Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Hükümet ne zaman şaşırtacak?

Türkiye’yle Avrupa Birliği ilişkileri kör topal gidiyor.

Özellikle Sarkozy Fransa’sı, Türkiye’nin pozisyonunu geriletmek, AB’nin Türkiye’ye dönük taahhütlerini sulandırmak ve Türkiye’yi caydırmak için elinden geleni yapıyor.

Bu yüzden her AB toplantısında şımarıklığı elden bırakmıyor. Ve istediklerini almak için gerginlik yaratıyor.

Kendi iç kamuoyuna oynarken o kadar ileri gidebiliyor ki, Türkiye’yle ilgili açıklamalarda katılım sözcüğünün yer almasına bile karşı çıkıyor.

Peki, istediğini alabiliyor mi?

Özünde hayır.

AB’nin Türkiye’ye ilişkin üyelik taahhütleri hiç kuşkusuz devam ediyor.

Ancak Fransa’nın bastırmasıyla, geçen Pazartesi günkü AB Dışişleri Bakanları toplantısında olduğu gibi, bu taahhütler kâğıt üstünde daha belirsizleştirilmek isteniyor.

Fransa bu amaçla Türkiye’yi destekleyen AB üyeleriyle bilek güreşini her seferinde ihmal etmiyor.

Mesafe de almıyor değil.

Rahatsız edici bir durum.

Evet öyle.

Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan konuyla ilgili üst düzeyde bir kaynağın dün sabahki deyişiyle:

“Göbek atacak bir durum yok!”

Malum, Almanya Başbakanı Merkel de perde arkasından Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin elini tutuyor. Bu yakınlarda partisi CDU’nun programına da yazdırdı, Türkiye’nin üyeliğine olan karşıtlığını.

Sarkozy gibi Merkel de dünyaya bakışta stratejik vizyon fakiri...

Ancak Merkel şimdilik Sarkozy kadar ileri gidemiyor. Çünkü tek başına değil iktidarda. Koalisyon hükümetini Sosyal Demokratlar’la paylaştığı için Brüksel’de Sarkozy ile çok fazla kolkola olamıyor.

Bu işin AB tarafı.

Bize gelince...

AB konusunda AKP hükümeti acaba daha ne kadar bekleyecek reformcu adımlar için?..

Zaten son birbuçuk yıldır ipe un serilmiş durumda. Seçimlerden bu yana da üç dört ay geçti.

Daha ne kadar beklenecek?

Yüzde 47 oy...

TBMM’de mutlak çoğunluk...

Ve kararlıyız diyen bir hükümet...

Ama hâlâ ses seda yok.

Hükümetten, “Biraz daha sabır; Bütçe de geçsin, o zaman şaşırtacağız kamuoyunu” diyen sesler çalınıyor kulaklarımıza. 301’le, Vakıflar’la ilgili yasal düzenlemeleri de içeren paketin devreye sokulacağı belirtiliyor.

İnşallah!

İnşallah dağ fare doğurmaz.

Çok gecikildi.

Hükümet bu kadar ipe un sermemiş olsaydı, bazı reformcu adımları zamanında atabilseydi, Cumhurbaşkanı Sarkozy bu kadar ileri gidemez, bu kadar şımarmazdı.

Ve AB’de Türkiye’yi destekleyen ülkeler tarafından daha kolay dizginlenebilirdi Fransa...

Olmadı.

Elbette yolun sonuna gelmedik.

İnce uzun yolda daha alacağımız çok mesafe var.

Ama artık hükümetin reform trenini bir an önce hızlandırması lazım.

Yoksa AB konusundaki inandırıcılığı aşınır. Bunun bedelini ise başta ekonomi olmak üzere birçok alanda ödemeye başlarız.

Milliyet, 12 Aralık 2007

Hasan CEMAL

13.12.2007


 

“İnsanî hamle”nin tam zamanı

(...)Çünkü;

1- Türkiye’nin yaralı alanları var. Bir çok sorun o yaralanmışlıktan kaynaklanıyor. Yaralanmışlığı sancılı alan insanlarının derinden duyumsayacağı “Ankara adına insani hamle” ile tedavi etmek lazım. Öyle görünüyor ki Hükümet bunun hazırlığı içinde. Ekonomik boyut, kültürel boyut, sosyal boyut, belki hukuki boyut... ne gerekiyorsa...

2- Şu anda mesele, biraz “Dağdakiler” de odaklanıyor. Dağa çıkılmasın, Dağdan inilsin.... Bu sağlanmalı ki terör bitsin. İş kolay değil. Bir yandan teröre başvurup, bunun bedelini ödemeyecek olmanın getirdiği hukuki sorun var, bir yandan da, “Dağdaki olgu”nun yol açtığı sosyal sorunun çözümü zorlaştırması gerçeği var. Belli ki, Dağ bitmeden sorun çözülmüş olmayacak. O zaman Dağı iki yolla çözmek lazım: Hâlâ elinde silah bulundurmak isteyene karşı silah, ama “Bu işin sonu yok” noktasına gelenlere de “Hayata dönüş” yolu... Hassas noktalardan birisi şu: “İtirafçı” hüviyetine sokmak, sokmamak. “İtirafçılık” bölgede haysiyetli bir iş olarak görülmüyor. Ona zorlamanın ise, “Arkadaşını ihbar gibi bir haysiyetsizlik” damgası ile damgalanmamak için “Dağdan inişi” engelleyeceği ifade ediliyor. Bence, “dağdan inişi” bir şekilde özendirmek öncelikli olmalı. Ne kadar az şehit verirsek, ne kadar az insan ölürse, yaralar o kadar kolay sarılır. Değilse, kan her şeyi gölgeliyor.

3- “Düz ovada siyaset” söylemi, Mehmet Ağar’ın çıkışından bu yana tartışılıyor. Başbakan Erdoğan da, bir yandan “demokratik zemin”e çağırıyor, bir yandan da “Anaların kucağı”na... Bu teklife muhalefetten “Demokratik zeminde ne diyecekler, bölücü propaganda yapmayacaklar mı?”çerçevesinde itirazlar söz konusu... Doğru, böyle bir söylemi sürdürecekler. Zaten DTP türü yapılanmalar bunu sürdürüyor ve bu çizgi Meclise gelmiş bulunuyor.

Soru şu: Acaba Türkiye, bu “Bölücülük” çizgisini nasıl bertaraf edecek? Söylemleri yasaklayarak mı, yoksa kendi bünyesini “Bölücülük” söylemine karşı tahkim ederek mi?

Bence ikincisi... Ve aslında şu anda yaşanan o. Onun için “tam zamanı” dediğimi tekrar ifade edeyim.

(...)Bunun bu sorun açısından tercümesi şudur: Ankara rahatlarsa, Türkiye’nin bölünme derdi olmaz.

Bugün, 12 Aralık 2007

Ahmet TAŞGETİREN

13.12.2007


 

Başkanın değişmesi yetmez, YÖK değişmeli

Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığına Prof. Dr. Yusuz Ziya Özcan’ın getirilmesi, 90’lı yılların ortalarında Prof. Dr. Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanlığı ile başlayan ve sonra da Prof. Dr. Erdoğan Teziç’le devam eden dönemin sonunun geldiğini gösteriyor.

ODTÜ’lü sosyoloji profesörü Özcan, Gürüz ve Teziç’ten epey farklı görüşlere sahip. Farklı görüşlerin en başında da, Gürüz döneminin ortalarından itibaren üniversitelerde sert biçimde uygulanmaya başlanan başörtüsü yasağı hakkındaki düşünceleri geliyor Prof. Özcan’ın. Prof. Özcan, başörtüsü yasağının eğitim hakkının engellenmesi olduğunu açıkça söyleyen bir bilim insanı.

Prof. Özcan’ın YÖK Başkanlığına gelmesiyle başlayan süreç bu yönde devam edecek olursa, zaman içinde üniversitelerdeki türban yasağı uygulamasının hafiflemesini beklemeliyiz.

Bu böyle, ama üzücü olan üniversitemizin başta gelen sorununun başörtüsü/türban yasağı olduğunu düşünmemiz ve yeni bir isim YÖK Başkanlığı’na geldiğinde onun üniversitelerimizi ilgilendiren başka herhangi bir konudaki değil de türban yasağıyla ilgili görüşlerini merak etmemiz. (...)

Her şeyden önce, bugün başına Prof. Özcan gibi ‘özgürlükçü’ olduğu söylenen bir kişinin atandığı YÖK’ün varlığının üniversitenin bilimsel özgürlüğünün önündeki en büyük engel olduğunu kabul etmeliyiz. Prof. Erdoğan Teziç, YÖK Başkanı olmazdan önce özgürlükçülük/demokratlık terazisine vurulduğunda hiç de kötü bir yerde anılmazdı ama ne zaman ki YÖK’ün başına geçti, durum değişti. Kurum ve kurumun ürettiği ‘duruş’ Prof. Teziç’i eskisine göre bir hayli farklı bir yere götürdü. Acaba Prof.

Özcan da benzer bir değişimden geçecek mi? Umarım geçmez.

Bilimsel özgürlüğün önündeki yegâne engel YÖK’ün kurumsal yapısı da değil. Bir de YÖK yasasının kendisi var, üniversiteleri bir nevi yüksek lise olarak görüp ona göre konumlayan. O yasa yüzünden YÖK bir nevi ikinci Milli Eğitim Bakanlığı güç ve yetkisine sahip oluyor, o yasa yüzünden siyasi iktidarlar YÖK’e göz dikiyor.

Bu mantığı ve kurumun kişiyi ele geçirmesini sadece Erdoğan Teziç örneğiyle ele almamız gerekmez. Bakın Prof. Dr. Kemal Gürüz’e... Gürüz, Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde, Özal’ın isteği üzerine bir üniversite reformu tasarlamıştı, aslında bugün alıp o reformu uygulasak üniversiteyle ilgili sorunlarımızın önemli bölümü çözülür, o kadar iyi ve özgürlükçü bir reform talebidir bu. Ama gelin görün ki aynı Kemal Gürüz, bugün temel şikâyet konusu olan pek çok uygulamanın fikir babası ve başlatıcısıdır, üniversitelerin yüksek liseye dönüşmesinde, üniversite yönetimlerinin YÖK ile patronaj ilişkisinin de ötesine geçip biat ilişkisine başlaması onun döneminin eseridir.

O bakımdan Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın kişiliğinin ve kişisel fikirlerinin ötesinde YÖK Başkanlığı’nın başka bir rolü var ve o rol zamanla başkanı ele geçirebiliyor. YÖK’ün başına geçecek gerçekten özgürlükçü bir kişinin yapması gereken tek şey, YÖK’ün ortadan kalkması, en azından üniversiteler üzerinde merkezi kontrolünün tümüyle sona ermesi için çalışmaktır. Bu yapılmadığı zaman geriye ne özgürlük kalır, ne başka bir şey.

Radikal, 12 Aralık 2007

İsmet BERKAN

13.12.2007


 

AB, ekonomi ve AKP!

AKP iktidarına itikat seviyesinde destek veren eski liberal-neo AKP’li arkadaşlar, desteklerine bugüne dek haklı gerekçeler de buluyorlardı. AKP iktidarının başarılı AB yürüyüşünü ve ekonomik performansını ön plana çıkararak duruşlarını savunuyorlardı.

AKP iktidarı 2004 yılına dek AB önünde çetin bir mücadele verdi. IMF reçetelerini harfiyen uygulayarak ekonomiye büyük nefes aldırdı.

Ama sanki her iki konuda da şimdi bir geri dönüş başladı.

* * *

Gözüken odur ki AB ile cicim ayları son iki yıldır duraklama dönemine girdikten sonra şimdi de gerileme dönemine giriyor.

“Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, 14 Aralık’taki AB liderler zirvesinin sonuç bildirisinde Türkiye ile ’üyelik’ ve ’katılım’ sözlerinin bir arada anılmasını engelledi.” (Radikal-11.12.07)

Gazeteler topu Sarkozy’ye atıyorlar ve bize destek veren ülkelerin onun şantajına boyun eğdiğini yazıyorlar! Sarkozy bizi zaten istemiyordu ama diğerleri neden ona boyun eğsin?

Yine de hükümetin bu tezin üzerine atlayacağından hiç şüpheniz olmasın.

Ancak, aradaki soğukluğun nedenlerine bakılınca raporda şu ifadelere de rastlanıyor:

“Türkiye’nin üyelik şartlarının hepsini yerine getirememesi, yargı ve siyasi reformlarda yavaşlaması ve limanlarını Rumlara açmaması gibi ’eksiklikler’ uzun uzun sıralandı.”

Reformları yavaşlatan kim? Türkiye! Limanların Kıbrıslı Rumlara açılacağının sözünü verip tutmayan kim? AKP iktidarı! 301. maddenin üzerine yatan kim? Erdoğan iktidarı!

İstanbul’daki Hrant Dink, Trabzon’daki rahip cinayetlerinin, Malatya’da misyoner katliamının soruşturması hangi hükümet döneminde savsaklandı? AKP Hükümeti!

* * *

Öte yanda, 2007-üçüncü çeyrek milli gelir rakamları pek çok kişi için sürpriz oldu.

“Üçüncü çeyrekte 1987 sabit fiyatları ile GSYİH yüzde 1.5 ve GSMH yüzde 2.0 büyüdü. 2007’nin ilk dokuz ayında büyüme aynı sıra ile, yüzde 3.6 ve yüzde 4 oldu. Son bir yılın büyümesi ise her ikisinde yüzde 4.1’e geriledi.” (Asaf Savaş Akat-Vatan-11.12.07)

Bazı ekonomistler son yıllardaki yüksek büyümeyi dünya konjonktüründeki aşırı büyümeden Türkiye’nin yüksek faiz-düşük kur politikaları sayesinde kaptığı sıcak paraya dayandırıyorlardı. Şimdi dünyada da “cicim ayları” bitti, artık olası bir küresel krizden bahis ediliyor. Türkiye bu krize yapısal hiçbir tedbir almadan yakalanabilir.

Bence Korkmaz İlkorur’un şu soruları çok anlamlıdır:

“1) Olası bir kriz, Türkiye’de ciddi bir büyüme, dolayısı ile istihdam ve gelir sorunu yaratacaktır. Bu kur-faiz politikası ile Türkiye’nin daralan bir küresel ekonomide bu soruna kısmi de olsa bir çare bulması mümkün müdür?

2) Türkiye, ekonomik büyümesinde iç pazara daha fazla dayanmak isteyecek midir? İsteyecek ise faiz politikası ne olacaktır?

3) Faizleri düşürecek midir? Düşürdüğü takdirde ’enflasyon’ nasıl etkilenecektir?”

* * *

Şimdi bu sorulara şunları da ekleyelim: 1 Aralık’ta sınır ötesi harekât yapıldı mı, yapılmadı mı? 5 Kasım’da ABD’de Bush ile PKK ve Kuzey Irak konusunda nasıl bir mutabakat sağlandı? (Kısmî) af bu mutabakat içinde var mı, yok mu? Hükümetin af konusunda ne demek istediğini anlayan var mı? AB’den tamamen kopan bir Türkiye ABD ile ilişkilerini nasıl tanzim eder?

* * *

Korkarım, eski liberal-neo AKP’li arkadaşların dayanak noktaları bu dönemde büyük darbeler alacak. Onların bu konuların takipçisi olup olmayacaklarını, hükümeti uyarıp uyarmayacaklarını, eleştirip eleştirmeyeceklerini çok merak ediyorum!

Hürriyet, 12 Aralık 2007

Cüneyt ÜLSEVER

13.12.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri