayım” diye itiraz ediyor. Bu arada Sinan Yerlikaya olaya “Niye çıkarıyorsunuz?” diye müdahale ediyor.

Yüzbaşı, “-Emir aldım” diyor.

“-Kimden?” “

-Paşadan” Yerlikaya, Paşa’ya gidiyor ve,

“-Siz PKK’nın ekmeğine yağ mı sürüyorsunuz, diyor. Onu buradan çıkardığınızda sanıyor musunuz ki biz burada kalacağız. Biz de çıkacağız.” Yerlikaya’ya göre “bir facia” böyle önleniyor.

Kozan’daki “facia” önlenemiyor ve askerin kendine göre duyarlılığı halkın duyarlılığı ile tam karşıt cephelere düşüyor. Askere ait bu iki tavır, Türkiye’nin iki sancılı alanında ortaya çıkıyor. Etnik alan, dini alan....

Asker her iki alanda, halkın genel eğilimi ile karşı karşıya geliyor. Askeri tavrı anlamak mümkün. Birinde “Türkiye’nin bütünlük davası”nı savunduğunu düşünüyor olmalı, diğerinde “laiklik” davasını...

Ama birinde CHP milletvekili Yerlikaya’nın ifadesiyle “PKK’nın ekmeğine yağ sürme” riski ortaya çıkıyor, diğerinde ise, halkın askere ve devlet tavrına karşı soğuması tehlikesini doğuruyor. Daha yeni, üst komutanlar “Kürt sorunu” konusunda özeleştiri yaptılar. Olayın sosyal boyutunu göremediklerini, kendilerine bu konuda öğretilenlerin doğru olmadığını söylediler. Bu, hadisenin bu kadar kangren hale gelmesindeki “asker yaklaşımı”nın itirafı idi. Henüz, İslam’la ilgili alanda bir itiraf ortaya çıkmış değil. Ama açıkça söylemek isterim, bir gün o da çıkacak. Özellikle şu başörtüsü konusundaki yasakçı tavrın arkasında oluşan asker varmış gibi bir izlenim, toplumun duygularını paramparça ediyor.

Evet, toplum, üniversitelerdeki başörtüsü yasağının arkasında bile askerin bulunduğunu düşünüyor. Halk “Asker yasağı desteklemese, üniversitelerde bunca katı tutum sürdürülemez” kanaatinde. 28 Şubat süreci ile katı biçimde başlayan başörtüsü yasağı hâlâ sürüyor. İktidar, bu yasağa karşı. İktidar halktan yüzde 47 oy aldı. Meclis’teki partilerin CHP dışındaki tamamı başörtüsü yasağına karşı. Ama yasak kalkmıyor. Sebep “kurumlar arası mutabakat olmaması...”

Halk bu sözü “asker yasağın kalkmasına karşı” diye okuyor. O zaman “Halk şunu istiyor, asker karşı çıkıyor” tablosu oluşuyor. Yazımı şöyle bitirmek istiyorum: Allah’tan reva mı? Halkla orduyu karşı karşıya getiren davranışlara, isterse genelkurmay başkanı olsun, kimin hakkı olabilir? Sonra, büyük kitleler önünde bu tür davranışlar ne kadar akıllıcadır?

Bugün, 27.11.2007

Ahmet TAŞGETİREN

28.11.2007


 

Ann(e)-polis ve barış!

11 Eylül’ü bahane ederek üç Müslüman ülkeyi (Afganistan, Irak ve Somali) işgal eden, İsrail’i Lübnan’a saldırtan ve Suriye’ye sataştıran ABD şimdi de bölge ve dünya ülkelerini Annapolis’te bir araya getirerek barıştan söz etmektedir.

ABD’nin sözünü ettiği barış tüm bölgeyi değil yalnızca İsrail ve Filistinlileri kapsamaktadır.

Oysa; İsrail devletini Filistin toprağı üzerinde 1947’de kurduran ve bölgemizde o tarihten bu yana yaşanan TÜM savaş ve sorunların müsebbibi ABD’nin kendisidir.

Yani hem kanseri birine bulaştıracaksınız ve bu kanserin vücudunun her tarafına yayılması için elinizden gelen her şeyi yapacaksınız sonra da hastaya ‘gel bakalım seni nasıl kurtarız’ diyeceksiniz.

Lütfen ciddi ve mantıklı olalım.

Barış ABD, İsrail ve Batı’nın umrunda değil. Öyle olsaydı her şey çok kolay çözülürdü.

Osmanlı’nın bölgeden çekilmesi ile İngiltere 1917’de Filistin halkının toprağını Yahudilere vereceğini açıkladı. Filistin’deki Yahudilerin sayısı o sırada yaklaşık 15 bin civarındaydı.

30 yıl süren İngiliz işgali döneminde Yahudilerin sayısı Avrupa ve ABD’den gelen göçlerle 600 bine ulaştı.1947’de BM’deki gücünü kullanan ABD, Filistin’in yarısını Yahudilere vererek burada İsrail devletini kurdurdu.

Bu İsrail devleti 1967’de geri kalan Filistin topraklarını (Batı Şeria ve Gazze) ile Suriye’nin Golan, Mısır’ın Sina ve Lübnan Şebaa bölgelerini işgal etti.

Şimdi herkese çok basit olan bir soruyu soruyorum: İsrail işgali devam ettiği sürece acaba barış nasıl sağlanır?

Eğer İsrail barış istiyorsa öncelikle ve hiçbir gerekçeye başvurmadan işgal altında tuttuğu bu topraklardan çekilmeli.

ABD ise kuruluşundan bu yana İsrail’e verdiği destekten vazgeçmeli. Böylesi kolay bir formül için Annapolis’e gitmeye gerek yok.

Şimdiye kadar Annapolis benzeri onlarca toplantı yapıldı ve hepsinde barış anlaşmaları imzalandı. Ama İsrail altında imza attığı bu anlaşmaların hiçbir maddesine uymadı ve ABD hep ona destek verdi.

İsrail, işgal altındaki topraklarla ilgili olarak BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul kararlarına uyarsa durum kendiliğinden çözülür.

İsterseniz durumu daha da basitleştirelim.

Diyelim yarın sabah İsrail 40 yıldır işgal altında tuttuğu Batı Şeria, Gazze, Golan ve Şebaa bölgelerinden çekildi ve Gazze ile Batı Şeria’da egemenliği, ordusu, hava sahası olmayacak bir Filistin devletinin kurulmasına izin verdi.

O zaman geçen mart ayında Riyad’da açıkladıkları gibi Arap ülkeleri de hemen İsrail’i tanıyacak ve onunla diplomatik ilişkiler kuracak.

Böylece sorun kendiliğinden çözülmüş olacak. Bunun için yüzlerce insanın Annapolis’e gitmesine gerek yok.

Lütfen kendinizi ve başkalarını kandırmayın.

İsrail asla barış yapmaz ve yapamaz.

Bunun onlarca iç ve dış nedeni var.

Barış yaparsa İsrail kendi varlık gerekçesini reddetmiş olacak.

Barış olursa İsrail hükümeti yalnız son 15 yılda eski Sovyetler Birliği’nden getirdiği ve Batı Şeria’da yerleştirdiği yaklaşık 600 bin Yahudi’ye acaba ne diyecek?

Dünya Yahudilerine sürekli olarak ‘Nil’den Fırat’a kadar uzanan Büyük Yahudi devletini vaat edilmiş topraklarda kurmak için Filistin’e ‘gelin’ çağırılarını yapan İsrail acaba barış olur ve Filistin ve diğer Arap topraklarından çekilirse gelen Yahudileri nerede yerleştirecek?

‘Kudüs, Yahudilerin sonsuza dek başkentidir’ diyerek bu konuda uluslararası Siyonist harekete motivasiyon sağlayan İsrailli radikaller ve ABD’deki Yahudi lobileri acaba 1967’de işagl edilen Doğu Kudüs’ten nasıl vazgeçecekler?

Türkiye’de de tanınan ABD’deki Yahudi lobilerinin liderlerinden Foxman ‘Kudüs, İsrail’de yaşayan Yahudilerin değil tüm dünya Yahudilerinin davasıdır’ diyor. Uzatmaya gerek yok.

Annapolis’ten hiç ama hiç bir sonuç alınmaz ve alınmayacaktır.

Annapolis’te ABD ve İsrail Filistinlileri yani Mahmut Abbas’ı ve Arap ülkelerini daha da bağımlı bir duruma getirmeyi amaçlıyor. İsrail ve ABD, halk desteği olmayan Abbas’tan Hamas’ı ortadan kaldırmasını isteyecek.

Göreceksiniz Annapolis’ten hemen sonra İsrail Gazze’deki Filistin halkına yönelik yoğun bir saldırıya geçecektir. Afganistan ve Irak’ta istediğini gerçekleştiremeyen ABD, Annapolis’te imajını kurtarmaya çalışacak. Ama nafile.

Çünkü Annapolis’te ABD bir kez daha İsraillilerin ve Yahudilerin koruyucu Ann(e)si olduğunu bunun için de polislik görevini sürdüreceğini herkese açıklayacak, anlatacak ve gerekirse zorla kabul ettirecek.

Toplantı yalnızca bu gerçeği kanıtlamak için Annapolis’te yapılıyor.

Gerisi kocaman bir palavra.

Bunu görmek için ise Türkiye ve bölgenin son 100 yıllık tarihine bakmak yeterlidir.

Akşam, 27.11.2007

Hüsnü MAHALLİ

28.11.2007


 

Anayasa, 301 vesaire

Aynı anda birkaç konuyla birlikte uğraşamama derdimiz yine kendisini gösterdi. Birkaç aydır terör ve Kuzey Irak dışında herhangi bir şey düşünemiyoruz. O konuda içimiz daralınca da futbolla havamızı değiştiriyoruz.

Oysa zaman kaybına tahammülü olmayan başka meseleler de var.

Bunlardan en önemli ikisi, çağdaş anayasa çalışması ve ünlü 301’inci madde sorununun çözülmesidir.

Başbakan geçen gün yine anayasa tartışmasının türbana sıkışmasından şikâyet etti. Ortada üzerinde tartışılacak bir metin olmadığı için, bu konuda AKP’de ne yapıldığı da bilinmediğinden, kıyısından köşesinden yapılan tartışmalarda en “kanlı” konuların gündeme gelmesi doğaldır.

***

Türkiye çağdaş anayasayı 25 yıldır tartışıyor. 12 Eylül askeri yönetimi kısmen yerinde dururken, 1983 seçimiyle ANAP’ın iktidar olmasının ardından 1982 Anayasası konuşulmaya başlanmıştı.

Aslında herkesin konuyla ilgili ortak fikri bu anayasanın en “geri” anayasamız olduğuydu. Günlük hayatta bu anayasa dolayısıyla çıkan bazı sorunlar parça parça giderilmeye çalışıldı, son referanduma kadar da bu “yamalama” faaliyeti devam etti.

Şu anda, terör sorunu ortadayken, çağdaş bir anayasa için çalışmaların başlamasının ve aynı zamanda da bizler kadar bütün dünyanın da bildiği TCK’nın 301’inci maddesinin değiştirilmesinin terör konusunda Türkiye’yi bütün dünyanın gözünde çok daha güçlendireceğini siyasiler henüz görmüyor.

TCK 301’in değişmesi, bu madde üzerinden açılmış bütün davaların düşmesi ve çağdaş bir anayasa için “medeni” tartışmaların başlaması Türkiye’nin demokrasiden, koşullar ne olursa olsun geri dönmeyeceğinin kanıtı olacaktır.

***

Dünya, Türkiye’nin üzerindeki terör belasını ve Kürt sorununu konuşurken sürekli olarak bizim demokrasi karnemizdeki ayıpları hatırlıyor ve her şeye rağmen belli bir mesafe koymaya dikkat ediyor.

Eğer Ankara bu mesafenin de ortadan kalkmasını istiyorsa hemen AKP’nin anayasa önerisini tartışmaya açmalı ve TCK 301’i en kısa sürede değiştirmelidir.

Dünya, Türkiye’nin demokratik süreçten geri dönmeyeceğine ve AB standartlarında bir hukuk devleti hedeflediğine inandıkça terör meselesine ilişkin bakışlar da biraz daha değişecektir.

AKP’nin anayasa tartışmasını ne gibi gerekçelerle hemen başlatmadığı ve TCK 301 konusunda neden ayak sürüdüğü belli değil.

Ama kayıp her gün sadece AKP’nin değil bütün ülkenin kaybıdır.

Vatan, 27.11.2007

Okay GÖNENSİN

28.11.2007


 

Kapitalizm güzellemesi

İsterdim ki, dindarlığı ağır basan eski muhafazakâr kesim ve şimdi de İslami kesimin para pulla ilişkisini başkaları parmağına dolamak yerine, bu kesime mensup hiç olmazsa birkaç kişi mesele yapsın. Değil mesele yapmak, ilk fırsat çıktığında çoğu borsacı, yani faizci oldu.

(...)

En ufak bir şey söyleseniz, cevabı hazır, ‘Ne yani Müslümanlar hep fakir mi kalsın istiyorsunuz?’ Böyle bir çağda, ilkeler, inandığınız değerler adına fukaralığa razı olmak başka, gözü karartıp vahşi kapitalizme sonuna kadar sahip çıkmak başka. Hadi, keskin bir idealizmle davranmak mümkün değil, vicdan muhasebesi, içinizi kemiren bir ikilemle yaşamak, bunu dillendirmek diye bir şey de yok mu?

Geçenlerde İlhan Selçuk, bu minvalde bir şeyler söyledi diye kıyamet koptu. Bırakın, söyleyenin kimliğini, kendi tutarsızlıklarını, şunu bunu, söylenenin hiç mi karşılığı yok? Bu sorudan nereye kadar kaçabilirsiniz? Konu başörtüsü olunca, dini emirlere bu kadar titizlenen bir kesimin, iş faiz olunca gıkını çıkarmaması, samimiyeti sorgulatan bir şey olarak hiç mi karşınıza çıkmayacak diye düşünüyorsunuz? Faizin haram olduğu açık ve net emir, zekât da öyle. Bir cipin zekâtı hakkıyla ne kadar diye düşünen kaldı mı?

Dindar, muhafazakâr kesimin, bırakın sorgulamayı, teslim olmanın ötesinde kapitalizmin güzellemesini yapması beni her zaman çileden çıkarmıştır.

(...)

Ayıplanacak olanlar, ‘Bu ne ikiyüzlülük’ diyenler değil, bunu dedirtenler olmalıdır. Bırakın savunmayı, böyle bir çağda bir Müslüman’ın gönül rahatlığı ile yaşayabilmesi, uykusunun kaçmaması mümkün değil. O nedenle laf çevirmenin, bin bir dereden su getirmenin âlemi yok. Müslümanların fazileti üretimde, daha fazla üretmede aradığı bir zamanda ne diyelim? ‘Allah kocakarı imanı nasip etsin’. Unutmayın kurtuluş ondadır.

Radikal, 27.11.2007

Nuray MERT

28.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri