Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Mayıs 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Bir satışın anatomisi

Tuncay Özkan’ın Kanaltürk’ünün satışı Türkiye’de yaygın görünen bir gerçeği bir kez daha hepimizin gözünün içine soktu.

O da bu ülkede herkesin ama herkesin bir fiyatının olduğu. Aylardır “Biz kaç kişiyiz” diye başlayıp, ardından mitinglere varan laiklik çabaları, ulusalcılık çıkışları, muhalif bir mecra olma çabasından vazgeçmenin bedeli 25 milyon dolarmış demek ki.

Tuncay Özkan, bu ülkede pek çok kurumla beraber Fethullahçılar’la da savaşacağını deklare etmiş bir isim. Profesyonel dünyada her türlü alışveriş olabilir elbette, ama o zaman da insanın altından kalkamayacağı sözler vermemesi gerekir.

Şimdi bu kanalın izleyicileri—sayıları kaç olursa olsun—kandırılmış olmadı mı? Onlara ihanet edilmedi mi?

Doğrusu, Tuncay Özkan’ın kişisel tarihine bakıldığında hiç mi hiç şaşırtıcı değil bu durum.

Kimdir bu ünlü gazeteci?

Mesut Yılmaz’la ilişkilerinin medyada bulunduğu görevlerde faydasını görmüş, onunla gazeteci-siyasetçi arasındaki mesafe sınırlarını fazlasıyla zorlayan bir dostluk kurmuştu zamanında. Ne zaman ki Yılmaz siyaset sahnesinden silindi ve etkinliği kalmadı, bu Tuncay Özkan için de sonun başlangıcı oldu.

Kendisi, iktidarla yükseldiği için iktidar değişikliklerinde de ilk olarak ondan vazgeçebileceğini kaldıramadı.

Tuncay Özkan’ı en iyi anlatan olay ise bir zamanlar “Baba” deyip önünde eğildiği, elini öptüğü Aydın Doğan’a o gruptan ayrılır ayrılmaz saldırmasıydı. İhanet mi profesyonellik mi, karar size kalmış.

(...)

SIRTINI BAYKAL’A YASLADI

AKP iktidarı, istese kolaylıkla Tuncay Özkan’la da uzlaşabilirdi aslında. Belki ihtiyaç duymadılar, ne de olsa kendi adamları vardı kolaylıkla buralara yerleştirecekleri.

Tuncay Özkan da sırtını Deniz Baykal’a yasladı. Deniz Baykal o kadar çaresiz, o kadar sevilmeyen bir siyasetçi ki kendisine medya gücü olsun diye balıklama atladı Özkan’ın üzerine. Hep beraber Türkiye’de CHP-MHP iktidarı kurulacağı yanılsamasıyla avundular.

Tabii bu arada Tuncay Özkan kendisini solun yeni lideri olarak da sunmaya başladı. Çeşitli yerlerde bu defalarca dillendirildi, o imaj yaratıldı. Ama Baykal’ı kimse deviremedi, Tuncay Özkan ve adamlarının parti içinde genişlemesinin de önünü kesti.

Bu arada Tuncay Özkan hakkında başka başka iddialar da ortaya atıldı. Mesela Ergenekon kapsamında gözaltına alınacağı. İlhan Selçuk’un gözaltına alınmasının ardından epey yaygara kopardı. Yine savaşacağını, pes etmeyeceğini söyledi durdu.

İkna edici miydi, inandırıcı mıydı? Bilmiyorum.

Sadece şunu biliyorum: Kanaltürk’ten uzun zamandır kurtulmak istiyordu Tuncay Özkan. Borçlarını ödeyemez hale gelmiş, kendisini döndürememişti. Daha evvel Ciner Grubu’na da satmaya kalkmıştı, ama incelendiğinde bunun kârlı bir satış olmayacağı anlaşılmıştı.

ÖZKAN BÖYLE BİRİSİ

Koza-İpek grubuna satılması ise manidar. Bir kere Özkan’ın “karşıt cephe”ye koyduğu bir yerden geliyor Koza-İpek. Onlar bu kanalı alarak “laik cephe”ye büyük bir gol attılar. AKP iktidarıyla çok büyüyen “yandaş medya”ya bir halka daha eklendi böylece.

Belki de Tuncay Özkan’ın yeni dönemle ve sistemle uzlaşma ihtiyacının sonucudur bu pazarlıklar. Belki korkmuştur, o gözaltı iddialarından mesela. İnsanız sonuçta, anlaşılabilir bir şey bu. Bu ülkede mücadeleye değmediğini, muhalefete prim verilmediğini düşünmüş olabilir. Hepsi kabul.

