Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 31 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sivil Toplum

Sivil toplum, demokrasinin teminatıdır

Sivil kelimesi Batılı bir kavram olup yalnızca anti-militarist bir ifadeyi değil, belki öncelikle Türkçe karşılığı olarak “medenî” anlamını taşır. Bu sebeple “sivil toplum” karşılığı olarak “medenî toplum” ifadesi kullanılabilir. Öyle ki, sivil, medenî, demokratik, gönüllü ve inisiyatif kullanan bir toplumda; devletin toplumun iç ilişkilerini düzenleme yetkisi yoktur. Toplum kendi sorun ve çözümlerini kendisi tesbit ederken, devletten bağımsız ve özerk olarak, fakat devlete karşı ve asi olmadan, kendisi üretebiliyorsa “Sivil Toplum”dan bahsedebiliriz.

Sivil toplumun kısaca bir başka tanımı: “Bir arada yaşamanın duyarlılığına sahip ve birbirine sorumluluğu olan, ancak efendi aramayan ve efendi olmak da istemeyen”, “tahakküm hevesleri” olmayan birey ilişkilerinin oluştuğu bir toplumsal yaşama biçimi.

Günümüzde sivil toplum, devletin ekonomik, siyasal ve sosyal alanlarda fert lehine küçüldüğü, vatandaşların benzer menfaatlerde birleştikleri, gruplarla örgütlenme içine girerek yönetimde söz hakkı, sahibi olduğu, demokrasinin siyasal bir kural olmakla kalmayıp, hayat tarzı haline geldiği bir toplumsal yapıdır.

Sivil toplum anlayışının pratik ve ideal biçimde işleyebilmesi için, ön şart olarak sırası ile; inanç, ekonomi, eğitim, sağlık, ticaret, sanat, spor gibi alanların “Sivil Toplum Kuruluşlarına (STK)” devri yanında, devletin aslî fonksiyonları olan “adalet, dış politika ve güvenlik” alanlarına geri çekilmiş olması gerekir.

20. yüzyıldan başlayarak ve 21. yüzyılda açıkça ortaya çıkmış olan “sivil toplum ve sivil toplum kuruluşları” faaliyetlerini arttırmakta ve zaman zaman devletlerin yapamadıklarını yapabilmektedirler. Artık son yıllarda, dış politika alanında aktif olarak katılan STK’lar geleneksel devlet eylemini eleştirmekten öte, devletlerin yapamadıkları ve bazı sebeplerle asla yapamayacakları projeleri üstlenebilmektedirler. Meselâ, sözde Ermeni Soykırım Tasarısının her gün bir devletin parlamentosundan geçtiği bir dönemde, bunu, bütün dünyadaki STK’lar aracılığı ile o ülke vatandaşlarına, parlamenterlerine anlatacak ve kamuoyu oluşturacak, uluslararası itibar gören, kaç tane STK’mız vardı?

Çağımızda en güçlü silâh bilgi ve teknoloji haline gelmiştir. Rakiplerimizin silâhları ile silâhlanmak en eski savaş sanatları derslerinde anlatılan konu olduğu gibi, hadis-i şeriflerde de yer almıştır. Bu anlamda, çok uluslu sermaye zaman zaman sivil toplum örgütü görüntüsü altında bazı çalışmaları, hedef gördüğü ülke ve toplumlarda yapmaktadır. Bu örgütlerin benzerlerini kendi ülkemizde de görmek mümkün. Vatandaşlarımız tarafından kurulmuş olup, üye sayısı sınırlı, devlet katında itibar gören resmî ideoloji veya resmî kurumların yan kuruluşu gibi çalışan dernek ve vakıflar da var. Hatta üyelik mecburiyeti olan ticaret ve sanayi odaları, v.s. kuruluşlar var. Fakat, bunları sivil toplum sayacak mıyız? Veya ne kadar sayacağız? “Kötü emsal olmaz” temel kuralı burada da geçerli olmakla birlikte, herkes görevini yapacak. STK kisvesi içinde yanlış iş yapanlara karşı devletin-hükümetin organları gerekenleri yapacakları gibi, bize düşen güzel örnekler vermek olacaktır.

Halk, kendisini yönetimin keyfî uygulamalarına karşı koruyacak, alternatif görüşler üretecek sivil inisiyatif yapılanmalara da ihtiyaç duymaktadır. Hem bu korumayı sağlayacak, hem de kendi haklarını bilip kullanacak bireylerin, idarecilerin anti-demokratik ve keyfî uygulamalar sebebi ile ileride başlarına gelebilecek türlü cefalardan kaçınmaları gerektiğini Bediüzzaman şu cümleyle veciz bir şekilde ifade etmiştir. “Bir millet ki, cehaletle hukukunu müdafaa etmesini bilmezse, ehl-i hamiyeti bile müstebid eder.” Kendi hak ve hukukunu bilmeyen toplumların, yönetimlerin başı boş bırakılması ve hiçbir denetime tabi tutmamaları bu yönetimlerin, iyi niyetli olsalar bile, anti-demokratik, baskıcı ve dayatmacı rejimlere dönüşmelerini kaçınılmaz hale getirecektir. İşte tüm bunlar için ve her şeyi yönetime bırakmayarak taşın altına el koyacak örgütlenmelerde, birey olarak yer almak gerekiyor.

Biz demokratik haklarımızı hukuk içinde savunurken ve dolayısıyla müsbet hareket ederken, yalnızca kendimizi değil, hamiyetperver idarecilerimizi de korumuş olacağız. Bunun için ise, “şahs-ı manevî” oluşturmak gerekmektedir. Yani, sivil toplum, aynı zamanda demokrasinin teminatıdır.

Emin TALHA KARAMUSA

31.03.2008


Ergenekon Çetesi ile ilgili tutuklamalardaki ironi

Aralarında Cumhuriyet gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ile İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Prof. Kemal Alemdaroğlu’nun da bulunduğu 13 kişinin İstanbul Emniyeti tarafından Ergenekon Çetesi soruşturması çerçevesinde gözaltına alınması, bir infiale sebep oldu.

Olayın bu kısmı gayet normal. Çünkü bir kişinin gözaltına alınması, hatta tutuklanması o kişinin suçlu olduğu anlamına gelmez. Birtakım telefon kayıtları, şahitlerin ifadeleri ve ele geçirilen delillerle bu kişiler bir şekilde Ergenekon Çetesiyle ilişkilendirildi ki ifadeleri alınmak üzere gözaltına alındılar.

Fakat işin garip tarafı şu ki; tutuklu kişilere karşı kendisinde aidiyet hissi uyananlar ya da bir şekilde düşman olarak niteledikleri bir kesimi yıpratma adına onların karşısındakilerle birlikte hareket etme ihtiyacı duyanlar, tutuklamalar üzerine yaptıkları açıklamalarla çok komik çelişkileri de beraberlerinde getirmekteler. Yapılan tutuklamalara karşı ortak olarak şöyle bir ifade dile getiriliyor: “Tutuklamaların amacı yargı organlarını ve devletin bazı kurumlarını yıpratmaktır.” Gerçekten de, nereden bakılırsa bakılsın, çelişki ve ilginçliklerle dolu bir cümle.

Bir defa tutuklamaları gerçekleştiren kurum Emniyet… Emniyet devletin bir kurumu değil mi? Devletin resmî bir kurumunun yaptığı bir gözaltı, kendini veya başka bir organı yıpratmak anlamına mı geliyor acaba? Bu dâvâyı çözmek şüphesiz ki Emniyet’in görevidir. Emniyet dâvânın çözümü için deliller neticesinde bir takım zanlıları belirlese ve onları da ifadelerini almak amacıyla gözaltına alsa mı kurumları yıpratır, yoksa Şemdinli’deki gibi bir şeylerin üzerine gitmeyip, hukukî süreci ortadan kaldırarak mı burasının düşünülmesi lâzım…

Ayrıca, yapılan tutuklamalarla yargı organlarının yıpratılması da ayrı bir muamma… Yine ortak olarak dile getiriliyor ki; “Biz yargı kurumlarına ve sürecine sonuna kadar güveniyoruz. Ancak…” “Ancak” dedikleri şu ki, “Ucu bize dokunmadığı müddetçe…” Evet, bir dâvâ için deliller ışığında birilerini gözaltına almak, tutuklamak yargı sürecinin bir gereğidir. Eğer ki yargı sürecine güveniliyorsa, şartlar herkes için geçerlidir. Tutuklamaların hukukî olmadığını söyleyip, gözaltına alınanların bir an önce serbest bırakılmasını istemek de üstte ismi zikredilen kişi ve kurumların imtiyaz isteminden başka hiçbir şey değildir. Ya gerçekten bu kişilerin Ergenekon ile bağlantısı varsa? Ya gerçekleştirilen birçok saldırıya bizzat teşebbüs ettiler veya destek oldularsa? Daha gözaltına alınır alınmaz, hemen onları suçsuz diye ilan etmek, yargı sürecine güvenmemektir. Tabiî ki darbe günlerini andıran gece yarısı baskınlarıyla gözaltına alınmaları doğru değildir. Fakat, asıl önemli olan ve üzeri örtülmeye çalışılan “ne şekilde” değil, “ne sebeple” gözaltına alındıklarıdır. Ünlü veya saygın bir isme sahip olmanın hiçbir imtiyaz ve dokunulmazlık kazandırmayacağı artık anlaşılmalıdır.

Görünen o ki; devleti yapılandırmayı amaçlayan Türk Gladyosu’nun ortadan tamamen kaldırılmaması, demokratikleşme adına atılacak adımları engelleyecektir. Çünkü bu çete, demokrasi, sivil toplum ve millet egemenliğini hedef almaktadır. Yetkili kişi ve kurumlar “Bir gün ben de kullanırım” diyerek olaya yaklaşırlar ve tam tasfiye etmeden Ergenekon dosyasını kapatırlarsa, ileride doğacak sorunlara zemin hazırlamaktan öteye gidemezler.

Cemil YÜZER

31.03.2008


Asker çocuğuna kıyak

TBMM Millî Savunma Komisyonu, Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni ilgilendiren çeşitli kanunlarda değişiklik öngören tasarıyı kabul etti. Buna göre:

TSK’ya katılmadan önce lisans üstü eğitim yapanlara, meslek hayatının başında 15 yıla kadar kıdem verilmesine imkân sağlayan hüküm yürürlükten kaldırıldı. Bu düzenlemede, TSK bünyesinde herhangi bir sınıfta subay olarak istihdam edilen personele, hangi seviyeden olursa olsun yapacağı her türlü eğitim için toplam en fazla 3 yıl kıdem verilmesi dikkate alınıyor.

Tasarıyla, uygulamada birlik ve beraberliğin sağlanması amacıyla çocuk için sağlık yardımı yaş sınırı, çocuğun öğrenim durumuna bakılmaksızın 25’e yükseltiliyor. Ayrıca, evlenmemiş kız çocukları için aranan ‘’yardım edilmediği halde muhtaç olma’’ şartı kaldırılarak, bu kişilerin evleninceye kadar sağlık yardımından yararlanmasına imkân sağlanıyor.

Askerî öğrencilere son sınıfa kadar istifa hakkı tanınacak. Albaylardan 2 yılını doldurup emekli olanlara kadrosuzluk tazminatı ödenecek. TSK Personel Kanunu’nda değişiklik yapılmasını düzenleyen tasarı ile emeklilik hakkını kazanan subay, astsubay ve uzman jandarmalar Temmuz ve Ağustos aylarında da emekliliklerini isteyebilecekler.

31.03.2008


15 ayda 2 bin 722 kişi 301’lik olmuş

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın sorularını cevaplayan Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in verdiği rakamlara göre, 2006’da 301. maddeden toplam bin 533 kişiye 835 dâvâ açıldı. Bunlardan 12’si çocuk. 2006’da ve 2007’nin ilk üç ayında toplam 14 çocuğun bu maddeden yargılandığı açıklandı. 2007’nin ilk üç ayında ise, toplam bin 189 kişiye 744 dâvâ açıldı. 301’den yargılamalara ise, Nokta dergisi muhabiri Ahmet Şık ve güvenlik uzmanı Lale Sarıibrahimoğlu hakkında, “devletin askerî kuvvetlerini alenen aşağılamak” iddiasıyla açılan dâvâyla 3 Nisan’da devam edilecek. Şık ile Sarıibrahimoğlu’nun 2’şer yıla kadar hapisleri isteniyor.

31.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri