Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Mayıs 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Otoriter rejim tehlikesi

Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde “AKP kapatılırsa ne olacak” diye soruluyor. Dava sonrasındaki Türkiye, dava öncesindeki Türkiye’den farklıdır. Dava sonuçlandığı zaman da işler daha da karmaşık bir hal alacaktır. Kulis tartışmalarını bir yana bırakarak ben daha farklı bir konunun üstünde durmak istiyorum: siyasi boşluk.

Hangi boşluk?

Seçimlerden sonra yapılan bazı yorumlarda Türkiye’de bir siyasi boşluk olduğu dile getirildi. Bu, kendisine siyasette aradığı yeri bulamamışların çıkardığı bir söylentiydi. Çünkü, ortada aritmetik olarak bakıldığında da, siyasi temsil açısından bakıldığında da bir boşluk yoktu. Bir partinin % 47, bir diğerinin % 20, bir başkasının % 15 aldığı bir seçimden sonra ve oy oranlarının parlamentoya belli bir temsil adaletiyle yansıdığı bir düzende siyasi boşluk olamaz. Üstelik bu parlamentoda ilk kez Kürtler de kendi siyasal örgütleriyle temsil ediliyordu. Hangi siyasi boşluk?

2002’nin zoru

Oysa 2002 parlamentosunda tam da böyle bir siyasi boşluk vardı. AKP aldığı oyla mukayese edilemeyecek bir parlamento gücüne sahipti. Demokrasilerde, hatta orta boy demokrasilerde aşırı güç sanıldığının tersine kolaylık değil güçlük getirir. Bu AKP için de böyle oldu ve sonunda AKP, elindeki gücün yarattığı temsil haksızlığını gidermek için kendi politikalarını bir yana bırakarak milliyetçidevletçi tezlere savruldu.

Bu yönden bakınca 2007 parlamentosunda herhangi bir siyaset boşluğu bulunmasa da ortada ciddi bir yetersizliğin bulunduğu aşikar.

O boşluk Meclis’te üretilen politikaların yetersizliğidir.

Politikasız politika

AKP 2007’ye büyük bir erozyonla giriyordu. Kayıp 2005 sonlarında başlamıştı. Buna rağmen AKP’ye müthiş bir teveccüh oldu. Bu parti bu yönelimi çok verimli bir biçimde kullanabilirdi. 2005 sonlarında başlayan dönüşüm bunu engelledi. AKP, kendisine yeni bir pozisyon oluşturmaya çalışırken tam tersi bir noktaya sürüklendi ve ittifaklarını parçalamaya başladı. Bunun nedeni politika üretememesiydi.

Sadece AKP dönemi değil, bu sorunu Türkiye’deki siyaset son 20 yıldır yaşıyor. Türkiye “kamusal politika” (“public policy” ) üretmeksizin, sadece ideolojik tartışmalarla oyalanan bir siyasal yapıya sahip artık. (Bu sadece bizim değil, politikasız politika son dönemlerde dünyanın da yaşadığı bir çıkmaz.) AKP 2002 sonrasında bir dönem yönetsellik açısından önemli bir momentum yakaladı. Sorun, onu devam ettirememesi oldu.

Söz konusu durum özellikle CHP’nin sürdürdüğü politikasızlıkla hatta Türkiye’yi bir politikasız politikaya tutsak edişi ve her şeyi laiklik-antilaiklik tartışmasına indirgemesiyle en ileri aşamasına ulaştı.

Bir muhalefet partisi olarak CHP’nin hiçbir planı, programı bulunmuyor. AKP ise kendi programını terk edip onun açtığı ve tırmandırdığı bir tartışmayı sürdürüyor. Türkiye, geleceğe dönük olarak ne yapacağını bilmeyen (ne yapması gerektiği bilinirken) bir ülke haline gelmiş bulunuyor.

Otoriterizmin beklediği

Buradan “dava” sonrasına geleyim yeniden. Dava AKP aleyhine sonuçlanırsa siyasal alanda önemli bir boşluk doğacaktır. Boşluk sadece AKP’den kaynaklanmayacaktır. Çünkü, AKP’nin bu kadar güçlü olmadığı bir ortamda CHP’nin de bu derecede güçlü olmayacağı diyalektik bir gerçek. Karşıtı ortadan kalkınca CHP de eriyecektir.

Asıl sorunun ondan sonra başlayacağı besbelli. AKP’nin engellendiği, CHP’nin eridiği, MHP’nin eskidiği bir ortamda Türkiye’yi bal gibi bir otoriter rejim bekliyor. Bugün provaları yapılan otoriter rejim o boşlukta gelip kendisine ait saydığı iktidarı ele geçirecektir. “Boşluk” öyle doğacak veya boşluk asıl o zaman başlayacaktır.

Sabah, 12.5.2008

Hasan Bülent KAHRAMAN

13.05.2008


 

Demokratik laiklik

“Cumhuriyet tarihimizde laiklik kavramının sıradan Türk insanı tarafından içine sinerek gönüllü bir şekilde kabul gördüğüne gerçekten inananlar var mı? Yoksa laiklik daha çok yasaklarla, cezalarla hayatta tutulmuş bir kavram mıdır, gerçek ikincisi midir? ‘Halk kendi haline bırakıldığında laikliği benimsemez’ yargısı hiç mi yoktur bu topraklarda?..”

Bu kavramın Avrupalı dostlar tarafından gündeme getirilmesi neden bazı insanların tepkisine sebep oldu, doğrusu bunu anlayamadık.

Demek, ‘demokratik olmayan laiklik’ diye bir olgu olduğu yolunda tespit var ki ‘demokratik laiklik’ tanımını ortaya atmak ihtiyacı duyuldu.

Bazı kavramları, tartışmaları anlamaya çalışmadan tepki göstermek maalesef tipik bir Türk davranışıdır. Bunu aşmak ve davranışlarımızda biraz da Avrupalı olmaya çalışmak gerekiyor. Çünkü Avrupalı olmak sadece bazı hukuksal düzenlemeler yapmakla veya ekonomik gelişmişlikle olmuyor. Ülkenin toptan kültürel, ideolojik değişim geçirmesi de kaçınılmaz. Çünkü Avrupalılık daha çok kültürel, ideolojik bir kavramdır.

Dolayısıyla ‘demokratik laiklik’ kavramına hemen tepki koymak yerine bunu biraz anlamaya ve tartışmaya çalışmalıyız.

Lütfen kendimize karşı dürüst olalım. “Cumhuriyet tarihimizde laiklik kavramının sıradan Türk insanı tarafından içine sinerek gönüllü bir şekilde kabul gördüğüne gerçekten inananlar var mı? Yoksa laiklik daha çok yasaklarla, cezalarla hayatta tutulmuş bir kavram mıdır, gerçek ikincisi midir? ‘Halk kendi haline bırakıldığında laikliği benimsemez’ yargısı hiç mi yoktur bu topraklarda?..”

Sıradan, ortalama Türk insanı tanımını, kendi arkadaşlarına hatta kendi evine bakarak yapan insanlar, laiklik kavramının bugüne kadar geçirdiği evrimde bir sorun görmüyor, çünkü ortalama, sıradan Türk insanı tanımları yanlış.

‘Demokratik laiklik’ kavramına gerçekten ihtiyaç var. Çünkü sıradan insan kendi haline bırakıldığı takdirde laik yaşam biçimini doğal olarak seçer hale gelmelidir.

Bu kolay bir şey midir, sorunsuz bir süreç midir? Gayet tabii ki değildir. Hiçbir toplumun özellikle de Türkiye’nin dönüşümü, mümkün değil kolay bir süreç olamaz. Ama alınacak yol sırf zor diye korkmak yerine eğer amaç üzerinde birleşiyorsak zor yola girmeye cesaret edebiliriz.

Halk kendi başına bırakıldığında laik yaşam biçimini gerçekten tercih etmiyorsa ya halkta ya da kavramda bir yanlışlık olmalı.

Gerçi halkın yanlış olduğu yolunda görüşler taşıyanlar yok değildir ama laik kavramının yanlış olduğuna karar vermek çok daha yapılabilir ve gerçekçi bir tavırdır.

Avrupalı dostlarımız aslında çok daha normal, daha demokratik bir ülke olabilmemiz yolunu işaret etmişlerdir bize.

Burada demokrasi ile laiklik birbirine karşıt gibi konulmuyor. Burada sadece ‘laikliği demokratik içerikle yaşatın’ deniliyor. Onlar hiç konuşmasaydı da bu, zaten Türkiye’nin çoktan yapması gereken bir şeydi.

CHP’nin de gönülden katılması gereken bir süreç bu. Dahası CHP demokratik laiklik ortamının oluşmasına aktif katkıda bulunmazsa işimiz çok zorlaşır. CHP’nin gerçekten Avrupa idealini benimseyip Türkiye’ye bunun yakıştığını söylemeye başlamasına da büyük ihtiyaç var.

O partiye oy verenler sadece şovenist milliyetçilerden ibaret değil. O kitlenin içinde Batı türü sola gerçekten inanan, demokrasiyi benimsemiş samimi insanlar da var. CHP biraz onlara da sahip çıkarsa AKP ve CHP birlikte, ‘demokratik laiklik’ kavramını hayata geçirebilirler.

‘Çok mu hayal, çok mu iyiniyetli yaklaşım’ diyorsunuz... Olabilir, ama Avrupa idealini gerçekten benimsemiş insanlar Avrupa’nın tarihinde bu tür başta imkansız gibi gözüken siyasi işbirliklerinin olabildiğini de biliyorlar. Türkiye’de de olabilir bu ve Türkiye demokratik laikliği ve daha güzel bir geleceği gerçekten hak ediyor.

Akşam, 12.5.2008

Serdar TURGUT

13.05.2008


 

“Güven Paşa söyledi, parti kapatılacak”

AK Parti’nin, kapatma davası ve bağlantılı olarak gelişecek olaylara karşı nasıl bir yol izleyeceğini kesin olarak bilmiyoruz. Ancak ipuçlarından hareketle bazı kestirimlerde bulunabiliriz. Kapatma davasını önleyecek bir anayasa değişikliği paketi gündemde olmadığına ve savunma için ek süre istenmediğine göre, şu kesin: Anayasa Mahkemesi’nin kararı beklenecek.

Peki, neden? Anlaşılıyor ki; Partide, ‘Anayasa değişikliği olursa darbe olur’, ‘Partiyi kapatmayacaklar’, ‘En fazla partiye ihtar verilir veya Hazine yardımı kesilir, siyaset yasağı konmaz’ ve ‘Parti kapatılsa bile ara seçimle yaralar iyileştirilir’ tezini savunanların iddialarından bir kolaj yapılmış.

Özellikle birkaç gündür, ‘AK Parti kapatılmayacak’ diyenlerin sayısında göreceli olarak bir artıştan söz edebiliriz.

Temizlikçilerin dedikodusu tutmadı

Prensip olarak parti kapatmalara karşı çıktığımı biliyorsunuz. Milletin kurduğu partileri ancak millet kapatmalıdır. Hele bu karar, tekzip edilmiş gazete haberleriyle hiç olmamalıdır. Umarım, ‘kapatılmaz’ diyenler haklı çıkar.

Ama ortada bir de reel politik durum var. Bir iki küçük anekdotla bu mevzuu biraz daha açmak isterim.

Biliyorsunuz, Refah Partisi hakkındaki kapatma davası 1997 yılında açıldı. 16 Ocak 1998’de sonuçlandı. Necmettin Erbakan, son ana kadar partinin kapatılmayacağını söyledi. Hatta, davadan sonraki ilk meclis grup toplantısındaki sözlerine, patates üreticilerinin sorunlarıyla başladı.

Denebilir ki, bir lider, partisinin kapatılacağını nasıl söylesin? Haklısınız. Ama partinin başkanlık divanı ve özel toplantılarda da hem Erbakan hem parti yöneticileri ısrarla aynı teraneyi terennüm edip durdular.

O sıralarda partiye yakın 3 kişi DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş’in meclisteki makam odasının kapısını çaldı. Niyetleri, nabız yoklamaktı. Sordular: ‘Sayın paşam, memleket nereye gidiyor? RP kapatılır mı?’

Doğan Paşa, konuklarına, pek parlak bir tablo çizmedi. Sonra ekledi: ‘Kesin kararlılar, parti kapatılacak.’ Paşa, nasıl bu kadar emin olabilirdi? Yoksa Anayasa Mahkemesi üyeleriyle mi görüşmüştü? Laf arasında dilinin altındaki baklayı çıkarıverdi: ‘Güven Paşa söyledi, parti kapatılacak.’

Güreş’in ‘Güven Paşa’ dediği şahıs, 28 Şubat sürecinin önemli aktörlerinden eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya idi.

Konuklar şaşkınlık içindeydi. Telaşla Erbakan’a gittiler. Dediler ki: ‘Sayın Hocam, parti kapatılıyor. Kesin kararlılar. Doğan Paşa böyle dedi.’ Erbakan, hiç ihtimal vermedi: ‘Moral bozmayın, parti kapatılmayacak.’

Sonra toplantıda bulunan bazı ‘yetkili’ ağızlar, hocaya destek veren açıklamalar yaptılar. Biri söz aldı: ‘Çok yakın bir arkadaşım var. Ona temizliğe giden gündelikçi kadın, Anayasa Mahkemesi üyelerinden falancanın (ismini vererek) temizlikçisiyle arkadaş. Ona, arkadaşı söylemiş. O da üye konuşurken duymuş. Parti kapatılmayacak.’

Sonra bir başkası: ‘Benim bir arkadaşım var. O anlattı. Anayasa Mahkemesi üyelerinden biri lokantada yemek yerken anlatmış. Bunu duyan garson da bizim arkadaşa anlatmış. Parti kapatılmayacak.’

Hülasa, Güreş Paşa’dan gelen ‘dolaylı’ istihbarata kimse inanmamış.

Son yoklama

Aradan çok zaman geçti. Bu arada RP’nin üzerine bir de FP kapatıldı. Sırada AK Parti var. Doğan Paşa şimdi nasıl bir bilgiye sahip, emin değilim. Ama mevcut kapatma şartlarının 1997’den farklı olmadığı kanaatini taşıdığını sanıyorum.

Neden mi?

2007 yılı mayıs ayının ilk haftasıydı. Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan, yöneticiler Ertan Yülek ve Numan Kurtulmuş, Güreş’in yine kapısını çaldılar. Görüşme Ayrancı’daki bir ofiste gerçekleşti. Yanlarında bir iki dostla birlikte Güreş’in danışmanı İbrahim Beşe de var.

Tabi o tarihte kapatma davası henüz açılmış değildi. 27 Nisan bildirisi üzerindeki en sıcak tartışmaların yaşandığı ve 22 Temmuz seçim kararının alındığı günlerdi.

Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Daha önce inanmamışlardı ama şimdi paşadan gelecek istihbaratın ne kadar önemli olduğunu düşünüyorlardı. Yine sordular: ‘Paşam, durum nedir? Memleket nereye gidiyor?’

Güreş, uzun uzun aktüel konuları değerlendirdi, AK Parti’ye verip veriştirdi. Özetle dedi ki: ‘Durum hiç parlak değil.’ Hele şu cümlesi, konuklarında şok etkisi yarattı: ‘AKP’nin tek başına iktidara geleceği bir 23 Temmuz sabahını tahayyül bile edemiyorum.’

Sonra, sağ eliyle Kutan’ın dizine vurarak şöyle dedi: ‘Yahu sayın genel başkanım, siz bunlardan çok farklıymışsınız. Sizlere haksızlık edilmiş.’

Paşanın ilave sözleri de var. Yazarsam anında ‘tekzip’ gelme riski var. Ama konuklar, sohbetten çok etkilendiler. Sonra şunu fark ettiler: Gelişmeler, paşanın dediği istikamette ilerliyor.

Eğer ‘B’ planı yoksa ve tüm tezler ‘kapatılmama’ senaryosu üzerine oturtulmuşsa, ‘Kıssadan hisse olsun’ diye anlattım. İbret verici değil mi? Anayasa Mahkemesi adına bir paşanın konuşması...

Star, 12.5.2008

Şamil Tayyar

13.05.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf

Bütün haberler