Ama bütün bunlar da çok iyi niyetli düşüncelerim benim. Keşke gazetecilik sicilini iyi bildiğimiz Tuncay Özkan için bu kadar insani sebepler geçerli olsaydı.

Bana göre bu satış, Tuncay Özkan’ın kariyeri boyunca yaptığı sözleşmelerin bir devamı, bir uzlaşma işareti. O da böyle birisi, ne yapalım.

Akşam, 13.5.2008

Oray EĞİN

14.05.2008


 

Güvenlik sektörü krizi

Güvenlik de, aynen diğer sektörler mesela otomotiv sektörü gibi bir sektör, bu tabir kimseyi şaşırtmamalı, kızdırmamalı.

Güvenliğin de bir talebi ve arzı var, fiyatı var vesaire, yani bir ekonomik sektörü oluşturan ne varsa güvenlik sektörü için de var; şimdilik ve belki daha uzun bir süre bu sektörde üretimin önemli bir bölümünü devletin yapıyor ve yapacak olması güvenliğin de diğerleri gibi bir sektör olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Güvenlik sektörü de, diğer sektörler gibi, beyaz eşya gibi, otomotiv gibi, tarım gibi belirli ilkeler çerçevesinde üretimini yapmak zorunda olan bir sektör; bu ilkelerin başında da saydamllık, denetime açıklık, kayıtdışı ile mücadele geliyor.

Bir de çok önemli bir ilke güvenlik sektörüne yönelik tanımların da evrensel bir içerikle yapılması gereği; terörden, silahtan, askerden, askeri yargıdan çağdaş dünya ne anlıyor ise biz de onu anlamalıyız, aksi takdirde ortaya bir kaos çıkıyor, bu kaosdan çok küçük bir grup avanta sağlayabiliyor ama ülke ve yurttaşlar büyük zarar görüyor.

* * *

Son günlerde basına yansıyan haberler güvenlik sektörümüzün bütününde ciddi problemlerin varlığına işaret ediyor. Söz konusu problemler etkinlik, kayıtdışılık ve evrensel tanımlardan kasıtlı, bilinçli bir biçimde uzak durma vesaire biçimlerinde tezahür ediyorlar.

PKK’nın Aktütün karakoluna 200 kişiyle yaptığı ve altı askerimizin şehit olduğu saldırı evrensel tanımlardan uzak durma gayretinin acı bir faturası olabilir; aynı karakola 1992 senesinde yine PKK 400 kişilik bir grupla baskın yapıyor, 22 askerimiz şehit oluyor.

Aktütün’e yapılan son saldırıda şiddetli bir çarpışma oluyor, 19 PKK’lı ölüyor, 73 haneli köyün evleri de hasar görüyor ve 200 kişilik grup püskürtülüyor.

(...)

Bir sınır karakoluna 200 kişiyle yapılan saldırının da Sayın Genelkurmay Başkanımızın iki ay önce kullandığı ‘bölgeyi BBG (biri bizi gözetliyor) evine çevirdik’ ifadesiyle ne kadar uyum içinde olduğu konusu aklımı ciddi biçimde karıştırıyor; anlaşılan sevimsiz gerçek ABD’nin nokta enformasyonları olmaksızın bölgede menfur örgütle sadece askeri mücadele pek netice vermeyebiliyor. Bu konuları yan yana koyduğunuzda güvenlik sektörümüzün bu kesiminde önemli sorunlar yaşandığı izlenimi ediyoruz.

Yine bu günlerde basına Sabancı cinayetiyle ilgili iddialar ve MİT’in tekzibi yansıdı; iddialar mı, yoksa tekzip mi daha gerçeğe yakın kestirmem mümkün değil ama sade bir vatandaş olarak Fehriye Erdal meselesini, iade dosyasının oluşturulmasını sadece basına yansıyan bilgilerle dahi izlediğinizde ortada tuhaf bir durum olduğunu çok açık farkediyorsunuz.

(...)

Çağdaş devletlerde güvenlik sektörü çok yaşamsal bir sektör ve muhtemelen önemi daha da artacak ve bu sektörün kriz içinde olması çok küçük bir grup dışında herkes için kötü; sektörün krizi aşması için saydamlık gerekiyor, kayıtdışılıkla mücadele gerekiyor, hukukun mutlak üstünlüğü gerekiyor, saydam kaynak gerekiyor, terör gibi çok önemli bir kavramın evrensel tanımıyla kabulü gerekiyor, sivil denetimin mutlaklığı gerekiyor.

Güvenlik sektöründe kayıdşılıkla mücadele ve saydamlık ne demek derseniz Hrant Dink ve Özdemir Sabancı dosyalarını yakından izlemenizi öneririm.

Star, 13.5.2008

Eser KARAKAŞ

14.05.2008


 

Türkiye’nin gerçek muhalefeti: AB

Türkiye bir yol ayrımında. Bugüne kadar uygulanan laik sistem anlayışının devam edip etmeyeceği, önümüzdeki dönem belli olacak.

Anayasa Mahkemesinin, AKP kapatma davasıyla ilgili vereceği karar bu ülkede yeni bir süreci başlatacak.

İşte bu karara doğru gidilirken, Avrupa Birliği’nin bu ülkenin en etkin muhalefet kurumu olduğu, açıkça görülüyor. Ne CHP ne de MHP, Avrupa Birliği kadar etkin bir muhalefet yapamıyorlar. Bağırıp çağırıyor, sertlik ve gerginlik var, ancak etkileri az.

Avrupa Birliği ise, Demokrasi kriterleri ve kavramlar üzerinde –tartışma sürdürüyor.

Son aylarda köşe yazarlarına bakın, en çok AB yetkililerinin açıklamaları tartışılıyor.

Dikkat edecek olursanız, bu tartışmalar, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki kavram kargaşasının, Demokrasi ve laiklik anlayışları arasındaki büyük farkların daha da ortaya çıkmasına yol açıyor.

Toplumun bir bölümü için laiklik her şeyden önce gelir. Laikliği korumak adına, Demokraside derogasyonlar görmezden gelinebilir.

Avrupa için ise, herşeyden önce Demokrasi gelir. Laiklik, Demokrasinin bir parçasıdır. Önceliği yoktur.

Türkiye ile AB arasındaki bu yaklaşım farkı, tüm söylemimize karşın, bizim bir hukuk devleti oluşturamamamızdan kaynaklanıyor. Avrupa bir hukuk devletleri manzumesidir. Bizde ise, hukuk, günün koşullarına göre evrilir çevrilir, değiştirilebilir.

Avrupa, Türkiye’de büyük bir güç mücadelesi yaşadığının farkında, ancak ayrıntılarını tam olarak algılayamıyor.

Ulusalcılar, MHP milliyetçileri ve CHP, komplo teorileri üretip AB’yi Türkiye’yi ılımlı islam’a itmek istemekle suçluyorlar. AKP’nin destekçisi olarak görüyorlar. Olli Rehn ve Barosso, anti Kemalist olmakla suçlanıyorlar.

Gerçek köktendincilerde AB’ye düşmanlar. AKP dışındaki bir kesim, AB’yi Hristiyan mafyası olarak niteliyor.

Özetle, tam bir kargaşa yaşanıyor.

Karmaşalardan bir sentez çıkacaktır. Göreceksiniz, bugün ateş püskürenler dahi AB’den vaz geçemeyeceklerdir. Zira, AB çıpasını kaybetmiş bir Türkiye’nin, Orta Doğu’da “bir serseri mayın gibi “ nereye çarpıp patlayacağını kimse bilemez.

Posta, 13.5.2008

Mehmet Ali BİRAND

14.05.2008


 

Hukukçu aranıyor

Ben Sumru Çörtoğlu’ndan, doğrudan yargı kurumunu ilgilendiren konularda açıklama yapmasını, hatta tavır koymasını beklerdim.

Mesela, Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan’ın, ‘İyi ki 27 Mayıs oldu. Menderes’in asılması halk tarafından coşkuyla karşılandı’ açıklaması için ne düşünüyor?

Danıştay suikastçisiyle Cumhuriyet gazetesi bombacıları ve hatta Ergenekon darbe çetesi arasındaki bağlantıyı nasıl yorumluyor?

(...)

Bunları konuşacak bir hukukçu çıkmayacak mı bu ülkede?

Star, 13.5.2008

Ahmet KEKEÇ

14.05.2008


 

Başörtülüler anne sayılmıyor mu?

Arçelik’in Anneler Günü ilanının bana çok tuhaf gelen bir yanı vardı: Türkiye’deki milyonlarca anne arasından ‘öylesine’ seçilen 10 tanesinin de kolları kısa (ikisi kolsuz), etek ortalamaları diz üstüydü.

Resmi ‘bozacak’, geçtik türbanı, İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth usulü gıdı fiyonklusu, yemenilisi, sıkma başlısı, Sophia Loren edalı ufak üçgenlisi, vakı bozmadan üstten şöyle bir aksesuvar eşarp atıvermişi bile yoktu. Türkiye’deki bütün annelerin günü kutlanırken ‘rastgele’ seçilmiş 10 anne bir açıdan tıpatıp aynıydı. Başı örtülü anneler anne mi sayılmıyordu, yoksa sadece Çelik’in annesi mi olamazdı?

Onlar mesela Fakir mi kullansındı? Buzdolabı yerine tel dolapla mı yetinsindi?!

Radikal, 13.5.2008

Nur Çintay A.

14.05.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf

Bütün haberler