Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 25 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Çatışma ve mutabakat

Belki de yanlış yapıyoruz.

Geçmişin doğrularına dayanarak bugün yanlış isim koyuyoruz.

Belki de bu "arkadaşlar" bizatihi "Derin devlet" filan değil.

Belki de onlar, "Derin devletin kullanabildikleri" nden ibaret.

Belki de, "Derinliklerin de kullanabildiği ama kendi namlarına da tezgah açmış" birileri.

Belki de "Kullanılan hücreler" filan vardı da, şimdi durum değişti, kazınıyor.

Belki de kazınan "Derin devlet" değil; bizatihi yeni bir "Derin devlet" kalıntı ile uzantı kazıyor.

Birtakım kritik olaylar var yakın geçmişte:

Ecevit Hükümeti'nin son dönemi. Derviş.

AKP'nin seçimleri kazanması.

ABD'nin Irak işgali için Türkiye'yi çantada keklik görmesi.

Kekliğin düz ovada avlanmaması ve tezkerenin geçmemesi.

ABD'nin öfkesi.

Irak işgali.

Ankara'dan İsrail'e karşı sert tavırlar.

ABD'de Türkiye'ye en öfkeli kesim

olan İsrail kankası "şahinler"in, buradaki büyük temsilcileri, eski Büyükelçi Edelman'ın organizasyonlarıyla da Türkiye ve hükümetin burnunun sürtülmesi için çıldırması.

Türkiye'nin, halkının ve hükümetin ABD, İsrail ve Yahudi düşmanlıklarıyla suçlanması.

Bu "şahinler"in özellikle askeri kesimle ilişki kurma çabaları. Konferanslarda buluşmalar.

Fakat ABD yönetiminde de, kısmi şahin tasfiyesinin başlaması.

Şemdinli krizi.

Ankara'da Özel Kuvvet subayının da bulunduğu "Sauna Çetesi"nin ortaya çıkarılışı.

Önce Cumhuriyet'e bomba, sonra Danıştay saldırısı.

Ankara'da Özel Kuvvet subaylarının da bulunduğu Atabeyler hücresine operasyon.

Hükümetin, kim ne derse desin, bu krizi müstakbel Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt'ı kırmayacak biçimde yönetmesi, savcıyı ve Emniyet İstihbarat Daire Başkanı'nı uçurması.

(Bence) Şemdinli Mutabakatı: Birinci mutabakat!

Hrant Dink suikastı.

Birinci cumhurbaşkanlığı seçim süreci.

Nisan 2007'de Büyükanıt'ın çıkışı ve ardından Genelkurmay muhtırası.

ABD gözetimindeki PKK'nın saldırıları şiddetlendirmesi.

Genelkurmay'ın "sınır ötesi için tezkere" talepleri.

Cumhuriyet mitingleri.

Mayıs 2007'de Erdoğan ile Büyükanıt arasında Dolmabahçe Mutabakatı: İkinci mutabakat!

Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılamaması.

Genel seçim kararı.

(Bence) hem hükümet, hem Meclis, hem de Genelkurmay'da eşzamanlı tasfiyeler üstüne de mutabakat havası. Hatta, başka bir cumhurbaşkanı adayı üstüne de.

Genel seçimlerde AKP'nin ezici üstünlüğü.

Erdoğan'ın uzun süre cumhurbaşkanı adayı açıklamaması.

Washington'un AKP hükümetini ve Gül'ün adaylığını tescili ama bir yandan da yine ABD kontrolünde PKK mayınları ve saldırılarının şiddetlenmesi.

İstanbul'da, "Danıştay saldırısı"nda gündeme gelen isimlere dönük baskınlar; ele geçen bombalar, tutuklamalar.

"Vatansever Kuvvetler"e "Girdap Operasyonu".

Gül'ün cumhurbaşkanı olması. Sınır ötesi için Tezkere Mutabakatı: Üçüncü mutabakat!

Washington'un, dizi dizi ziyaretin ardından: 1. Türkiye ile (kısmi) PKK uzlaşması; 2) Türkiye ile (yeniden) Ortadoğu uzlaşması; 3) Türkiye'de sivil ile asker devlet zirvelerini uzlaştırması: Pax Americana: Washington Mutabakatı: Dördüncü mutabakat!

Sözde anti-emperyalist olup ABD ile Gladio tedrisatlı "mukavemet" yapılanmalarının, son kullanma tarihi gelenlerin, ihtiyaç bittiği için, mutabakat çerçevesinde tasfiyesine başlanması.

Unuttuğum vardır; belki sırasını azıcık şaşırdığım.

Ama ana fikir; sadece Türkiye içinde değil, ABD ile de bir yığın el enseyle, kısa bir suikastlar, tahrik, darbe niyetleri, yeniden şiddetli ve ABD kontrollü PKK saldırıları, siyasi zafer, sınır ötesi tarihi dahilinde, "Amerikan barışı gölgesinde Türkiye Devleti (kısmi) barışı yahut dengesi" (şimdilik) tesis edilmiş bir yere ve yeni bir "Derin devlet"e vardığımız!

Meraklısına not:

Son operasyon, belki de daha ziyade "emekliler ile gönüllüler, her daim yedektekiler"den oluşan yapıları gündeme getiriyor.

Ama daha öncekilerde; yani "Sauna (Küre)" ile "Atabeyler"deki muvazzaf subay, astsubay varlığı ile Özel Kuvvet bağlantıları hala izaha muhtaç.

Bence "mutabakat" serisi, bize bunları pek izah etmemeyi, kolu yenin içine sokmayı da hedefliyordu.

Sabah, 24.1.2008

Umur Talu

25.01.2008


 

Çeteler tasfiye edilmedikçe, demokrasi ve hukuk olmaz!

Türkiye'de devlet ve toplum düzeni çetelerden, belki daha doğru deyişle, 'vatansever çeteler'den temizlenmedikçe, bu ülkede demokrasi de olmaz, hukuk devleti de.

Hepsi kağıt üstünde kalır.

Peki, bu temizliği kim yapacak?

En başta yargı...

Elbette güvenlik güçleri...

Asker ve sivil bürokrasi...

Ama ya devlete de bir yerinden bulaşmışsa bu çeteler? Yargıya da, güvenlik güçlerine de, sivil-asker bürokrasiye de sızmalar varsa...

O zaman ne olacak?

Temizlik nasıl yapılacak?

Daha doğrusu:

Sonuna kadar gidilecek mi?

Bu açıdan, yakın geçmişimizdeki kötü örnekler bu soruları fazlasıyla haklı kılıyor.

Hrant Dink davasındaki şu son gelişmeye bakın.

Tüyler ürpertici!

Cinayetin baş sanıklarından Yasin Hayal'in eniştesi Çoşkun İğci'nin önceki gün mahkemede verdiği ifadeden:

"Hrant Dink'in öldürüleceğini ilk kez Yasin Hayal'den duydum. Yasin'in arkadaşlarıyla birlikte, Agos gazetesi ve Dink'in evinin arasındaki bölgede keşif yaptığını öğrendim. Bu keşfi yaptıklarını Yasin bana anlatmıştı. Yasin'e cinayeti nasıl işleyeceğini sorduğumda, Şişli'deki Agos gazetesinin önünde öldüreceğini söyledi."

Enişte devam ediyor mahkemede:

"Yasin'in böyle bir olayı yapmasını istemediğim için, Dink öldürülmeden üç dört ay önce duyduklarımı iki jandarma görevlisine söyledim. Not aldılar ve olay takip edeceklerini söylediler. İkisinin de Trabzon Jandarma İstihbaratı'nda görev yaptığını biliyorum."

Daha devamı var ifadenin:

"Dink öldürüldükten iki gün sonra ikisi de işyerime geldi. Bana bu olayı kimseye söyleyip söylemediğini sordular. Ben de söylemediğimi ifade ettim. Hiç kimseyle bu konu hakkında konuşmamamı tembihlediler. Bir gün sonraki buluşmada aynı şeyleri tekrar ettiler."

Akıl alır gibi değil.

Sevgili Hrant'ın nasıl göz göre göre gittiğini görebiliyor musunuz? Bir tek bu ifade bile devletin nasıl çalıştığına dair, devletin karanlık derinliklerinde nelerin yaşandığına dair bir fikir vermiyor mu?

Herşey orta yerde!

Ama Hrant Dink cinayeti bir yıldır tam aydınlatılamıyor.

Bir başka kötü örnek:

Susurluk...

'Vatanseverler çeteler' ile 'derin devlet' arasındaki işbirliğiyle bu ülkede hukukun, insan haklarının canına okunmuştu Susurluk sürecinde.

Bir ara bu kapkara lekenin temizleneceğini umut etmiştik. Ama sonunda birşey çıkmadı. Devlet içinde bir yerde birileri frene bastı ve Susurluk karanlığa gömüldü.

Yani çete temizliği gerçekleşmedi!

Bugün yeni bir operasyon başladı devletin içinde:

Ergenekon Operasyonu.

35 kişi gözaltında.

Bu 35 kişinin içinde çok ilginç isimler bulunuyor.

Susurluk'la yakından ilgili olanlar var. Bütün 301 davalarında başrolü oynayanlar var. Hrant Dink cinayetinin az önce değindiğim baş sanıklarından Yasin Hayal'in avukatı var. Üyelerini bayrak ve silah üzerine ölme ve öldürme yeminleriyle örgütüne kabul eden, 14.500 kişilik vatan haini listesi oluşturanlar var.

Çok önemli bir operasyon.

Ama hep aynı soru:

Sonuna kadar gidilecek mi?

Bu sorunun yanıtı, bu ülkede maalesef sadece güvenlik güçleriyle yargıdan geçmiyor. Çünkü iş sadece onlara kalınca, bir yerde süreç tıkanabiliyor.

Sonuna kadar gidilmesi, yani devletin demokrasi ve hukukla daha çok tanışması, bu ülkede 'siyasal irade' ve 'siyasal kararlılık'tan geçiyor.

Sayın Başbakan;

Bu da sizi ilgilendiriyor.

Milliyet, 24.1.2008

Hasan Cemal

25.01.2008


 

Kadınlara ait otobüs ha! Vay dinci Meksikalı

Meksika'nin başkenti Mexiko City'de (ne yapacağız bu x'leri?) meydana gelen taciz olayları ve şikayetler sonucu belediye çareyi "kadınlara özel" otobüsleri devreye sokmakta bulmuş. Ayrıca metro sisteminde yoğun saatlerde trenlerin ilk üç vagonuna sadece kadınlar binebiliyormuş. Zira polis istatistiklerine göre şehirlerde yaşanan tecavüz, cinsel taciz ve kötü muamele vakalarının yüzde 14'ü toplu taşıma araçlarında gerçekleşmiş. (Radikal, 22 Ocak 2008)

Mesele sadece ve sadece Müslümanlıkla bağlantılı değil gördüğünüz gibi.

Mesele erkeklerin kıroluğu, görmemişliği, edepsizliği, bir arada yaşamayı bilmemesi ve bunlardan kadının kendini korumaya çalışması.

Bu servis bizde mesela İstanbul'da yapılsa nasıl bir kıyamet kopardı düşünmek bile istemiyorum. Gericilik, dincilik, ortaçağ zihniyeti, şeriatçılık, anti laiklik...

Bu konudaki fikirlerimi nasıl yazacağımı bilemiyorum.. Artık öyle bir duruma geldik ki "idiot proof" yazmadığın sürece, hatta öyle yazsan bile yanlış anlaşılmaya çok müsait bir ortamdayız.

Kadın ve erkeğin ayrı ayrı yaşamasına taraf değilim. Asla ve kata böyle bir düşüncem yok, olamaz da. Karma bir toplumsal hayatımız olduğu için mutluyum.

Fakat açık söylemek gerekirse zaman zaman "onlardan" ayrılmayı hakikaten çok istiyorum.

Etrafımda erkekler olmadan yapmak istediğim bazı şeyler var. Ve ne yazık ki Avrupai olacağız, aman eski harem-selamlık geleneğimizi sürdürmeyeceğiz, maazallah gerici görünmeyeceğiz diye gereğinden karma olduğumuzu, dinle uzaktan yakından olmayan (veya da olan, önemli değil) bir takım nedenlerden dolayı "ayrı" kalma hakkımızı kullanamadığımızı, talep edemediğimizi hatta ifade BİLE edemediğimizi düşünüyorum.

Kim olarak? Modern, laik, Avrupai vs vs bir kadın olarak.

Ben mesela erkeklerle bir arada spor yapmaktan, bilhassa da yüzmekten hoşlanmayan bir kadınım. Oramı buramı, benim görmesini istediğim insan dışında, kimsenin görmesini istemiyorum. Olamaz mı? Yok mu böyle hakkım?

Bunun dinle uzaktan yakından bir ilgisi yok. Zira dindar bir insan değilim. Sadece istemiyorum. Nokta. Vücut benim!

(...)

En ağır cinsel tacizlere otobüslerde uğramış biri olarak açıkçası kadınlara ait ayrı bir otobüs fikri de bana hiç fena gelmedi. İsteyen biner istemeyen binmez.

Böyle mi olmalıydı? Hayır. Keşke dünya erkeklerinin tümü Atatürkçü laik erkeklerin kendileri ve sandığı gibi zinhar edepsizleşmeyen, rahat duran, rahat bırakan, kibar, efendi insanlardan oluşsaydı. Ve kadınlara mahsus otobüs, saat gibi her tür hareketi gönül rahatlıyla "gericilik, gayri medenilik, hıyarlık vs" diye yargılayabilseydim...

Ama yapamıyorum. Kızanlar çok kibar, çok efendi, çok medeni olabilir. Ancak üzülerek söylemem gerek ki yurdumuzdaki (ve anlaşıldığı üzere Meksika'daki) erkeklerin büyük bir çoğunluğu tahmin edemeyeceğiniz kadar edepsiz.

Zorla ayrılmayalım ama zorla da birleştirilmeyelim. Kadınlara ait bazı yerlerin, saatlerin olması da o kadar acayip gelmemeli. Bunu isteyip de dile getiremeyen o kadar çok dinci hatta dindar hatta hatta inançlı bile OLMAYAN kadın tanıyorum ki..

Vatan, 24.1.2008

Tuğçe Baran

25.01.2008


 

Ergenekon'dan Sarıkız, Ayışığı ve Yakamoz'a

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın aylardır yürüttüğü Ergenekon terör örgütü soruşturmasında yeni bir aşamaya daha gelindi. Önceki gün sabaha karşı evlerinden alınan 34 kişiyle birlikte halen tutuklu olan 20'ye yakın isimle soruşturma sürüyor.

Soruşturmanın gizliliği esas. Bir süreden beri zaten temel hukuk kuralı olmanın yanında yasa kuralı da olan ve hafif sayılamayacak cezalara bağlanmış olan bu konuyu savcılıklar mahkeme kararlarıyla da hatırlatıyorlar. O yüzden, soruşturmanın gizliliği ilkesini ihlal etmemeye çalışarak bazı bilgileri paylaşmak istiyorum.

Kanlı Danıştay saldırısının hemen ardından, o günlerde tesadüfen Başbakan Vekilliği yapan bugünün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğü birer brifing veriyorlar.

Bu brifinglerde iki kurum birbirinden habersiz olarak birbirine çok yakın bilgiler veriyor Gül'e. Hatta Emniyet, Gül'ün önüne bir çeşit şema koyuyor. Brifingden aylar sonra Gül, bir sohbet sırasında, o sıralar yürütülmekte olan ve bugünkü soruşturmanın da başlangıcını oluşturan Ümraniye baskınını örnek vererek, 'Hep o şemadaki isimler ve örgütlenmeler. Polis giderek daha fazla delile ulaşıyor' demişti.

Peki o şema neydi?

Şema, kendilerine 'Ulusalcı' veya Radikal'in taktığı isimle 'Kızıl Elma Koalisyonu' adını veren grupları anlatıyordu. Bu gruplar, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarından sonra pıtrak gibi ortaya çıkmaya başlamış, siyasi cephede Avrupa Birliği ve Amerika karşıtı bir söyleme radikal Kemalist söylemi eklemleyerek ciddi bir örgütlenme içine girmişlerdi.

Kendilerine 'sivil toplum örgütü' diyorlardı ama sivil toplum örgütü olmanın ötesine geçecek türde işlere de girişiyorlardı. Silah üzerine yemin etmeler, hücre tarzı örgütlenme, militanlaşma gibi olgular, grupların yasadışı işlere tevessül etme eğilimini sergiliyordu.

Kamuoyunda 'milliyetçi kabarma' diye algılanan şey gerçekte salt milliyetçilik değil, milliyetçi söylemi kullanarak iktidardaki hükümeti 'gayrı milli' ilan etme ve bu anlayışın yerleşmesiyle birlikte onların kanlı da olabilecek bir yolla devrilmesini meşru gösterme girişimiydi.

27 Mayıs'a giden yol böyle açılmıştı, aynı film tekrar edilmek isteniyordu.

Bu yolun açılması için provokasyonlara ve provokatörlere ihtiyaç vardı. Polisin değerlendirmesine göre Danıştay baskını ve Cumhuriyet gazetesine atılan bombalar bu amaca hizmet için yapılmıştı. Daha ilk gün teşhis konmuştu yani. Nitekim daha sonra Danıştay'a silahlı saldırıyı düzenleyip planlayanlarla Cumhuriyet'e bomba atanların aynı insanlar olduğu ortaya çıktı.

Şimdi yürütülen soruşturma, esasen bu 'provokatör' ekibe yönelik. Onların silahlı-bombalı örgütlenmesini çökertmeye yönelik.

Ama bir de şemanın en tepesi var. Özellikle 2003 sonu-2004 başında 'Sarı Kız' adıyla darbe planları yapanlar, bu plan işin başındaki kimi isimlerin son dakikada cayması yüzünden işlemeyince kendi başına oturup 'Ayışığı' ve 'Yakamoz' adlı planlar hazırlayanlar şemanın en tepesinde. Ama onları delillendirmek ve yargının önüne çıkarmak kolay değil.

Savcılığın soruşturmasının o denli derin olup olmadığını ise zaten bilmiyoruz.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın soruşturması, siyasi tarihimizin en önemli soruşturmalarından ve sonunda açacağı dava da en önemli davalardan biri olmaya aday.

Radikal, 24.1.2008

İsmet Berkan

25.01.2008


 

'Partiler üstü' demokrasi!

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın geçen hafta yayımladığı 'Basın Bildirisi' malum. Hukuk ve demokrasi bakış açısından bolca yanlışlar içeren bu Bildiride şöyle ilginç bir cümle var: 'Bağımsız ve egemen olan her devletin, partiler üstü olan bir devlet politikası vardır.'

'Partiler üstü devlet politikası'na ilişkin bu tuhaf anlayışa elbette ilk defa bu metinde rastlamıyoruz. 'Establishment'ın biz yurttaşlara ve demokratik temsilcilerimize sık sık hatırlatma ihtiyacı duydukları bu olgu, ne yazık ki, Türkiye'nin alışıldık bir gerçeğidir. Ne var ki, daha önce de bir çok kere yazdığım gibi, bu, demokratik bir toplum için övünülecek ve ikide bir hatırlatılacak bir gerçek değil, tam tersine ayıplanası bir durumdur.

Öyledir, çünkü demokratik bir rejimde politik meseleler tabiatıyla partiler üstü değil, tabir caizse 'partiler arası'dır. Bir demokraside, siyasî partilerin sorgulayamayacakları ve -usulünce iktidara gelmeleri halinde- değiştiremeyecekleri hiç bir politik tercih (policy) olamaz. Nasıl olabilir ki, bugün demokrasi zaten esas olarak 'partiler demokrasisi'dir. Onun için, bazı politika meselelerinin partilere yasak olduğu yerde demokrasi yoktur.

Evet, kimi politikaların belirlenmesi mümkün olduğunca geniş bir konsensusa dayanılmasını gerektirebilir. Bu gibi durumlarda hükümetler ve/veya parlamenter çoğunluklar gerek parlamento içinde gerekse sivil toplumda daha geniş bir konsensüsün oluşmasını sağlamaya çalışmalıdırlar. Ne var ki, bu durumda da söz konusu olan 'partiler üstü'değil, her şeyden önce 'partiler arası' bir konsensustur.

Yani, bir demokraside politikaların belirlenmesi, hiç bir şekilde, 'devlet' olduklarını düşünen üniformalı ve üniformasız memurların onay veya icazetine bağlı değildir. Öyleyse, Başsavcı'nın sözünü ettiği 'partiler üstü devlet politikası', kendi ifadesiyle, bağımsız ve egemen olan 'her devletin' değil, fakat sadece otokratik devletlerin alámet-i farikasıdır. Ayrıca, 'bağımsız ve egemen' olmakla da bu konunun hiç bir ilişkisi yoktur.

Dahası, Başsavcı'nın Bildiri'sinde söz konusu cümleyi içeren paragrafın tümü okunduğunda daha da ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Oradan anlıyoruz ki, değişmez 'devlet politikası' konusunda Başsavcı'nın kafası karışıktır. Çünkü, bu kavramla anlatmak istedikleri arasında 'değişmezlik'le taçlandırılmış olan temel anayasal tercihler de vardır. O zaman da Başsavcı'nın iki konuyu birbirine karıştırdığı sonucu çıkıyor.

Ama her halükárda açık olan bir şey var: Bizim Anayasamızın değişmez temel hükümler listesi zaten gereğinden fazla kabarıkken, Başsavcı bununla da yetinmiyor, değişmezliğin kapsamını demokratik çoğunluklara neredeyse hiç hareket alanı bırakmayacak şekilde genişletiyor.

İşte, Türkiye'nin özgürlük ve demokrasi davasının önündeki en büyük engellerden biri bu anlayıştır. Çünkü, bu üç-beş 'yüksek' memurun ve kimi memur zihniyetli okumuşların zihin dünyasıyla sınırlı bir olgu olmayıp, Türkiye'nin carî 'rejim'inin tanımlayıcı özelliklerinde biridir. Bu temel gerçek değişmediği sürece, (temsilcilerimizle birlikte) daha çok hayal kırıklıkları yaşarız.

Star, 24.1.2008

Mustafa Erdoğan

25.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri